fbpx

Hepimiz sosyal medyada zaman zaman paylaşım yapıyoruz ve pek çok gönderiye maruz kalıyoruz. Ancak kimi zaman, neyi neden paylaştığımızın ya da karşılaştığımız gönderinin bizde nasıl bir etki bıraktığının ayrımına varamıyoruz. Elbette bilinç düzeyinde bunun farkında olmamız o an için pek mümkün değil.

Diyelim ki sosyal medyada geziniyoruz. Karşımıza bir söylem çıktı. Okuduk, beğendik, üzerine pek düşünmedik ve paylaştık. Ya o paylaşımımızla yanlış bir bilginin yayılmasına sebep olduysak? Bu, paylaşımın bir sonucu. Bir bilginin yanlış olup olmadığını anlamanın ipuçlarına başka bir içeriğimizde değinmiştik. Peki ya biz neden yanlış bilgi paylaşıyoruz? Esasında psikolojimiz, bizi yanlış bilgiye karşı savunmasız hale getiriyor.

Yanlış bilgilendirme psikolojisi 

Temelde, yanlış bilgilendirme psikolojisi, bizi doğru olmayan şeylere inanmaya teşvik eden zihinsel kısayollar, karışıklıklar ve yanılsamaları içeriyor. First Draft’ta Tommy Shane tarafından yazılan ‘Yanlış bilgilendirme psikolojisi: Neden savunmasızız?’ makalesinde bu psikoloji, pek çok kavramla açıklanıyor. Biz de bu içeriğimizde zihinsel birer kısayol olan bu kavramlardan birini ele almak istedik.

Bir bilgiyi neden paylaştığımız noktasına geri dönecek olursak; ya bunu mevcut inancımızı pekiştirmek için paylaşıyorsak? O halde bir doğrulama yanlılığıyla karşı karşıyayız demektir ve büyük olasılıkla, bilinç altında meydana gelen bu kavramın karar verme sürecimiz üzerindeki etkisinin farkında değiliz. Dolayısıyla doğrulama yanlılığından kaçınmanın ilk adımı bunun farkında olmaktır. Farkında olmak için bu kavramı detaylı bir şekilde anlamaya ne dersiniz?

Konuya ilişkin, Decision Lab’de yayımlanan ‘Neden mevcut inançlarımızı tercih ediyoruz?’  ve Very Well Mind’da yer alan ‘Doğrulama yanlılığı nasıl çalışır?’ makalelerinden faydalanarak bir içerik hazırladık.

Doğrulama yanlılığı nedir?

Doğrulama yanlılığı; kişilerin kendi inanç, düşünce ve varsayımlarını destekleyen ya da teyit eden bilgileri kayırma, dikkate alma ve öne çıkarma eğilimidir.  Yine aynı şekilde kişiler, mevcut inançlarına ters düşen bilgileri de ihmal etme, yok sayma eğilimindedir. Yani temelde inançlarımız, onları destekleyen bilgilere dikkat ederken, aynı zamanda onlara meydan okuyan bilgileri görmezden gelmeye dayanır. Burada esas nokta, bizde önceden var olan inanç ve görüşlerimizi doğrulayan bilgileri tercih etmemiz veya bir bilgiyi yorumlarken mevcut inançlarımızdan faydalanmamız.

Bu fenomen, ilk olarak 1960 yılında bilişsel psikolog Peter Cathcart Wason tarafından doğrulama yanlılığı olarak tanımlandı. ‘Kural Keşfi Testi’ olarak bilinen bir dizi deney neticesinde, insanların İnsanların mevcut inançlarını doğrulayan bilgileri arama eğiliminde olduklarını gösterdi. Bir diğer büyük bir çalışma da 1979 yılında Stanford Üniversitesi‘nde gerçekleştirilerek  onaylama yanlılığının psikolojik dinamiklerini araştırıldı. İdam cezası konusunda karşıt görüşlere sahip iki gruba konuyla ilgili iki hayali çalışma sunuldu. Hem idam cezasını destekleyen hem de onu çürüten kanıtlarla karşı karşıya kaldıktan sonra, her iki grup da orijinal duruşlarına daha fazla bağlı olduklarını bildirdiler. Konumlarına meydan okunmasının net etkisi, mevcut inançlarının yeniden sağlamlaştırılmasıydı.

Zihnimiz kısayollar kullanır

Pek çoğumuz görüşlerimizin rasyonel, mantıklı ve tarafsız olduğunu hissederiz fakat gerçek şu ki hepimiz doğrulama yanlılığına karşı duyarlıyız. Örneklerle bunu ele alacağız ancak öncelikle, bilgi toplarken ve yorumlarken kullandığımız bu kavramın zihinsel bir kısayol olduğunu belirtelim.

Bir bilgi karşısında kanıtları değerlendirmek zaman ve enerji gerektirdiğinden beynimiz, süreci daha verimli hale getirmek için kısayollar arar. Bu sayede sorunlar karşısında hızlı karar verilmesine olanak sağlanır. Dolayısıyla ‘sezgisel’ bir yöntem olan bu zihinsel kısayollar, karar verme süresini kısaltır. Böylece fazladan bir çaba harcamamıza gerek kalmaz.

Sezgisel yöntemler karar verme süreçlerini etkilediği gibi karar öncesi bilgi edinme süreçlerini de etkileyebilir. İnsanlar genelde beklentilerine uygun bilgileri ararlar. Başka bir deyişle, hipotezlerini doğrulamaya çalışırlar. Öte yandan, en kolay ulaşılabilir hipotezler zaten sahip olduğumuz hipotezlerdir. Bunu yapmamız aslında mantıklı çünkü çoğu zaman bilgiyi hızlı bir şekilde anlamlandırmamız gerekir ve de yeni inançlar oluşturmak zaman alır. Sezgisel yöntemler birçok durumda oldukça yararlı olabilir. Makalede bu durum atalarımızın avlanması örneği üzerinden örneklendirilmiş.

“Atalarımızın avlandığını düşünün. Kızgın bir hayvan onlara doğru koşuyor. Yerlerinde mi kalmalılar yoksa koşmalılar mı? Buna karar vermek için sadece birkaç saniyeleri var. Tüm farklı değişkenleri göz önünde bulunarak düşünüp taşınılmış bir karar verebilmek için yeterince zaman yoktur. Ancak geçmiş deneyim ve içgüdü onların hayvanın büyüklüğüne bakıp kaçmalarına neden olabilir. Birçok evrimci bilim insanı, modern dünyada hızlı kararlar almak için bu kısa yolları kullanmamızın hayatta kalma içgüdülerine dayandığını belirtmiştir.”

Yanlılık nerede oluşur?

Sezgisel yöntemler bazı durumlarda faydalı olabileceği gibi bilişsel ön yargılara sebep olabilir. Bilişsel ön yargı, insanlar çevrelerindeki dünyadaki bilgileri işlerken ve yorumlarken ortaya çıkan ve verdikleri kararları ve yargıları etkileyen sistematik bir düşünce hatasıdır. Doğrulama yanlılığı da bunlardan biri ve ele almak istediğimiz konu tam da bu. Makalede yer alan bir örnekle bunu açıklayalım;

“Jane, yerel bir kahve dükkanının yöneticisidir ve çok çalışmanın başarı ile eş değer olduğuna sıkı sıkıya  inanır. Bununla birlikte kahve dükkanının satışları son birkaç aydır düşüşte. Sıkı çalışma ve başarı ilişkisine dair olan inancı sebebiyle satışlardaki bu düşüşlerin personelin yeterince çalışmadığından kaynaklandığını düşünmektedir. Son zamanlarda öğle yemeği molalarını uzatan birkaç çalışana rast geldiğinden bu düşüncesi ona göre mantıklı. Sonuç olarak Jane, dükkanın çalışma saatlerini uzatmaya karar verir ve işi savsakladığını düşündüğü çalışanlarını işten çıkarmakla tehdit eder. Ancak artık çalışanların ücretleri için daha fazla harcama yapılırken bu çabalara rağmen kahve satışlarından bir ilerleme kaydedilemez. Ardından Jane, diğer kahve dükkanlarının yöneticilerine danışmaya karar verir. Bu yöneticiler satış düşüşünün nedeni olarak dükkanın yeni ve daha az görünür olan konumunu öne sürmektedir. Esasında dükkanın düşen gelirlerinin sebebi dükkanın kötü konumudur. Ancak Jane, başarının en önemli ölçütü olarak gördüğü sıkı çalışmaya inandığından, çalışanların çaba eksikliğini asıl neden olarak görüp yanlış tanımlama yapmakta ve gerçek nedene işaret eden asıl meseleyi görmezden gelmektedir. Nitekim bu durum, Jane’in önceden var olan inançlarına uyan kanıtları fark etmesine ve kendisini daha fazla inandırmasına neden olan doğrulama yanlılığının bir sonucudur.”

Bireysel ve sistematik etkiler

Yalnızca varsayımlarımızı doğrulayan kanıtlara odaklanırsak, objektif kararlar veremeyebiliriz. Bu durum, hem kariyerimizde hem de günlük hayatımızda önemli bilgileri gözden kaçırmamıza neden olabilir. Yetersiz bilgilendirilmiş bir kararın ideal olmayan sonuçlar üretme olasılığı daha yüksektir. Bir işletme yöneticisi, benzer fikirlerle geçmişteki olumsuz bir ilişki nedeniyle yeni bir fırsatı araştırmakta başarısız olabilir.  Bazen doğrulama yanlılığı göstermemizin bir nedeni benlik saygımızı korumasıdır. Hiç kimse kendileri hakkında kötü hissetmekten hoşlanmaz ve bazen değer verdiğimiz bir inancın yanlış olduğunun farkına varmak bu etkiyi yaratabilir. Köklenen görüşler genellikle kimliklerimizi oluşturur. Dolayısıyla onları çürütmek bazen acı verici olabilir. Yanlışlanmanın  zekadan yoksun olduğumuzu gösterdiğine bile inanabiliriz. Sonuç olarak, genellikle mevcut inançlarımızı çürütmek yerine destekleyen bilgiler ararız.

Bireysel doğrulama yanlılığının rahatsız edici etkileri olabilir. Eğer ön yargılarımız, yalnızca onları destekleyen kanıtları dikkate alacak kadar derinden kök saldıysa bu durum daha geniş bir sosyo-politik iş birliğini engelleyebilir. Yani esasında bireysel gibi görünen etkiler toplumda bazı sistematik etkilere de sebep olabilir. Büyük toplumsal bölünmeler, aslında mevcut inançlarımızı doğrulayan bilgileri tercih etme ve kanıtları görmezden gelme eğilimimizle başlayabilir.

Nasıl önlenir?

Ön yargıların düşüncenizi nasıl etkileyebileceğini düşünün. Peki bu nasıl önlenebilir? Burada en önemli nokta farkındalık. Doğrulama yanlılığını aşma konusunda son derece bilinçli olmamız gerekir. Eğer etkisini ve nasıl çalıştığını anlarsak karar verme sürecimizde onu tanımlamamız daha olasıdır. Dolayısıyla bu kavramı bilip var olduğu gerçeğini kabul edersek bununla daha kolay başa çıkabiliriz. Peki bunun için neler yapılabilir? Öncelikle, karşıt görüşleri merak edip, başkalarının söylediklerinin nedenlerini dinleyerek onları tanımak için çaba gösterebiliriz. Bu, sorunları başka bir perspektiften görmemize yardımcı olabilir. Öte yandan, kararlarınızı etkileyen faktörleri iyi analiz etmek önemlidir. Bunun arka planında nasıl düşünceler ve deneyimler yattığını düşünün. Aşırı güven ve kişisel çıkar gibi faktörler var mı? Görüşünüzü desteklemediği için mi ilgili bilgileri görmezden geliyorsunuz? Bu noktada, seçimlerinizi etkileyen faktörlerin neler olduğunu fark ederseniz, ön yargılarınıza aktif olarak meydan okumaya başlayabilirsiniz. Bu sayede daha eleştirel bir düşünür olabilirsiniz. Karar verme sürecinde tarafsız bir gerçek temeli ile başlamaya odaklanmalıyız. Bu, daha nesnel bir bilgi gövdesi oluşturmak için gerçekleri toplayan bir üçüncü tarafa sahip olarak başarılabilir. Sonuç olarak doğrulama yanlılığını tamamen ortadan kaldırmak pek olası olmasa da bu önlemler bilişsel ön yargının yönetilmesine ve bunun ışığında daha iyi kararlar alınmasına yardımcı olabilir.

Etiketler

  • beyin
  • doğrulama yanlılığı
  • önyargı
  • yanlış bilgi
  • yanlış bilgilendirme psikolojisi
  • zihin
  • zihinsel kısa yol

Diğer Yazılar