fbpx

El-Ehli Baptist Hastanesi saldırısıyla ilgili neler biliyoruz?

Gazze Sağlık Bakanlığı sözcüsü, 17 Ekim 2023’te gerçekleşen El Ehli Baptist Hastanesi’nde meydana gelen patlamada yüzlerce kişinin hayatını kaybettiğini; İsrailli ve Filistinli yetkililerin konuyla ilgili birbirlerini suçladıklarını, bunun Batı Şeria ile Orta Doğu çevrelerinde protestolara yol açtığını belirtti. Patlamanın kim tarafından gerçekleştirildiğine dair resmi soruşturma devam ediyor. Ancak uzmanların ve yetkililerin konuya dair açıklamalarına ulaşılabiliyor. Peki, bu açıklamalara göre, açık kaynaklardan patlama ile ilgili hangi bilgilere erişebiliyoruz?


17 Ekim 2023 tarihinde, Türkiye saatiyle 19.00’da Gazze’nin merkezinde bulunan ve Kudüs Piskoposluğu tarafından yönetilen El Ehli Baptist Hastanesi’nde patlama meydana geldi.

Patlama gerçekleştikten hemen sonra Gazze sivil savunma şefi 300 kişinin hayatını kaybettiğini açıklarken Gazze Sağlık Bakanlığı kaynakları vefat eden kişi sayısının 500 olabileceğini ifade etti. Ayrıca Gazze Sağlık Bakanlığı, patlamanın İsrail’in hava saldırısı sonucunda oluştuğunu öne sürdü.

İsrail ise, patlamayı Filistin İslami Cihad (PIJ) silahlı grubu tarafından fırlatılan bir roketin hatalı ateşlenmesine bağladı. Ancak PIJ, iddiayı reddetti.

Öte yandan Hamas, İsrail’in iddialarına karşılık olarak, katliamın meydana geldiği andan itibaren İsrail’in birden fazla başarısız anlatım sunduğunu ileri sürerek ‘yalnızca işgal gücünün (İsrail’e ithafen) sahip olduğu Amerikan ateş gücüyle canlı yayında gerçekleşen korkunç katliamın doğrudan İsrail’in sorumluluğunda olduğunu’ ifade etti.

Gazze Sağlık Bakanlığı, ilerleyen saatlerde yaptığı açıklamada patlamada en az 471 kişinin hayatını kaybettiğini, bunun İsrail-Hamas arasındaki çatışmalarda Gazze’de tek bir olayda meydana gelen açık ara en yüksek ölüm oranı olduğunu açıkladı. Bakanlık, enkaz altında yüzlerce başka kurbanın bulunduğunu da söyledi.

Bu sırada İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu da, İsrail ordusunun sistemleri üzerinde yapılan analize göre hastanenin vurulduğu sıralarda Filistin İslami Cihad örgütü tarafından bölgede yoğun roket atışlarının gerçekleştiğini söyledi.

İsrail ordu sözcüsü Daniel Hagari ise, saldırı esnasında Filistin İslami Cihad tarafından ateşlenen roketin hastanenin yakınından geçtiğini ve tesisin otoparkına çarptığını ifade etti. Hastaneye doğrudan saldırı olmadığını ileri sürerken İsrail’in, sorumluların Gazze militanları olduğuna dair istihbarata sahip olduğunu da ekledi. Ayrıca militanlar arasındaki konuşmaların dinlendiğini ve bunun ‘yanlış ateşlenen bir roket olduğunu’ konuşmalardan anladıklarını belirten bir sosyal medya paylaşımı yaptı. Konuşmanın ses kaydını da paylaştı.


İsrail ordusu sözcüsü Daniel Hagari’nin konuyla ilgili yaptığı basın açıklamasının tamamına aşağıdaki videodan ulaşılabilir. 

Hagari askeri drone görüntülerinin ‘otoparkta bir tür darbe’ gösterdiğini de ifade etti. Ancak alanda hiçbir kraterin tespit edilmediğini de ekledi.

Ayrıca patlama esnasında İsrail Hava Kuvvetleri’nin de bölgede bir operasyon düzenlediğini; fakat bunun hastanedeki hasar görüntülerine uymayan farklı türde bir mühimmat ile yapıldığını belirtti.

Daha önce de belirttiğimiz gibi, Filistin İslami Cihad ise bu iddiaları reddediyor. Al Jazeera’nın ilgili haberine göre, İslami Cihat sözcüsü Daoud Shehab, grubun sorumlu olduğunu reddederken Reuters’a verdiği demeçte ‘Bu bir yalan ve uydurmadır, tamamen yanlıştır. İşgalci (İsrail’e ithafen), sivillere karşı işlediği korkunç suçu ve katliamı örtbas etmeye çalışıyor’ ifadelerini kullandı.

Öte yandan, Al Jazeera muhabiri İmran Khan, İsrail güçlerinin daha önce de yanlış bir şekilde gerçekleştirdikleri eylemleri Filistinli gruplara atfettiğini söyledi. Meslektaşı Shireen Abu Akleh’in öldürülmesi olayını örnek gösteren Khan; İsraillilerin Akleh’in ölümünden önce Cenin kampındaki savaşçıları sorumlu tuttuğunu, ardından kendilerinin yaptığını itiraf ettiklerini belirtti.

Patlamaya dair sağlık kuruluşlarının açıklamalarının da kayda değer olduğunu söylemek mümkün. Dünya Sağlık Örgütü 17 Ekim’de yaptığı açıklamada hastanenin, İsrail ordusunun Gazze Şeridi’nin kuzeyinde tahliye emri verdiği 20 hastaneden biri olduğunu ifade etti. Mevcut güvensizlik, pek çok hastanın kritik durumda olması ve ambulans, personel, sağlık sistemi, yatak kapasitesi, barınma eksikliği göz önüne alındığında tahliye emrinin yerine getirilmesinin imkansız olduğunu da ekledi.

Filistin Kızılayı Toplululuğu da, benzer şekilde, 18 Ekim’de yaptığı açıklamada İsrail’in hastanelere verdiği tahliye emrini kaldırması için günlerdir uluslararası toplumu müdahaleye çağırdıklarını söyledi. Hastanelerin İsrail’den çok sayıda açık yazılı tehditler aldığını da ekledi.

Uzmanların ve bağımsız araştırmacıların konuya dair bulguları

OSINT (Open Source Intelligence/Açık Kaynak İstihbaratı) araştırmacıları ve Elliot Higgins’in kurduğu Bellingcat de konuya dair analizler paylaştı.

OSINT topluluğunun birkaç üyesinin sosyal medya üzerinden yaptığı varsayımlara göre, resmi bir doğrulama olmamakla birlikte, patlama bir füzenin havada kırılıp patlayıcının hastane kompleksine düşmesiyle gerçekleşti. OSINT GeoConfirmed topluluğu yaptıkları X (Twitter) paylaşımlarında, Al Jazeera yayınından elde ettikleri bilgilere göre, Mekke saatiyle 19.00 civarında yayınlanan canlı sinyalde, bir merminin havada patladığı ve ardından yerde iki patlamanın olduğu anları gösterdi.

Kaynak

OSINT uzmanları ayrıca, hastanede patlamanın meydana geldiği alanın coğrafi konumunu belirlediklerini ve görüntülerde bir kraterin varlığını gösterdiğini de iddia etti. Patlamanın gerçekleştiği hastane otoparkının gündüz görüntüleri gelmeye başladığında @OSINTtechnical X hesabı, hastane otoparkında yaklaşık 1×1 metre çapında ve muhtemelen 30 cm derinliğinde bir çarpma krateri oluştuğunu belirtti.

Kaynak

Bellingcat’in kurucusu Elliot Higgins paylaştığı bir diğer videoda ise, ‘çarpma krateri gibi görünen bir şey’in olduğunu ifade ediyor.

İsrail ordusu sözcüsü Daniel Hagari patlama alanında kraterin oluşmadığını söylemişti. Ancak Bellingcat İsrail ordusunun paylaştığı uydu görüntülerinde de olası kraterin bulunduğu yeri tespit etti.

Kaynak

Sarı kare içerisine alınan yer Bellingcat’in krater olduğunu varsaydığı alanı gösteriyor. 

Daniel Hagari’nin patlama alanında krater olmadığına dair yaptığı açıklamanın ertesi günü, yani 19 Ekim’de İsrail ordusu tarafından yayınlanan başka bir videoda, IDF (Israel Defence Forces) sözcüsü Jonathan Conricus, küçük kratere dikkat çekerek boyutunun, İsrail mühimmatında bulunan silahlarla uyuşmadığını ifade etti.

Saldırının gerçekleştirildiği rokete dair menşei bilgileri henüz resmi kaynaklarda yer almıyor. Ancak OSINT analisti Oliver Alexander, patlama alanının gün ışığındaki ilk görüntüsünden hareketle, JDAM (Joint Direct Attack Munition) saldırısına dair hiçbir kanıt olmadığına işaret etti. Ayrıca, kanıtların başarısız bir roket saldırısını gösterdiğini ve hasarın büyük çoğunluğunun hastanenin otoparkında yoğunlaştığını da ekledi.

Kaynak

Norveç Hava Kuvvetleri Akademisi’nden Justin Bronk da konuyla ilgili görüşlerini paylaşan uzmanlar arasında yer alıyor. Bronk, patlama alanında oluşan kraterin İsrail Hava Kuvvetleri’nin saldırılarında ortaya çıkanlardan daha küçük olduğunu söylüyor. Yine etrafa dağılmış şarapnel hasarının da büyük bir patlamadan beklenecek bir hasar olmadığını vurguluyor.

Justin Bronk’un açıklamalarının tamamına yukarıdaki videodan ulaşılabilir. 

Diğer yandan risk analiz uzmanı Valeria Scuto da İsrail’in silahlı insansız hava aracından hava saldırıları yapabildiğini dile getirirken, İsrail ordusunun yakıcı özelliklerine rağmen büyük bir krater açmayan ‘hellfire’ füzelerinden kullanmış olabileceğine dikkat çekiyor. Ancak Scuto’ya göre, hastane civarındaki yangın görüntülerine bakarak saldırının hellfire füzesiyle gerçekleştirilmiş olduğu sonucuna ulaşmak da zor.

 

Meksika Kongresi’nde sergilenen sözde ‘uzaylılar’ hakkında neler öğrendik?

Meksika Kongresi geçtiğimiz günlerde şaşırtıcı bir toplantıya ev sahipliği yaptı. Gazeteci ve kendini ‘ufolog’ olarak tanıtan Jaime Maussan, Meksika Kongresi,’nde ‘uzaylılara’ ait olduğunu iddia ettiği ‘uzaylı’ fosillerini canlı yayında parlamenterler ve halkla paylaştı.

Toplantı sonrasında sosyal medyada bu konu yayılmaya başladı. Büyük ilgi uyandıran bu olayın gerçekliği kullanıcılar arasında merak konusu oldu. Söz konusu görüntüler, ‘uzaylıların’ gerçek olduğu iddialarıyla paylaşıldı.

Gazeteci ve sözde ‘ufolog’ Jaime Maussan, keşfedilen bu mumyalanmış ‘uzaylıların’ 1000 yıllık fosilleşmiş kalıntıları olduğunu da iddia etti.

Kaynak

Maussan konuşmasında, insana ait olmadığı ileri sürülen fosillerle ilgili birçok iddiada bulundu. Maussan, “Bu örnekler bizim karasal evrimimizin bir parçası değil. Bunlar bir UFO enkazından sonra bulunan varlıklar da değil. Diatom(yosun) madenlerinde bulundular ve daha sonra fosilleştiler” dedi. İddialarda çarpıcı olan bir başka detay ise, bedenlerden elde edilen DNA’nın diğer örneklerle karşılaştırıldığı ve örneklerin yüzde 30’undan fazlasının bilinen hiçbir canlıyla uyuşmadığı söylendi. Kongre’de ‘uzaylı’ olduğu iddia edilen fosillerin röntgenleri de gösterildi.

Yapılan oturuma bilim insanlarının ise şüpheyle yaklaştığı görüldü.

Maussan geçmişte de uzaylılar hakkında iddialarda bulundu

Kendini ‘ufolog’ olarak tanıtan Maussan’a dair araştırma yaptığımızda, gazetecilik eğitiminin bulunduğunu görüyoruz. YouTube kanalında ise, dünya dışı varlıklara dair komplo teorileri içeren birçok videonun yer aldığı anlaşılıyor. Maussan’ın geçmişi benzer konulardaki şaibeli iddialarla dolu.

2015 yılına baktığımızda, yine bir uzaylıya ait olduğu iddia edilen mumyaların gösterildiği, “Tanık Ol” isimli bir etkinliği organize etmişti.

Etkinlikte gösterilen bu ‘uzaylı’ cesedinin Dünya’ya düşen bir uzaylıya ait olduğu açıklanmıştı. Fakat araştırmalar sonucunda, Maussan’ın bu ‘uzaylı’ keşfi çürütülmüş ve cesedin aslında bir çocuğa ait olduğu ortaya çıkarılmıştı.

Ek olarak araştırmacılardan Anthony Bragalia’nın konuyla ilgili özür mesajı yayınlamasıyla Maussan’ın bu iddasının gerçeği yansıtmadığı anlaşılmıştı.

Kaynak

Ancak yaşananlar Maussan’ın uzaylılarla ilgili tek olayı değildi. 2017’de basına yansıyan haberlerde, Maussan’ın, Peru’nun Nazca bölgesinde keşfedilen kalıntıların “uzaylılara ait” olduğu iddia edilmişti. Bu kalıntıların el ve ayaklarında üçer parmak olduğu görülüyordu.

Kaynak

Bilim insanlarınca bu iddia da son olayda olduğu gibi kısa sürede çürütülmüş ve bu fosillerin uzaylılara değil insana ait olduğu belirtilmişti. Araştırmacılar söz konusu kalıntılarda, küçük çocukların kafalarının muhtemelen dini bir ritüelin parçası olarak bez, ip ve hatta tahtalarla bağlanmış olabileceği ve bunun kafatasında deformasyon sonucu oluşabileceğini açıklamışlar.

Sosyal medyada “İşte uzaylılar!”, “Uzaylılar gerçekten var mı?” gibi konu başlıklarını sıklıkla görüyoruz. İnsanların uzaylılara ve dünya dışında yaşadığına inanılan varlıklara olan merakı yıllardır sürüp gidiyor. Keşfetme isteğimizse bu merakı daha da artırıyor ancak her zaman ortaya doğru bilgiler çıkmıyor. Şimdilik bilimsel bilgiler ışığında UFO’lar veya dünya dışı varlıkların aramızda olduğuna dair bilimsel bir kanıt bulunmuyor.

ABD’li araştırmacılar ve NASA gibi kurumlar da son dönemde UFO ve uzaylı iddiaları üzerine çeşitli söylemlerini gündeme getiriyor. Son olarak Amerika Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) ABD’deki genel merkezde düzenlediği basın toplantısında, ne olduğu belirlenemeyen anormal olgular üzerine hazırlanan raporun bulgularını paylaşıldı. Kurul, UFO’ların dünya dışı varlık olduğuna dair hiçbir kanıt bulamadığını ancak cisimlerin ne olduklarını da bilmediklerini belirtti. Ek olarak çalışmaların devam edileceği ve elde edilecek yeni keşiflerin de şeffaf bir şekilde paylaşılacağı bilgisi verildi. 

Seçim dezenformasyonu: Anketleri nasıl okumalıyız?

Güvenilir olsun olmasın seçim anketlerinin seçmen davranışlarında ve karar almalarında aktif bir yere sahip. Sağlıklı veri sağlayabilecek, metodolojisi açık anketler, demokratik seçim sürecini olumlu yönde katkı sağlayacaktır. Güvenilir olmayan anketler ise seçmen üzerinde yanlış algı yaratıp kimi zaman kaygıya kimi zaman da seçmenin davranışında olumsuz etkiye neden oluyor.


2023 genel seçim dönemine girdiğimiz bu günlerde sosyal medyada birçok seçim anketiyle karşılaşıyoruz. Ancak seçim döneminde önemli bir rol üstlenen seçim anketleri, her zaman güvenilir bilgi akışı sağlamıyor. Seçimler yaklaştıkça artan kamuoyu araştırmalarının, seçmenler için faydalı bir yönü olduğu kadar yanıltıcı bir boyutu da olabiliyor. Bu durum Türkiye’de seçim anketlerinin şeffaflığı ve güvenilirliği konusunda yaşanan endişeleri de beraberinde getiriyor. Seçim dezenformasyonunun çok yoğun yaşandığı bu dönemde, halkın doğru bilgiye ulaşması daha büyük bir önem arz ediyor. Bu süreçte medyaya büyük görev düşüyor. Medyadan bilgilendirme ve kamuoyunu doğru yönlendirme işlevlerini yerine getirmesi bekleniyor.

Seçim anketleri, kamuoyunun nabzını ölçmek ve bir seçimin sonucunu tahmin etmek için kullanılan etkin bir araç olarak göze çarpıyor fakat güvenilir anket sonuçları elde etmek için; bu bilgilerin doğruluğu, anket metodolojisinin şeffaflığı, örneklem büyüklüğü, anketin zamanı gibi faktörlere dikkat edilmesi gerekiyor. 

Geçmiş seçimlerde de bazı araştırma şirketleri, seçim sonuçları hakkında tutarlı bir tahminde bulunmuştu. Ancak bu şirketler, örneklemin nasıl seçildiğini, sonuçların analiz edildiğini ve test yönteminin nasıl belirlendiğini şeffaf bir şekilde halk ile paylaşmamıştı. Dolayısıyla bu durum, seçim anketlerine duyulan güvenin azalmasına neden olmuştu. Peki doğru bilgiye erişmenin bu kadar zor olduğu çağımızda güvenilir anketleri anlamanın bir yolu yok mu derseniz birkaç anahtar elbette var. Bu yazımızda seçim anketlerini okurken nelere dikkat edilmeli ve anket güvenilirlikleri nasıl anlaşılabilir gibi konuları ele alacağız. 

Sosyal medya ve telefondan yapılan anketlerin güvenilirliği hakkında da yorumda bulunan Aktükün, Twitter’da kişilerin kendi hesaplarından yaptıkları anketlerin güvenilir olmadığını dile getirmiş. Bunun yanında sosyal medyadan bilimsel yöntemlerle uygulanan anketlerden elde edilen bilgi ve tahminlerin güvenilir olabileceği bilgisini paylaşmış.

 

Şirketlerin güvenilirliğinin nasıl ölçülebileceğine dair öneride de bulunan İrvan, araştırmayı yayınlayan şirketin önceki seçimlerde gösterdiği performansa bakılması gerektiğine değinerek, düzenli bir şekilde ve hata payları içinde sonuçları tahmin edebiliyorsa bu araştırma şirketinin güvenilir kabul edilebileceğini vurgulamış. Bir başka önerisinde ise, araştırma şirketinin açıklaması zorunlu olan bilgilere verdiği cevapların doğruluğuna bakılması gerektiğinin altını çizmiş.

Seçim anketlerinde sosyal medyanın etkisi

Bu başlık altında seçim anketlerinde sosyal medyanın insanlar üzerindeki büyük etkisini ele alıyor olacağız. Toplumu yanıltmak amaçlı dezenformasyon stratejileri geliştiren kişilerin sayısı her geçen gün hızla artıyor. Sosyal medyanın geniş ağ özelliği, seçim anket sonuçlarının da hızlı bir şekilde yayılmasına neden oluyor.

Sosyal medya anketleri beğeni, oy satın alma veya bot hesapların kullanımı gibi taktiklerle kolayca manipüle edilebildiğinden seçim anketlerinin güvenilirliğine gölge düşürülebiliyor. Bununla birlikte seçim anket sonuçlarının yanlış bir şekilde sosyal medya ortamında yayılmaya devam etmesi kitleler için umutsuzluğa kapılma halini de beraberinde getirebiliyor ve seçmenlerin oy kullanımına çekimser yaklaşmasına sebebiyet verebiliyor. Bu durumda ise anket sonuçlarının yanlış yorumlanması ya da manipüle edilme çalışmalarına karşılık, seçmenlerin bu sonuçlara göre hareket etmeden önce doğruluğunu mutlaka araştırması ve sorgulaması gerekiyor.

Dezenformasyon ürettiği düşünülen paylaşımdaki anket sonuçlarındaki kurum ya da araştırma şirketi Vikipedi üzerinden incelenebilir. Bunun için, 2023 Türkiye genel seçimleri için yapılan anketler” başlığı altında listelenen kamuoyu araştırmalarına erişim sağlayabilir, oranlarla ilgili incelemelerde bulunabilirsiniz. Böylece sosyal medyada seçimi manipüle edebilecek anket sonuçlarına karşı daha şüpheci bir şekilde yaklaşım sağlayabilirsiniz.

Seçim anketlerini değerlendirirken; Bu anketi kim yaptı, anketin kaynağı güvenilir mi, anket kuruluşunun metodolojisi seçim anketi yapmaya uygun mu gibi sorular yöneltebilir, anket kuruluşunun geçmişteki duruşunu arama motorlarını kullanarak araştırabilirsiniz. Ayrıca, seçim anketlerinde sadece bir anket sonucuna değil, birden fazla anket sonucuna bakıp karşılaştırılması, sizlere daha eleştirel bir yaklaşım kazandırabilir. Ek olarak, seçim anket sonuçlarına bakarken anket sonuçlarının tahmin niteliğinde olduğu unutulmamalı. Bu sonuçların, gerçek sonuçlardan farklılık gösterebileceğinin bilincinde olmak sizlere yanıltıcı bilgiler karşısında farkındalık sağlayacaktır.

Anket şirketlerinin güvenilirliği nasıl anlaşılır?

Seçim sürecinde anket şirketlerini çok fazla görüyor, hatta çıkarımlarda bulunabiliyoruz. Bu hassas dönemde şirketlerin metodolojilerinin açık ve şeffaf olması, örneklem büyüklüklerinin yeterli olması ve ankete katılanların demografik dağılımının dengeli olması gibi faktörler göz önüne alınmalı. Ek olarak yapılan anketteki soruların soruluş biçiminin de sonuçlar üzerinde önemli bir etkiye sahip olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Ayrıca, seçmenlerin bakış açısında etki yaratabileceği için sorular açık ve önyargıdan uzak olmalıdır.

Sosyal medya ortamında özellikle seçim dönemlerinde kasıtlı olarak yanlış bilgi yayan, dezenformasyona neden olan kişilerin amacı tam olarak kitleleri manipüle ederek, güvensiz ortamın temelini oluşturmak. Ancak yine de sosyal medya üzerinden yapılan anketlerde öne çıkan bazı detaylar sayesinde uydurulmuş, sahte anket olup olmadığını anlamak mümkün mesela aşağıda görülen anket çalışmasının 1700 kişi ile yapıldığı belirtiliyor. Bu örneklemde baz alınan kişi sayısının düşük olması anket sonuçlarının güvenilirliği açısından şüphe uyandırıyor. Öte yandan, anketteki yüzdelik oranların toplamında da hata olduğu görülüyor. Bu da anketin güvenilirliğini sorgulatıyor. Bu bilgilerden yola çıkarak sorgulanması gereken yere dikkat çekelim.

  • Örneğin; Türkiye genelinde yapılacak bir tahminde, anket yapılan kişiler sadece bir ilden seçilirse tahmin sonuçları Türkiye ortalamasını yansıtmaz. Ancak örneklem alanının geniş çaplı olmasıyla daha kesin sonuçlar elde edilebilir. Bu sebeple örneklem büyüklüğünün geniş olması, sonuçlara daha düşük hata payı getireceğinden doğru ve güvenilir sonuçlar elde etmeyi amaçlar diyebiliriz.

Örneklem büyüklüğü, metodolojisi ve politikası doğru olan anket firmalarınca belirlenir ve seçim sonuçlarında güvenilirliği sağlamak için uygun örneklem büyüklüğü alınarak kullanılır. Ancak yine de anket sonuçları %100 doğru olmayabilir ve hata payı içerebilir.

Güvenilir olmayan anketlerde şirket ismi gizleniyor

Sosyal medyada doğruluğu ve güvenilirliği bilinmeden paylaşılan anket sonuçlarında bir kurum ya da araştırma şirketinin adı geçmiyorsa kaynağına dair kesin sonuca varmak zor olabiliyor. Belirli tarih aralıkları arasında yapılan ve bu doğrultuda hesaplandığı belirtilen oy oranları şüpheli ya da yanlış bilgileri beraberinde getiriyor. Söz konusu anket şirketlerini arama motorları üzerinden de incelediğimizde herhangi bir anket sonucuna ya da internet sitesine ulaşılamıyor. 

Seçim anketlerindeki güvenirliği anlayabilmek adına şu ipuçları dikkate alınabilir;

  • Belirsizlik etkisi: Güvenilir bir seçim anket şirketi, yaptığı çalışmaları açık ve şeffaf bir şekilde politikalarıyla ortaya koyan bir web sitesine sahip olacaktır. Fakat güvenilir olmayan şirketlerin bu tür detaylarda tutarsızlıkları olduğu gibi şüpheli bir web sitesi olabilir hatta bazılarının web sitesi dahi olmayabilir.
  • Kişisel bilgi istekleri: Güvenilir anket şirketleri, kişilerden yalnızca anket için gerekli bilgileri isterken, güvenilir olmayan şirketler gereksiz bilgileri isteyebilir hatta kişisel bilgi talebinde bulunabilir. Bu durum da sahte anketler için kolay bir zemin hazırlayabilir.
  • Anketin stratejisi: Güvenilir anket şirketleri, geçmiş çalışmaları hakkında net bilgiler sunar ancak güvenilir olmayan şirketler genellikle sahte bilgilendirmeler ile manipülatif bir strateji yürütürler.
  • Anket sorularında tarafsızlık: Güvenilir anket şirketlerinde sorular açık, anlaşılır ve tarafsız bir şekilde sunulur fakat güven vermeyen anket sorularında şüpheli bilgiler ön plana çıkar.

Son olarak, seçim dönemleri medyanın, siyasilerin ve halkın birbiriyle çeliştiği, farklı görüşlerin yoğun olarak paylaşıldığı zamanlardır. Öyle ki bu ortamda doğru ve güvenilir bilgiye ulaşmak zor, yanlış bilgileri ayırt etmek güç olabilir. Bu atmosfer içerisinde doğruluğundan emin olunmayan bilgileri paylaşmak, yanlış bilginin yayılmasına ve insanların yanlış yönlendirilmesine neden olabilir. Bunun için bir bilgiyi paylaşmadan önce, güvenilir haber kaynaklarına, doğrulama kuruluşlarına, resmi kaynaklara ve  güvenilir istatistiklere bakmak seçim süreci için faydalı olacaktır.

IFCN ve Meta, gazetecilere online doğruluk kontrolü eğitimi sağlıyor

Asya-Pasifik gazetecileri, akademisyenleri ve doğruluk kontrolü ilgilileri Poynter ve Meta işbirliğiyle sağlanan kurs sayesinde doğruluk kontrolünün temel ilkelerini öğrenecek

Meta ve IFCN (International Fact-Checking Network), Meta’nın Üçüncü Taraf Doğruluk Kontrolü Programı aracılığıyla bilgi ekosistemini desteklemek adına hali hazırda beraber çalışan kilit ortaklar. Gazetecileri destekleyen ve yanlış bilgiyle mücadelede doğruluk kontrolcülerinin güvenilirliğini güçlendiren bu işbirliği, Asya-Pasifik bölgesindeki gazetecilere doğruluk kontrolünün temel ilkelerinin öğretileceği bir online kurs sunuyor. IFCN Geçici Direktörü Ferdi Ferhat Özsoy’un duyurusunu yaptığı kurs, bu yıl Güney Kore’de gerçekleştirilecek olan dünyanın en büyük ve en etkili doğruluk kontrolü zirvesi GlobalFact10* öncesinde sunulacak.

*GlobalFact10, Güney Kore’nin ilk ve tek doğruluk kontrolü platformu olan SNUFactCheck ortaklığıyla Poynter Enstitüsü’ndeki IFCN tarafından 28-30 Haziran 2023 tarihlerinde Güney Kore’nin Seul kentinde yüz yüze ve globalfact10.com adresinden çevrimiçi şekilde gerçekleştirilecek.

Kurs 3 modüle ayrılan 11 ders ve toplam 22 konu başlığından oluşuyor:

Doğruluk kontrolüne giriş

1- Doğruluk kontrolü nedir?

2-Doğruluk kontrolü topluluğunun doğuşu ve yükselişi

3-IFCN (International Fact-Checking Network)

4-IFCN’in prensipleri

Doğrulama ve yanlışlama

1-Doğrulama ve yanlışlama temelleri

2-Doğrulama ve yanlışlama için kullanılan araçlar, yöntemler

3-Doğrulama ve yanlışlama sonucu

Sağlık mezenformasyonu/dezenformasyonu ile mücadele

1-Sağlık dezenformasyonu ile ilgili araştırma ve kaynaklar

2-Sağlık mezenformasyonlarına karşı ipuçları ve püf noktaları

3-Korona Virüs Gerçekleri Birliği (The CoronaVirusFacts Alliance)

4-İşbirliğine dayalı bir proje nasıl oluşturulur?

Belirli bir süre sınırlaması olmayan ve şu an için 15 dilde* mevcut olan kursun 2 ila 3 saat aralığında tamamlanabilmesi öngörülmüş. Asya-Pasifik bölgesindeki gazeteciler, akademisyenler ve doğruluk kontrolü yapmak isteyen herkesin katılımına uygun. Kurs başarıyla tamamlandığında kişilere sertifika da veriliyor.

*İngilizce, Endonezce, Bengalce, Darice, Japonca, Kmerce, Korece, Malayca, Nepalce, Peştuca, Sinhala, Tamilce, Tayca, Geleneksel Çince ve Urduca.

IFCN Geçici Direktörü Ferdi Özsoy, gazetecilere Meta ile işbirliği içerisinde bu ücretsiz doğruluk kontrolü kursunu sunarak bireylerin yanlış bilgilere karşı gerekli araçlarla mücadele etmesini sağlamak ve Asya-Pasifik bölgesinde gazetecilik yetkinliğini güçlendirmek adına çok önemli bir adım atıldığını ifade ediyor.

Asya-Pasifik News Meta Ortaklıkları’ndan Aya Lowe ise, kursun doğruluk kontrolü hakkında bilgi edinmek, bu alanda becerilerini geliştirmek ve doğruluk kontrolünü günlük işlerine dahil etmek isteyen herkes için erişilebilir olduğunu belirtiyor. Lowe, Meta’daki yanlış bilgileri ele alma çalışmalarının önemli bir ayağının doğruluk kontrolünün oluşturduğunu ekliyor ve Asya Pasifik’teki insanların bu gibi kurslarla becerilerini artırmalarının, tüm sistemin gelişmesine ve güçlenmesine yardımcı olmak için kritik önem taşıdığının da altını çiziyor.

Kursa başvurmak ve eğitime başlamak için IFCN ile doğruluk kontrolü temelleri sayfasını ziyaret edebilirsiniz.

Seçim sürecinde filtre balonundan kurtulmak neden önemli?

Eğer arkadaş grubunuz, sosyal medya akışınız, haber kaynaklarınız sizin düşüncelerinizin aynası ise filtre balonunun içindesiniz demektir. Filtre balonu, temelde beğenilerinizi takip edip benzeri içerikleri önünüze çıkaran algoritmalarla ilgilidir. Bu şekilde çoğu kişinin bizimle aynı zevklere, fikirlere sahip olduğunu düşündüğümüz soyut bir bolunun içinde buluruz kendimizi.

Bu illüzyon, seçim döneminde etkisi altına girilen siyasi manipülasyonlar ile pekiştiğinde dezenformasyona, hatalı çıkarımlara ve kitlelerin keskin bir şekilde taraf olarak ayrılmasına sebep olur. Filtre balonundan kurtulmak, fikir özgürlüğüne duyulan saygıyı pekiştirdiği gibi perspektifi de genişleterek algıları açar.


Türkiye, 2023 cumhurbaşkanlığı seçimlerine hazırlanıyor. Siyasi partiler, kendi propaganda ve imaj çalışmalarını sürdürürken seçmenlerin heyecanı ve karar süreci devam ediyor. Seçim süreci boyunca gerek adaylar gereksi mensup oldukları partilerle alakalı çok sayıda bilgi dolaşıma girecek gibi görünüyor. Bu bilgiler kimi zaman güvenilir bir uzman tarafından kimi zaman gazetelerden kimi zamansa sosyal medyada takip ettiğiniz birisi tarafından paylaşılabilir. 

Reuters’ın 2022 Dijital Haber Raporu’na göre haber almada en çok kullanılan platformların başında %43 ile YouTube gelirken onu %40 ile Instagram, %35 ile Twitter takip ediyor. Haber alma kaynaklarının başında gelen bu platformların kullanıcıların beğenilerine göre bir akış sunduğunu biliyoruz. İşte bu kişiye özel akış sunan algoritmaların aynı zamanda her birimize özel bir filtre balonu yarattığını biliyor muydunuz? 

Bu yazımızda filtre balonunun ne olduğundan, seçim sürecindeki rolünden ve neden kurtulmamız gerektiğinden bahsedeceğiz. 

Filtre balonu nedir?

Filtre balonu 2011 yılında, Eli Pariser tarafından ortaya atılan bir kavram ve esasen internet platformlarının algoritmalar aracılığıyla kullanıcı alışkanlıklarına uygun içerikler sunarak onları soyut bir balonun içine almasını ifade ediyor.

 “Bunu beğendiysen” “bunu beğenenler bunu da beğendi” gibi kalıplar ve takip önerileri internet kullanıcıları için pek yabancı kavramlar değil. Platformlar, ekran sürenizi artırmak için beğenilerinize uygun öneri ve akışlar sunuyor. Siz de sanki aynı şeyleri hisseden, “bilen” binlerce kişi olduğu düşüncesine kapılıyorsunuz. Çünkü algoritma, fikirlerinizle uyumlu içerikler sunarken sizi yapay bir balonun içine almış oluyor. Böylece, sürekli aynı ideolojideki paylaşımlarla ve kişilerle karşılaşıp dış dünyadan soyutlanıyorsunuz. 

Algoritmaların yakın takibine girmek her ne kadar güvensizlik uyandırsa da mahremiyetten taviz vermek, çağımızda çoktan göze alınabilir hale geldi. 

Seçim döneminde filtre balonundan neden çıkmalısınız?

Filtre balonu, eğlenceli video akışı ile sınırlı kaldığında herhangi bir sorun olmadığı düşünülebilir ancak iş ülke gündemini takip ettiğiniz kaynakların sınırlanmasına geldiğinde nispeten daha tehlikeli olabiliyor.

Eğer filtre balonu içindeyseniz haber alma kaynaklarınız gündem hakkındaki bilginizi sınırlayacaktır. Bunun kitlelere yayılması demek; seçmen kitlelerinin gündem hakkında bilgi edindiği kaynakların tamamen farklı olduğu, tarafların gerçeğin farklı yorumlarıyla yetindiği ve bunlara inandığı bir gerçeklik yaratılması anlamına gelir. 

Herkes kendi siyasi görüşüne benzer fikir ve tek yönlü haberlerle gündemi takip ettiği için taban tabana zıt gerçekliklere inanır hale gelen kitleler birbirinden kopar. Bu şekilde kendi filtre balonu içindeki kitleler:

  • Sempati duyduğu adayın çelişkilerinden haberdar olmaz.
  • Adayların oy kapasitesi hakkında yanlış bir algısı oluşabilir.
  • Sempati duyduğu adayın kendi hakkındaki iddialara verdiği yanıtların tümünü sorgulamadan kabul edebilir. Çünkü takip ettiği diğer kişiler de öyle yapıyordur.
  • Siyasi manipülasyonların hedefi olduğunun farkına varmaz.
  • Seçimlerde sempati duymadığı tarafı küçümser ve olumlu yönlerini görmezden gelir.
  • Çoğunluğun kendisiyle aynı fikirde olduğunu düşündüğü için diğer adaylara kimlerin oy verdiğini anlayamaz.
  • Adayının oy kapasitesine çok güvendiği için seçimden sonra hayal kırıklığı yaşayabilir.
  • Karşıt bakış açılarını ve olumsuz bilgileri dikkate alma isteksizliği yaşar.
  • Siyasi kutuplaşmanın özneleri olurlar.

Seçim döneminde seçmenler kendisini siyasi manipülasyonun içerisinde bulur. Vatandaşlar, ülkedeki sorunlara daha etkili çözümler getirecek kişi ve ekipleri yönetime getirmesi gerektiğini bu manipülasyon süreci içindeki illüzyon ile unutabiliyor. Bu da hem dezenformasyonun hem  de buna inanan kitlenin artmasına neden olur. Dezenformasyonun bu biçimi, ülkenin bir seçim dönemi kadar daha nasıl yönetileceğini belirleyeceği için filtre balonundan sıyrılıp olay ve durumları farklı görüşler eşliğinde değerlendirmek daha sağlıklı olacaktır.

Eğer filtre balonu içindeyseniz, gündemle ilgili bir olayı aynı görüşteki kaynaklardan dinlediğiniz halde tüm gerçeğe hakim olduğunuzu düşünebilirsiniz. Oysa bu şekilde gerçeğin sadece bir kısmına ulaşabilirsiniz. İçinde bulunduğunuz soyut bulut, anlayış eksikliğine neden olur.

Filtre balonundan nasıl çıkabilirsiniz?

Eğer arkadaş grubunuz, sosyal medya akışınız, haber kaynaklarınız sizin düşüncelerinizin aynası ise filtre balonunun içindesiniz demektir. Bu balondan kurtulmak,-dünyanın yüzlerce farklı perspektife açık olaylara sahne olduğunu hatırlamanızı sağlayacaktır. Bunun için başlangıçta rahatsız edici gelse de şu adımları izleyebilirsiniz:

En az iki farklı görüşü inceleyin 

Gündem ile ilgili olaylar ile ilgili en az iki farklı görüşün içeriklerini gözden geçirebilirsiniz. Bazen bir konuşmanın içinde sizinle uyuşmayan bölümleri olsa da  devamında mantıklı bulacağınız çıkarımlar ve vaatler yer alıyor olabilir. Ya da olayın öznesi veya özneleri, olayla ilgili açıklama yapmış olabilir. 

Aynı fikirde olmadığınız kişileri takipten çıkmayın

Farklı dünya görüşünde olduğunuz kişileri takip etmeyi bırakmayın. Kendinizi farklı düşüncelere maruz bırakmak, bakış açınızın yaygınlığını abartmanızın önüne geçer. 

Farklı görüşlere sahip kişilerle etkileşimde kalın

Dünya görüşü sizinle uyuşmayan ancak belli bir bilgi birikime sahip olduğunu düşündüğünüz kişilerle iletişimde kalın. Bu şekilde, farkında olmadığınız ön yargılarınız ortaya çıkar. Örneğin sekülerseniz muhafazakar dindarları, muhafazakarsanız liberalleri ve solcuları takip edin. Farklı yönelim, kimlik, inanç ve coğrafi konuma sahip insanları takip etmeye başlayın. Normalde seçmeyeceğiniz haber kaynaklarını okuyun. 

Karşı argüman sunmaya değil anlam çıkarmaya odaklanın

Yabancı olduğunuz konular hatta sizi rahatsız eden konular hakkında yapılan paylaşımları inceleyin. Örneğin bir Twitter paylaşımı gördüğünüzde size yabancı geldiği veya konu hakkında farklı bir fikre sahip olduğunuz için tartışma başlatmaya ara verin. Eleştirdiğimiz halde yapmaktan kendimizi alamadığımız alışkanlıklardan biri bu şekilde diğerlerini susturmak. Dünyada sizden farklı seslerin de var olmasına izin vermelisiniz. 

Özellikle seçim döneminde, haberleri tek bir kaynaktan almak ile yetinmeyin. Sürekli farklı kaynakları ve bakış açılarını arayın.

2023 Seçim Rehberi: Yanlış bilginin kararınızı etkilemesine izin vermeyin

Seçim dönemlerinde siyasiler ve kitleleri tarafından ortaya atılan yanlış bilgiler havada uçuşurken söz konusu yanlış bilgilerden en çok etkilenen unsur oy kullanacak kişiler, yani biz oluyoruz. O halde yanlış bilginin kararımızı etkilememesi için, bu bilgileri tespit edebilmeye ihtiyacımız var. Bu anlamda en iyi rehber geçmişteki örnekler olacaktır.


Geçmişteki tüm seçim dönemlerinde olduğu gibi, yaklaşan 14 Mayıs 2023 seçimleriyle birlikte sosyal medya platformları da seçim doğrultusunda hareketleniyor. Siyasi parti liderleri, önemli siyasi isimler ve adaylar kitlelerine en çok bu platformlar üzerinden sesleniyor. Benzer şekilde vatandaşlar da oy verecekleri ya da vermeyecekleri adaylara, partilere sosyal medyadan ulaşmaya çalışıyor. Tüm bu iletişim ağının içerisinde ise belki yüz binlerce bilginin akışı sağlanıyor. Ancak bu bilgiler her zaman doğru olmuyor. Kişiler kimi zaman kasıtlı, kimi zaman kasıtsız; bazen mizahi amaçla, bazen de kötü niyetle yanlış bilgi paylaşımı yapıyor. Bizler de en iyi ihtimalle bu paylaşımları beğenerek dezenformasyonun artmasına yol açıyoruz. Halbuki bu döngü, pek çok kişinin özgür karar verme iradesine zarar veriyor. Dolayısıyla seçim sürecinde yanlış bilginin nasıl ortaya çıktığını bilmek önemli bir ‘ilk adım’ olarak kaydediliyor. Peki nasıl anlayacağım karşılaştığım bilginin yanlış olduğunu diyorsanız, geçmişteki örneklere göz atarak bir yol haritası çıkarmak mümkün. Seçim döneminde en sık başvurulan yöntemler görsel manipülasyon, hedef gösterme ve nefret söylemi, oy ile korkutma, abartma/çarpıtma ve sahte hesap kullanımı şeklinde sıralanabilir.

Görsel manipülasyon

Dijital yöntemlerle değiştirilip manipülasyon aracı olarak kullanılan görseller yalnızca seçim dönemlerinin değil, tüm zamanların en çok kullanılan yanlış bilgi yöntemlerinden biri. Görsel manipülasyon, seçim dönemlerinde ise seçimlere yönelik geçmiş veya güncel görüntülerin hatalı aktarılması şeklinde ortaya çıkabiliyor. Örneğin aşağıdaki görsellerden ilkinde AK Parti Genel Merkez Seçim İşleri Birimi tarafından 2019’da tamamen Türkçe dilinde ve Türk vatandaşlarına yönelik hazırlanan eğitim videosu, Arapça seslendirme eklenerek paylaşılmış. Videonun bu haliyle birlikte ‘Türk vatandaşlığı verilen Araplara AK Parti’ye nasıl oy vereceklerinin’ anlatıldığı iddia edilmiş.

Sağda ‘CHP 2019 Yerel Seçim Reklamı’ şeklinde tanıtılan video ise CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun farklı etkinliklerden görüntülerinin birleştirilmesi ve 22 Aralık 2018’de İslam Eserleri Müzesi’nin açılışında yaptığı konuşmanın ses olarak eklenmesiyle oluşturulmuş. Yani video partinin yerel seçim reklamı değil.

Görsel manipülasyonda bir diğer yöntem partilere ait olduğu iddia edilen sahte broşür veya reklam panolarıyla aslında söylenmeyen sözlerin söylenmiş gibi gösterilmesi. Aşağıda verilen görsellerden bazıları dijital yollarla oluşturulmuş broşür ve reklam panolarını gösterirken HDP’ye ait görünen ‘Bu Bir Halk Ayaklanmasıdır’ ve ‘Ya Me Ye’ broşürleri ve CHP’ye ait görünen ‘Biz gelince türbana son!’ broşürü kötü niyetli kişilerce bastırılarak dağıtılmış.

Bilgisayar yöntemiyle oluşturulmuş görsellerin iddialarda kullanılması yalnızca seçim videoları ya da basılı materyallerle sınırlı kalmıyor. Partiler ve liderler hakkında olumsuz kamuoyu oluşturma amacı da görsel manipülasyonun nedenlerinden biri. Örneğin aşağıda solda görünen Meral Akşener ve Fethullah Gülen fotoğrafı, Akşener’in eşiyle olan fotoğrafına (sağda) dijital müdahale yapılmasıyla oluşturulmuş. 

Kaynak

Aşağıdaki görselde de aynı şekilde AK Parti Mamak İlçe Başkanlığı’nda Atatürk resminin ters durması görselin manipüle edilmiş olmasından kaynaklanıyor. Fotoğrafın orijinalinde (sağda) Atatürk resmi düz duruyor. 

Kaynak

Hedef gösterme ve nefret söylemi

Seçim sürecinde, siyasiler başta olmak üzere oy kullanacak çoğu vatandaş ’taraf olma’ yanılgısına düşüyor. Taraftarlık ise ‘kutuplaştırma’ kriterleriyle artıyor. Yani sınırlar çiziliyor ve o sınırdan geçmek, ‘taraf değiştirmek’ imkansız hale getiriliyor. Bu süreçte ise bazı isimleri hedef göstermek için dezenformasyona yol açılıyor. Sosyal medyada, geleneksel medyada ve gündelik hayatlarımızda en çok hedef gösterilenler ne yazık ki dezavantajlı gruplar veya azınlıklar oluyor. Ancak bu yöntem seçim sürecinde siyasi parti liderlerine ve parti bünyesinde önemli yere sahip olan siyasilere karşı da kullanılabiliyor. Kişiler yaşam tarzı, dili, dini, ırkı, cinsiyeti ya da aileleri aracılığıyla hedef gösterilerek nefret söylemine maruz bırakılabiliyor. 

Örneğin ‘sığınmacıların vatandaşlık alması’ teması üzerinden yayılan yanlış bilgiler, sığınmacıların hedef haline gelmesine neden oluyor. Zira seçim sürecindeyken sığınmacıların vatandaşlık alması aynı zamanda oy kullanacakları anlamına geliyor. Bu iddiaların ‘sığınmacılara ev verildi’, ‘sığınmacılara isim değiştirme hakkı verildi’ gibi varyasyonları da bulunabiliyor. Ancak genel olarak tüm bu iddiaların ucu sığınmacıların vatandaş olarak oy kullanması ihtimaline dayanıyor. Yukarıda bahsedilen ‘Türk vatandaşlığı verilen Araplara AK Parti’ye nasıl oy vereceklerinin’ anlatıldığını iddia eden video da tam anlamıyla bu amaca hizmet ediyor. 

Tabii bu süreçte en çok nefret söylemine maruz kalanlar özel hayatları, yaşam tarzları ve kimi zaman aileleriyle hedef gösterilen adaylar ya da seçim sürecinde öne çıkmış siyasiler oluyor. Hatta bu yöntem kimi zaman da doğrudan partiler için uygulanıyor. Üstelik bu söylemlerin pek çoğu gerçeği yansıtmıyor veya görüntüler çarpıtılıyor. Kutuplaştırmanın artması için kişiler dinleri üzerinden yanlış bilgilerle zaman zaman hedef haline getiriliyor. Örneğin sosyal medyada, yukarıda sol alt köşede gösterilen görselle, ‘Ekrem İmamoğlu’nun farklı şekilde dua ettiği iddiası’ paylaşılmış ve birçok kişi tarafından beğenilmişti. Ancak görsel kasıtlı olarak duanın bittiği andan alınmış, İmamoğlu ‘farklı dine mensup olduğu’ imasıyla hedef gösterilmişti. 

Ayrıca, yukarıda derlenen dezenformasyon görüntülerinde, Temel Karamollaoğlu, CHP’li kadınlar ve Yossi İmamoğlu iddialarında görsel manipülasyondan da bahsetmek mümkün. Fotoğraflar ekleme yapılarak/değiştirilerek manipüle edilmiş.

Nefret söylemine sebebiyet veren bir diğer dezenformasyon türü de bir kişinin veya kurumun davranışı/duruşu ile bağlı olduğu partinin genel yapısının uyuşmaması imasıyla paylaşılanlar olabilir. CHP mitinginde ‘her yer Kandil her yer direniş’ şeklinde slogan atıldığı iddiası veya AK Parti Ordu Kadın Kolları Başkanlığı’nın düzenlediği etkinlikte erkek dansöz oynatıldığı iddiası bu amaçla yapılan paylaşımlara örnek gösterilebilir. 

Kaynak

Oy korkutması

Kasıtlı şekilde yanlış bilgi ortaya atarak yayan kişilerin amacı çoğunlukla hitap ettikleri kitlelerin olumlu veya olumsuz duygularına etki ederek onları manipüle etmekten geçiyor. Ancak seçim dönemlerinde bu manipülasyonun ‘korkutma’ üzerinden ilerlediği söylenebilir. Örneğin ‘A kişisi cumhurbaşkanı olursa, B olayı gerçekleşir’ cümlesi pek çok farklı kişi ve olay için derlenerek yayılabilir. Yine de bu korkutma metodu en çok ‘oy’ bazında kullanılıyor. Bu kişilerin amacı ‘oy kullanmak’ ya da ‘oya sahip çıkmak’ değerlerine dikkat çekmek olsa da seçim sürecine en çok zarar veren dezenformasyonlar oylara yönelik olanlar. Oylar ile ilgili ortaya çıkan dezenformasyonları seçim öncesi ve seçim sonrası olarak ikiye ayırabiliriz:

Seçim öncesi

Şu an da içerisinde bulunduğumuz seçim öncesi süreçte, oy kullanmayla ilgili en sık karşımıza çıkan yanlış bilgilerden biri 14 Mayıs’ta yapılacağı işaret edilen seçim için 14 Şubat’a kadar adres değişikliği yapılması gerektiğiydi. Halbuki adres bilgisinin seçimden üç ay önceye dek değiştirilmesi şartı yalnızca yerel seçimlerde geçerli. Geçmiş seçimlerde de benzer örnekler görülebilir.

‘Eski kimlikliler oy kullanamıyor’ gibi kişilerin oy kullanma sürecine zarar verebilecek iddiaların yanı sıra vatandaşlardan bağımsız ancak seçim sürecini etkileyecek iddialar da yayılabilir. Örneğin vefat etmiş kişilerin yaşıyor gösterilmesi ve yabancı uyruklu kişilerin Türk vatandaşlarının adreslerine kayıtlı gösterilmesi gibi bilgiler, doğruluğu kanıtlanamayacak ve seçmeni duygusal olarak manipüle edebilecek güçte oluyor.

Oy korkutmasıyla ilgili bir diğer örnek de 2019 Yerel Seçimleri’nde yaşanmış. Yenilenen İstanbul seçimi öncesinde başka şehirlerden yüz bin polisin 23 Haziran’da İstanbul’da oy kullanacağı iddiası ortaya atılmış. Söz konusu seçim yerel seçim olduğu için böyle bir iddia son derece önemli oluyor. Zira yenilenen seçimde fazladan 100.000 kişinin İstanbul’da oy kullanacağı anlamına geliyor.  

Seçim sırası/sonrası:

Seçim günü veya devam eden günlerde de dezenformasyon üreten paylaşımlar yapılabilir. Bunlar seçim sonucuna itiraz, seçimin iptali, oy pusulalarının çalınması, sahte pusula görselleri, oy kullandırılmayan kişiler ve geçersiz oyların kabulü gibi konularda olabilir. Ancak seçim günü dahil olmak üzere seçimin resmi sonucu Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından açıklanıncaya dek yalnızca güvenilir ve resmi kurumlardan haber almak en güveniliridir. Çünkü kimi zaman haber siteleri de kasıtlı veya kasıtsız dezenformasyona katkı sağlayabiliyor.

Kaynak

Kaynak

Örneğin yukarıda seçim sonrasında sosyal medyada paylaşılan iki yanlış bilgi örneği görülüyor. Bunlardan ilkinde Mart 2019 Yerel Seçimleri’nde Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde 4 çuval oy pusulasının ele geçirildiği iddia ediliyor. Halbuki olay Haziran 2018 Genel Seçimleri’nde gerçekleşmiş. İkincisinde ise Balıkesir’in Manyas ilçesinde Milliyetçi Hareket Partisi’nin kazandığı seçimde AK Parti’nin sonuca itiraz ettiği ve yeniden yapılan sayım sonucunda ilçeyi Cumhuriyet Halk Partisi’nin kazandığı iddia ediliyor. Ancak Teyit’in o döneme ait analizine göre, söz konusu paylaşım 2014’ten beri yapılıyor ve hakkında herhangi bir kanıt bulunmuyor. Dolayısıyla özellikle seçim dönemlerinde sosyal medya iyi bir haber alma aracı olmayabiliyor.

Kaynak
Kaynak

Sosyal medyanın yanı sıra, haber siteleri de seçim dönemlerinde bilgi edinme anlamında ‘ideal’ konumda durmayabiliyor. Mesela üstteki haber görselinde başlık olarak yalnızca ‘AKP’den başvuru ‘Seçimler iptal edilsin” yazarken habere dair detayın aşağıda verildiği görülüyor. Habere atılan ana başlık AK Parti’nin seçimlerin tamamı için iptal başvurusu yaptığı yanılgısını oluşturuyor. Fakat esas başvuru yalnızca İstanbul’un Büyükçekmece ilçesi için yapılmış. Bir diğer örnekte ise yine Mart 2019 Yerel Seçimleri’nde İstanbul’un Gaziosmanpaşa ilçesinde CHP’lilerin oy çaldığı ve o sırada yakalandığı iddia edilmiş. Yine Teyit’in o dönemki analizi, yukarıdaki habere konu olan videonun toplanan oy pusulası çuvallarının kontrolü esnasında çıkan bir tartışmayı gösterdiğini söylüyor. Bu örnekler, haber sitelerinin bu tarz içerikleri kasıtlı/kasıtsız yaptığından bağımsız olarak, seçim gibi hassas süreçlerde en güvenilir kaynağın resmi kurumların açıklamaları olduğunu gösteriyor.

Abartma ve çarpıtma

Elbette seçim sürecinde ortaya çıkan dezenformasyonun kaynağı yalnızca sosyal medya kullanıcıları, sıradan vatandaşlar veya haber siteleri değil. Karşısındaki kitleyi ikna etmeye çalışan adaylar, parti liderleri gibi siyasiler de hitaplarında abartılmış ya da çarpıtılmış bilgilere başvurabiliyor. Ne yazık ki bu kişilerin kitleleri de sosyal medya aracılığıyla dezenformasyonun büyümesine katkı sağlıyor. Hatta kimi zaman bunu doğrudan belli bir kişinin/partinin kitlesi yapıyor. Bu tür dezenformasyona örnek olarak son seçimden bu yana geçirilen süreçte, son 20 yılda veya daha önceki yıllarda farklı partilerin iktidar olduğu dönemlerde yaşananların çarpıtılması verilebilir. 

Tabii burada yine ‘duygulara hitap’ söz konusu. Bu tarz iddiaların altında genellikle ‘Onları seçerseniz bunlar olur’ ve ‘Bizi seçerseniz şunlar olur’ mesajları yatıyor.

Kaynak

Örneğin yukarıda bulunan görselde; sol tarafta AK Parti öncesi, sağ tarafta ise AK Parti döneminde yolların gösterildiği iddia edilmiş. Ancak soldaki fotoğraf Türkiye’de bile değil; Hindistan’da kaydedilmiş.

Benzer şekilde kamuoyuna mal olabilecek güçte kişilerin söylemleri de abartılabilir, çarpıtılabilir. Cüneyt Özdemir’in ‘Cumhurbaşkanlığı için en uygun aday Ali Babacan’dır’ dediği iddiası bu tür dezenformasyona iyi bir örnek. Halbuki Özdemir aslında Babacan’ın uluslararası çevrelerde tanınırlığından bahsetmiş. Yani sözleri bağlamından koparılarak çarpıtılmış. Dolayısıyla bu örnekten hareketle kişilerin ifadelerini tam manasıyla anlayabilmek için söylemin tamamını dinlemek gerektiği sonucuna ulaşılabilir. Aksi halde ifade, hiç ilgisi olmayan yönlere çekilebiliyor. 

Diğer örnekte ise ‘Erdoğan’ın darlandığımda zam üstüne zam yapıyorum’ dediği iddia edilmiş. Ancak işin aslı, iddianın ortaya atılmasına neden olan ve Erdoğan’ın farklı bir etkinlikten alınan görüntüsüne 2018 AK Parti Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’ndaki zam tepkisi ses montajı olarak eklenmiş.

Tüm bu çarpıtmalara sayısal verilerin siyasiler ya da sosyal medya kullanıcıları tarafından abartılmasını da eklemek mümkün. Bu dönemde çarpıtılan anket ve araştırma sonuçları sosyal medyada sıklıkla yayılıma giriyor. Ekrem İmamoğlu’nun en başarısız belediye başkanı seçildiği iddiası araştırma sonuçlarının çarpıtılmasına örnek gösterilebilir. Bu iddiada İmamoğlu’nun büyükşehir belediye başkanları arasında beşinci sırada yer aldığı sonuç listesinde yalnızca beş başkan göz önünde bulundurulmuş. Böylelikle İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun sonuncu olduğu çıkarımı yapılmış.

Seçim sürecinde sahte seçim anketleri konusunda da dikkat olmak gerekir. İlgili anketlerin kim tarafından yapıldığı, güvenilirliği ve sonuçlarını sürekli olarak sorgulamakta fayda var. 

Sahte hesaplar kullanma

Son olarak, ünlü isimler adına açılan sahte hesaplardan yapılan politik paylaşımlar da oy kullanacak vatandaşları etkilemek için bir araç olarak kullanılabilir. Üstelik bir sahte hesap, yukarıda bahsedilen tüm dezenformasyon türlerinden de yararlanabilir; böylelikle dezenformasyonun etkisi iki katına çıkar. Dolayısıyla sosyal medya platformlarında takip ettiğimiz veya akışta önümüze düşen ünlü şahıs hesaplarının gerçekliği büyük bir önem taşıyor. Zira bu paylaşımlar mizahi amaçla yapılsa, hesap açıklamasında ‘not official’ uyarısı bulunsa, hesabı kullanan kişi kötü niyet taşımasa bile paylaşımın yarattığı etki son derece fazla olabiliyor.

1940’tan bu yana Türkiye’nin deprem karnesi

Türkiye’de depreme yönelik alınan kararlar ve atılan adımlar teoride ‘yeterli’ görünse de bu kararların pratikteki karşılığı konusunda soru işaretleri artıyor. 1940’tan bu yana çıkan deprem yönetmelikleri, 2001’de çıkarılan Yapı Denetim Kanunu ülkemizin deprem dayanıklılığını artırmaya yönelik çalışırken ‘İmar Barışı’ gibi düzenlemeler tam aksi etki yaratıyor.


Türkiye üstünde bulunduğu Anadolu levhasının Kuzey Anadolu ve Doğu Anadolu fayları doğrultusunda hareket etmesiyle geçmişinde son derece büyük depremlerle sınandı. Son yaşadığımız Kahramanmaraş depremleri de bu gerçeği bizlere yeniden hatırlattı. Yaşanan afetlerde yetkililer çoğunlukla depremin büyüklüğü, gece veya gündüz gerçekleşmesi gibi unsurların afetin neden olduğu maddi/manevi kayıpta belirleyici olduğunu ifade etse de depremin yıkıcılığında yalnızca bu detaylar öne çıkmıyor.

1999 Kocaeli depreminin ülkemizin deprem dayanıklılığı konusunda bir milat kabul edildiği ve bu tarihten sonra alınan yasal tedbirlerin binaların depreme dayanıklı olmasını sağladığı sıklıkla iddia ediliyor. Fakat son yaşanan depremlerde görece yeni yapılan binaların da yıkılması, yönetmeliklere uygun inşa edilen yapıların ağır hasarlar alması pek çoğumuzun kafasında soru işaretleri oluşturdu. Örneğin yeni binalar ağır hasar alırken hasar almayan ya da daha az hasar alan eski binaların da mevcut olması bu konudaki kafa karışıklığını artırıyor.

Peki nasıl oluyor da 1999 öncesinde yapılmış binalar ayakta kalabiliyorken sonrasında inşa edilmiş yapılar yıkılabiliyor? 

Bu soruya alanında uzman mühendis, mimar ve deprem bilimciler aracılığıyla cevap verilebilir. Boğaziçi Üniversitesi Deprem Mühendisliği Ana Bilim Dalı emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Mehmet Nuray Aydınoğlu, 1975’ten beri yapılan yönetmeliklerin iyi olduğunu söylüyor ve yönetmeliklerdeki esas amacın binanın ayakta kalması olduğunu da ekliyor. Yani aslında binanın sıfır hasarla depremi atlatması deprem yönetmeliğinin amacı değil. Dolayısıyla dönemin yönetmeliğine uygun yapılan 1999 öncesi yapıların da ‘en azından’ ayakta kalması beklenebilir.

Öte yandan, İnşaat Mühendisi Dr. Fatih Sütçü de 2018’den sonra deprem yönetmeliğinin çok katılaştığını ifade ediyor. 2011 Tohoku depremini örnek göstererek yönetmeliğe uygun inşa edilen binaların kesinlikle ‘içinden insanların çıkabileceği şekilde’ ayakta kalması gerektiğini belirtiyor. Üstelik bu durum depremin ne kadar büyük olduğuyla bağlantılı değil. Zira Sütçü, deprem ivmesinin yönetmelikten fazla olması durumunda da binaların yıkılmaması gerektiğini ekliyor.

İnşaat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Üyesi Gülsun Parlar da benzer şeyler söylüyor. Gülsun’a göre, yönetmelik küçük depremlerde yapıda hiç hasar olamaz, orta büyüklükteki depremlerde cephe, duvar ve benzeri gibi yapısal olmayan elemanlarda ufak hasarlar olabilir. Büyük depremlerde ise büyük hasarlar da olabilir. Fakat bina toptan göçemez, içinden insanı çıkarabilir. O halde Türkiye’nin deprem dayanıklılığını ele almak için yalnızca deprem yönetmeliğini değil, binaların inşasını etkileyen tüm yasal unsurları bir arada göz önünde bulundurmak gerekiyor.

Türkiye’de kullanılan deprem yönetmelikleri

1) Zelzele Mıntıkalarında Yapılacak İnşaata Ait İtalyan Yapı Talimatnamesi (1940)

1939 Erzincan depreminin ardından İtalyanca’dan Türkçe’ye çevrilerek doğrudan benimsenen yönetmelikte zeminin sağlamlığı ön planda. Dolayısıyla dolgu zeminlerde radye temel yönteminin kullanılması gerektiği belirtilmiş. Ancak bu yönetmelik, döneme uygun şekilde, ahşap ve yığma yapılarla ilgili koşul ve tasarımları içeriyor.

2) Zelzele Mıntıkaları Muvakkat Yapı Talimatnamesi (1944)

1939 Erzincan depreminin hemen ardından gelen 1942 Niksar, 1943 Adapazarı, 1943 Ladik ve 1944 Bolu depremlerinde yaşanan can kayıpları ve ekonomik kaybın ardından yeni bir talimatname hazırlanmış.

  • Üzerine yapı inşa edilemeyecek araziler bataklık, yumuşak zemin ve 1/3 eğimden yüksek araziler olarak belirlenmiş.
  • Farklı taşıyıcı sistem türlerindeki binaların yükseklik ve kat sayıları belirtilmiş.
  • Yapı için en önemli prensibin duvar-döşeme-direk gibi taşıyıcı elemanların birbirine bağlanması ve deprem anında birlikte çalışması olduğu tavsiye edilmiş.
  • Depremin etkisi sebebiyle bitişik nizam bölgelerde farklı taşıyıcı sistem türlerinin yapımına izin verilmemiş.
Kaynak (1945 Türkiye Yersarsıntıları Bölgeleri Haritası)
3) Türkiye Yersarsıntısı Bölgeleri Yapı Yönetmeliği (1949)

Türkiye’nin bu yıllarda deprem dolayısıyla verdiği kayıpların artmasıyla 10 yıl içinde üçüncü yönetmelik çıkartılmış. 1949 yönetmeliğinde en önemli yeniliklerinden biri deprem bölgelerinin harita olarak yönetmeliğe işlenmesi. Bölgeler tehlike derecelerine göre sınıflandırılarak yönetmeliğin ilk maddesine eklenmiş.

Öte yandan, bir önceki yönetmelikte kat sayısı ve bina yüksekliği belirlenen farklı taşıyıcı sistem türleri kategorileri deprem bölgelerine göre yeniden düzenlenmiş.

Kaynak

Yönetmeliğin diğer bir önemi, hareketli yüklerin deprem hesabına dahil edilmesi. Önceki yönetmeliklerde deprem hesabı yalnızca binanın zati ağırlığına bağlı olarak hesaplanmış.

Not: Zati ağırlık kiriş, kolon, döşeme, çatı gibi taşıyıcı elemanların ve bunların sıva, kaplama ve benzeri tamamlayıcı kısımlarının ağırlığına denmektedir.

4) Yersarsıntısı Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik (1953)

Bu yönetmelik genel olarak 1949’un revize edilmiş halinden oluşmuş. Deprem hesabı formülü aynı ancak birimlerin katsayıları detaylıca açıklanmış. Söz konusu yönetmelikte, zeminler deprem etkisini yansıtma derecelerine göre sınıflandırılarak her zemine her deprem bölgesinde farklı kat sayılar verilmiş. Dolayısıyla o tarihe kadar kullanılan en somut yönetmelik olarak öne çıkmış.

Kaynak
5) Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik (1962)

Önceki yönetmeliklerin devamı niteliğinde olan 1962 yönetmeliğinin temel prensibi diğerleriyle benzer. Ayrıca deprem bölgesine göre verilen katsayılarda zemin cinsinin yanı sıra bina yüksekliği de göz önünde bulundurulmuş.

6) Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik (1968)

1968 yönetmeliğinin diğerlerinden en önemli farkı betonarme elemanlarla ilgili temel hesaplamaların yapılması ve boyutların tanımlanması. Önceki yönetmeliklerde betonarme yapılardan bahsedilmesine rağmen yapıların tasarım prensiplerinden bahsedilmemiş. 1968’de betonarme elemanların boyutlarına dair koşullar tanımlanmış. Deprem hesabı da ayrıntılı hale getirilerek güncellenmiş. Yönetmelikte betonarme elemanlar ile ilgili belirlenen temel tasarım prensipleri şöyle:

  • Kolonlar tüm katlar boyunca sürekli olacak. Planda ise aynı doğrultuda olması sağlanacak.
  • Kolon-kiriş birleşim noktaları civarında etriye aralığı, bu elemanların ortasındaki etriye aralığının yarısı kadar olmalı. Ayrıca kolonlara ait etriyeler kirişler içinde de devam edecek.
  • Kolonların genişlikleri kat yüksekliğinin 1/20’sinden ve 24 cm’den küçük olmayacak.
  • Betonarme perde duvarlarının kalınlığı kat yüksekliğinin 1/25’inden ve 20 cm’den az olamaz.
  • Betonarme döşemelerin kalınlığı çatı döşemelerinde 8, diğer döşemelerde 10 cm’den az olamaz.
  • Birinci ve ikinci derece deprem bölgelerinde asmolen döşeme yapılamaz.
  • Kirişler en az 15×30 cm kesitinde olacak ve yükseklikleri kendilerine bağlantılı plak döşeme kalınlığının 3 katından fazla olacak.
7) Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik (1975)

Günümüz modern yönetmeliklerine en yakın özelliklere sahip olduğu bilinen 1975 yönetmeliği, hazırlandığı döneme göre deprem hesabını gayet iyi tahmin etmiş. Dolayısıyla bu dönemde yönetmeliğe uygun tasarlanan binaların mevcut depremlere karşı dayanıklı olduğu görülmüş. Yönetmelikte kullanılan haritayla ülkemiz dört deprem bölgesine ayrılmış. Harita, günümüz haritasına oldukça benziyor.

Kaynak (1972 Türkiye Deprem Bölgeleri Haritası)

Öte yandan, 1975 tarihli deprem yönetmeliği betonarme yapıların yoğun şekilde inşa edildiği döneme ait olduğu için betonarme elemanların tasarımına fazlasıyla yer verilmiş. Betonarme elemanların boyut ve donatılarına dair sınır değerler günümüz yönetmeliklerine yakın belirlenmiş. Deprem etkisi hesabı daha da detaylandırılmış; zemine bağlı ivme spektrumları ilk kez eklenmiş.

8) Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik (1998)

Depreme dayanıklı yapı tasarımının temel ilkelerinden kaynaklanan düzensizlikler konusunda ilk koşullar daha detaylı hale getirilmiş. Deprem bölgelerinde bulunan binalara etki edecek yatay deprem kuvvetinin hesabı için etkin yer ivme katsayısı, bina önem katsayısı ve tasarım spektrumu katsayıları belirlenmiş. Bu verilerle beraber kullanılacak hesap yöntemleri gösterilmiş. İlk kez eşdeğer yatay deprem yükü yöntemi, mod birleştirme yöntemi ve zaman tanım alanında hesap adı altında detaylandırılmış. Dolayısıyla bu gelişmelerle 1998 yönetmeliği daha akademik bir çalışmanın ürünü olarak ortaya çıkmış. Yani diğer yönetmeliklerden en önemli farkı daha bilimsel verilerle oluşturulması.

9) Deprem Bölgelerinde Yapılacak Binalar Hakkında Yönetmelik (2007)

1995 Kobe (Japonya) ve 1999 Kocaeli depremlerinin ardından hem dünyada hem Türkiye’de deprem yönetmeliklerinde ciddi değişimler yaşanmış. Özellikle Türkiye’de, 2007 yönetmeliği ile birlikte betonarme elemanların tasarımı deprem açısından değerlendirilip ‘TS-500 Betonarme yapıların tasarım ve hesap kuralları‘ adlı şartname ile desteklenmiştir. Türkiye’de hazır beton ve yapı denetim sistemi zorunlu hale getirilmiştir.

Dünyada ise, 1995 Kobe depreminden sonra kuvvet esaslı yaklaşımların olumsuz yanları ortaya çıkmış. Zira kuvvet esaslı yaklaşımlar ile tasarlanmış binaların depremde can güvenliğini sağlamış ancak deprem sonrası kullanılamaz hale gelmiş. Dolayısıyla ekonominin durmasına sebep olmuş. Bu deprem sonrası yapılan araştırmalar sayesinde kuvvet esaslı yaklaşımlara ilave olarak şekil değiştirme esaslı yaklaşımlar da kullanılmaya başlanmış.

Ayrıca 2007 yönetmeliğinde mevcut binaların şekil değiştirme esaslı yaklaşımlar altında performans analizine yer verilmiş. Bu açıdan mevcut yapıların değerlendirilmesi ve güçlendirilmesi için koşullar yönetmelikte ilk kez tanımlanmış.

10) Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği (2018)

1998’den sonra çıkarılan ilk kapsamlı yönetmelik olan 2018 yönetmeliğinin diğerlerinden en önemli farkı, yapılar için birden fazla performans hedefine göre tasarıma izin vermesi. Önceki yönetmeliklerde mevcut yapıların değerlendirilmesinde kullanılan performansa dayalı tasarım, söz konusu yönetmelikte yeni yapılarda da kullanılabilir hale geliyor.

Önceki yönetmeliklerde kullanılan deprem haritalarında ülke deprem bölgelerine ayrılarak deprem hesabı yapılıyor ancak 2018 yönetmeliğinde noktasal lokasyona bağlı olarak deprem tehlikesi hesaplanıyor. Deprem tehlikesi tek bir yer hareketi düzeyinde değil; dört farklı düzeyde tanımlanmış.

Ayrıca önemli ve yüksek binalarda uygulamaya ait hükümlere yer verilmiş.

Yapı Denetim Kanunu

Hazırlanan tüm bu yönetmeliklere, yönetmeliklerle belirlenen tüm kriterlere rağmen Türkiye’nin deprem dayanıklılığının pek değişmediği söylenebilir. Bu nedenle, 1999’da yaşanan iki yıkıcı depremin ardından, Yapı Denetim Kanunu 12 Ağustos 2001’de Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi. İlk aşamada, 9 sene 19 pilot ilde uygulanan kanun 1 Ocak 2011 itibarıyla tüm Türkiye genelinde uygulamaya kondu.

Peki nedir Yapı Denetim Kanunu?

Düzenleme, temelde, yapılaşma sürecinde ‘kanun denetimi’ etkinliğini artırmak amacıyla yapılmış. Bu amaçla birinci unsur olan projelerin denetimi belediye ve valilik gibi yerel yönetimlere; ikinci unsur olan yapı denetim faaliyetleriyse teknik uygulama sorumlusu, serbest çalışan mimar ve mühendislere bırakılmış.

Kanun, yürürlüğe girmesinden bu yana çeşitli yönetmelik ve genelgelerle desteklenmiş. Örneğin 13 Temmuz 2010 tarihinde kanunun tüm Türkiye’de yürürlüğe girmesinin hemen ardından yapılan değişiklik ile yapı denetim şirketleri ve laboratuvarlarda çalışacak denetçilerin deneyim süreleri 12 yıldan 5 yıla indirilmiş. 

Kaynak

Devlet hastanelerine sismik izolatör

Öte yandan, Sağlık Bakanlığı 2013’te devlet hastanelerinin deprem yalıtımıyla ilgili önemli bir karar almış. Bakanlık tarafından yayınlanan genelgeyle birinci ve ikinci derece deprem bölgelerinde inşa edilen, 100 ve üzeri yatak kapasiteli hastanelerde sismik izolatör kullanımı zorunlu hale getirilmiş.

Sismik izolatörler, yapıları bulundukları yüzeyden ‘izole’ etmek, yani ayırmak üzere tasarlanıyor. Deprem anında izolatörler deprem enerjisinin bir kısmını sönümlüyor ve oluşabilecek rezonans etkisinin önlenmesini sağlıyor. Böylelikle binalarda deprem hasarı oluşmuyor veya hasar hafif düzeyde kalıyor.

İmar ‘barışı’

Afet risklerine hazırlık kapsamında ruhsatsız ya da ruhsat ve eklerine aykırı yapıların kayıt altına alınması adına İmar Kanunu’na geçici bir madde eklendi. Bu maddeye göre 31 Aralık 2017’den önce yapılan ruhsat ve ruhsat eklerine aykırı yapılara ‘Yapı Kayıt Belgesi (YKB)’ düzenlenmesi sağlandı.

Yapı Kayıt Belgesi, yukarıda da söylendiği gibi, ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı olarak 31 Aralık 2017’den önce yapılan yapıların kayıt altına alınması ve kullanımına yönelik olarak verildi. İmar anlamında ilave bir hak sağlamasa da kayıtsız ve sağlıksız pek çok yapının yasal olarak kayıt altında tutulmasına yol açtı. Zira gecekondular, kat izni olmamasına rağmen sonradan çıkılan yüksek katlar, evlerin balkon gibi bağımsız bölümlerine yapılan eklentiler imar barışından yararlanılan durumlar arasında yer aldı. Düzenleme kapsamına yalnızca hazineye ait sosyal donatı için kesin tahsisli araziler üzerinde ve üçüncü şahıslara ait taşınmazlar üzerinde bulunan yapılar alınmadı. Dolayısıyla denetimsiz şekilde yapılmış veya değiştirilmiş birçok bina yasal hale getirildi.

Yapı Denetim Kanunu, 1940’tan bu yana çıkarılan afet ve deprem yönetmelikleri, Sağlık Bakanlığı tarafından 2013’te alınan deprem yalıtımı kararı deprem ülkesi Türkiye’de temel bir deprem hassasiyeti olduğunu gösteriyor. Ancak ruhsata aykırı yapılara Yapı Kayıt Belgesi sağlayan İmar Barışı gibi uygulamalar deprem hassasiyetinin süreklilik göstermediğini ortaya çıkarıyor. Öte yandan, yönetmeliklerin ne kadar uygulandığı, Yapı Denetim Kanunu’na ne derece uyulduğu veya Yapı Denetim şirketlerinin yetkinliği de hala sorgulanıyor. Örneğin 2007’de yenilenen yönetmelikte yalnızca yeni binaların değil mevcut binaların da güçlendirilmesine dair koşullar tanımlanmışken günümüzde güçlendirme çalışmaları hızla ilerleyemiyor. Dolayısıyla tüm bu bilgiler ışığında düşünüldüğünde, Türkiye’nin deprem dayanıklılığı depremin büyüklük derecesine tabi durumda kalıyor.

Yapay deprem, HAARP ve yer altı faaliyetleriyle mümkün olabilir mi?

İyonosfer katmanının özelliklerini ve davranış biçimini incelemek adına başlatılan HAARP’ın depremi tetiklemesi teorik olarak mümkün değil. HAARP istasyonu tarafından üretilen radyo sinyalleri yerin ancak 1 cm altına kadar nüfuz edebilirken depremler çok daha derinlerde gerçekleşiyor. Hidrolik kırılma gibi endüstriyel yer altı faaliyetleri ise depremleri tetikleyebiliyor. Fakat bu şekilde tetiklenen depremlerin büyüklüğü son derece az oluyor. Kahramanmaraş depremi büyüklüğünde bir yer sarsıntısını tetiklemek için ‘gözle görülmeyen’ çalışmalardan çok daha fazlasına ihtiyaç var.


6 Şubat 2023’te Kahramanmaraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçelerinde ilki 04.17’de, ikincisi 13.24’te olmak üzere iki ayrı deprem gerçekleşti. Bu iki depremin ardından ülke gündemi, çoğunlukla kurtarma çalışmaları, yaşanan doğal afetin nedenleri ve sonuçları üzerine yoğunlaşıyor. Deprem tektonik plakaların çarpışması veya birbirine doğru kaymasıyla meydana geliyor. Ancak depremlerin yapay yollarla üretilebileceği fikri son yıllarda en çok yayılan iddialar arasında yer alıyor. Dolayısıyla Kahramanmaraş depreminin de bu şekilde gerçekleştiğine dair pek çok sosyal medya paylaşımı bulmak mümkün. ‘Yapay deprem’ iddialarına temel olarak gösterilen nedenler ise HAARP veya petrol/gaz kuyularında yapılan çalışmalar.

Peki HAARP teknolojisiyle veya petrol/gaz kuyularında yapılan çalışmalarla ‘yapay deprem’ gerçekleştirilebilir mi?

Kaynak
Kaynak

HAARP nedir?

The High-frequency Active Auroral Research Program (HAARP), yani Yüksek Frekanslı Aktif Auroral Araştırma Programı, 1993’te ABD Hava Kuvvetleri ve ABD Donanması tarafından yürütülmeye başlanan ancak 2015’te Alaska Fairbanks Üniversitesi tarafından devralınan bir program. Amacı Dünya yüzeyinin yaklaşık 50-400 mil yukarısında, uzayın tam altında uzanan iyonosfer katmanının özelliklerini ve davranışını incelemek.

Kaynak

Alaska Fairbanks Üniversitesi’ne göre iyonosfer, nötr atom ve moleküllerden oluşan yeryüzüne yakın atmosfer katmanlarının aksine, hem pozitif hem de negatif yüklü parçacıkları içerir. Dolayısıyla nötr atmosferden daha farklı davranır.  Örneğin radyo sinyalleri atmosferin alt katmanlarından bozulmadan geçebilir ancak iyonosferden yönlendirilen sinyaller bozulabilir, tamamen yansıyabilir veya emilebilir. Bu ve benzer olayların anlaşılması, güvenilir iletişim ve enerji hizmetlerinin sürdürülmesi için önemlidir. Yani HAARP, gelişmiş iletişim/gözetim için iyonosferin özellikleri, potansiyel kullanımları üzerine temel araştırmaları devam ettirmek ve hatta geliştirmek için gerekli görülüyor.

HAARP bir gemi mi?

Kaynak

HAARP ile ilgili bir diğer yaygın inanış, programın bir gemisinin olduğu ve bu geminin gittiği yerde deprem ürettiğine yönelik oluşmuş. Ancak bu tarz iddialarda paylaşılan görselin HAARP ile bir ilgisi olmadığı gibi, program kapsamında çalışan bir gemi de bulunmuyor. İddialarda paylaşılan görselde deniz tabanlı erken uyarı radar sistemi olan SBX-1 yer alıyor. Kıtalararası saldırılara yönelik ‘erken uyarı’ sistemine sahip SBX-1 platformu, 2006’dan bu yana ABD Donanması tarafından kullanılıyor. Radar sisteminin kurulamadığı bölgelerde ‘seyyar’ radar işleviyle çalışıyor. HAARP ise ABD’nin Alaska eyaletinde bulunan bir istasyon.

Doğrula HAARP gemisi olduğu iddia edilen SBX-1 görüntüsünü incelemişti.

HAARP depremleri tetikleyemez

HAARP’ın sel, kasırga, kuraklık ve deprem gibi felaketlere yol açtığı iddiaları ise, programın başladığı yıllara dek uzanıyor. Ancak HAARP ne hava olaylarını ne de depremi tetikleyebilecek bir sisteme sahip değil. Alaska Fairbanks Üniversitesi web sitesinin HAARP kısmında programın hava durumunu kontrol veya manipüle edip edemeyeceği SSS (Sıkça sorulan sorular) bölümüne eklenmiş. Soruya, HAARP’ın ilettiği frekans aralıklarındaki radyo dalgalarının Dünya’nın hava durumunu oluşturan atmosfer katmanlarından ne troposferde ne de stratosferde soğurulmadığı şeklinde cevap verilmiş.

Reuters Kahramanmaraş depremi özelinde HAARP iddialarına yanıt vermek amacıyla çeşitli uzmanlardan görüş almış. Alaska Fairbanks Üniversitesi’ndeki HAARP program yöneticisi Jessica Matthews program sahasındaki araştırma ekipmanının doğal afetleri yaratamayacağını veya büyütemeyeceğini ifade etmiş. Cornell Üniversitesi’nden Profesför David Hysell de HAARP’ın diğer radyo vericilerinden daha büyük bir radyo vericisi olduğunu ve deprem yaratmasının teorik olarak mümkün olmadığını belirtmiş. 

Öte yandan, Colorado Boulder Üniversitesi Atmosfer ve Uzay Fiziği Laboratuvarı’nda araştırmacı bilim insanı olan David Malaspina konuyla ilgili HAARP’ın radyo dalgalarının güçlü bir radyo yayın istasyonuna benzediğini ancak bu radyo yayınının depreme neden olabileceği bilinen bir mekanizma olmadığını söylemiş.

Malaspina, bu tür radyo dalgalarının zemine 1 cm’den daha az nüfuz ettiğinin, depremlerin ise çok daha derinde meydana geldiğinin altını çizmiş. Örneğin Kandilli Rasathanesi’ne göre Pazarcık merkezli depremin derinliği 5 kilometre iken Elbistan merkezli depremin derinliği 16,4 kilometreydi. Yani Kahramanmaraş depremlerinin HAARP teknolojisiyle tetiklenmiş olması mümkün değil.

Petrol/gaz kuyularında yapılan çalışmalar depreme neden olabilir mi?

Yapay depremlere neden olduğu düşünülen diğer uygulama ise petrol veya gaz kuyularında yapılan arama çalışmaları. Örneğin Kahramanmaraş depreminin altında yatan nedenin bölgede yapılan petrol arama çalışmaları olduğu iddia edildi. Ancak petrol veya gaz arama çalışmalarının bu kadar büyük bir depremi tetikleme olasılığı yok. Üstelik yukarıdaki iddiada bahsedildiği gibi çalışmayı ABD’li şirket değil; Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) yapıyor.

Petrol/gaz kuyularında yapılan çalışmaların depreme neden olup olamayacağıyla uzmanların görüşleri mevcut. Örneğin ünlü Fransız jeolog ve deprem bilimci Xavier le Pichon, 29 Ocak 2019’da Prof. Dr. Celal Şengör ile birlikte katıldığı Teke Tek programında benzer bir soruya cevap vermiş. Programda beklenen İstanbul depreminin ne zaman yaşanacağı, tahmini büyüklüğü ve şiddetinin yanı sıra genel olarak deprem olgusuna dair merak edilenler de konuşulmuş. Xavier le Pichon’un Fatih Altaylı’nın yapay depremler ile ilgili sorduğu soruya cevabı bu anlamda yardımcı olabilir:

A: Dışarıdan müdahaleyle bir deprem tetiklemek mümkün mü? Bir manyetik güçle? Çünkü İstanbul depreminden sonra böyle çok dedikodu ortaya atıldı. Hatta işte Amerika’nın bazı deneylerle böyle şeyler yapabildiği söylendi. Bir dış etkenle bir depremi tetiklemek, bir fay kırılmasını başlatmak olası bir şey midir?

P: Söz konusu olan güçler müthiş güçler. Bunu insan yapamaz. Ama yapabileceği şey şu; -ki bunu yapmayı biliyoruz ve yapıyoruz- fayın direncini değiştirebiliriz. Bir sürtüşme var. Sürtünme var, sürtünme bloke olduğunda depremin oluşmasını engelliyor. Mesela fayın içine sıvı enjekte ettiğinizde, bu direnç düşüyor ve bir deprem oluşabiliyor. Bunu yapıyoruz, yapabiliriz. Birçok noktada, mesela Amerika’da, başka yerlerde şist gazı (kaya gazı) araştırmaları yapılırken enjekte ettiğimiz sıvı bir depreme yol açıyor ve kayayı kırıyoruz. Yani burada depremi biz oluşturmuş olmuyoruz. Mevcut fayın direncini kırmış oluyoruz. Tak diye bir anda deprem oluşmuş oluyor. Ve evet, depremleri oluşturmak/yaratmak değil de harekete geçirebiliriz, küçük depremleri. Petrol şirketleri bunu yapıyorlar sık sık.

Hidrolik kırılma nedir?

Xavier le Pichon’un yukarıda verilen Teke Tek programında anlattığı hidrolik kırılma, derin kaya oluşumlarında çatlaklar oluşturmak amacıyla kuyu deliğine basınçlı sıvı enjekte edilmesinden ibaret. Bu çatlak ve kırıklar, yerin altında bulunan petrol veya gazın çatlaklardan daha serbest bir şekilde akmasını sağlamak amacıyla oluşturuluyor.

Kaynak

Elbette, tartışmalı bir yöntem olan hidrolik kırılmanın riskleri de mevcut. Ancak bu riskler iddialarda bahsedildiği gibi Kahramanmaraş depremi büyüklüğündeki afetleri oluşturabilecek düzeyde değil. Uygulamanın olası çevresel etkileri arasında yeraltı suyunun kirlenmesi, tatlı su kaynağının bitmesi, hava kalitesinin düşmesi, gürültü kirliliği, yüzey kirliliği ve tetiklenen depremler yer alıyor.

Büyük bir deprem gücünün gizlice oluşturulması mümkün değil

İnsan Kaynaklı Deprem Veritabanı HiQuake, depremleri tetiklediği ya da meydana getirdiği öne sürülen endüstriyel projelerin güncel veritabanını sunuyor. HiQuake’in kaynak olarak gösterdiği makalelerden biri Gillian R. Foulger, Miles P. Wilson, Jon G. Gluyas, Bruce R. Julian ve Richard J. Davies tarafından kaleme alınan ‘İnsan kaynaklı depremlerin küresel incelemesi’ başlıklı makale. Burada maksimum sayısal değerlerin belirsizliğinden, projenin ve ilgili fayda bulunan stres miktarının öneminden bahsedilse de endüstriyel faaliyetlerin büyük depremleri oluşturma ihtimalinin az olduğunun da altı çizilmiş. Örneğin makalenin yazıldığı tarihe kadar (2018) sıvı enjeksiyonu ile tetiklendiği bildirilen en büyük depremin 5,8 büyüklüğünde olduğu yazılmış.

Evrim Ağacı da yer altı faaliyetleriyle meydana gelen depremlerin küçük çapta olduğunu söylüyor. Üstelik bu depremler sadece açıkça yapılabilen ve dolayısıyla kolaylıkla tespit edilebilecek yöntemlerle meydana gelebiliyor. Yani, Kahramanmaraş depremi gibi büyüklüğü son derece fazla olan depremlerin, hidrolik kırılma gibi gözle görülmeyen uygulamalar sonucunda gerçekleşmesi mümkün değil.

Yukarıda da söylendiği gibi, depremlerin çoğu, Anadolu levhası gibi tektonik plakaların çarpışması ve birbirine doğru kaymasıyla meydana geliyor. Dünya’daki tüm depremlerin yaklaşık %80’i ise ‘ateş çemberi’ olarak adlandırılan Pasifik Okyanusu kenarlarında gerçekleşiyor. Ülkemiz Dünya’nın bu kısmında yer almamasına rağmen bir deprem bölgesi; çünkü üzerinde yerleştiğimiz Anadolu levhası hala hareket halinde. Bu nedenle Türkiye’deki deprem gerçeğini kabullenmek, yapıların bu gerçeğe uygun şekilde inşa edilmesini sağlamak ve küçük yaştan itibaren herkese deprem eğitimi almak izleyebileceğimiz yollar arasında sayılabilir. Ancak deprem için HAARP teknolojisini veya yer altı faaliyetlerini suçlamanın bize bir faydası olmayacaktır.

Deprem Kahinleri: Depremleri önceden tahmin etmek mümkün mü?

6 Şubat 2023 sabah 4.17’de, merkez üssü Gaziantep’in Şehitkamil ilçesi olan ve richter ölçeğine göre 7,7 büyüklüğünde olduğu bildirilen deprem, Kahramanmaraş, Hatay, Adana, Kilis, Şanlıurfa, Adıyaman, Malatya ve Diyarbakır gibi komşu illerden de şiddetli bir şekilde hissedilmişti. Aynı gün öğlen saat 13.24’te Kahramanmaraş’ın Ekinözü ilçesinde 7.5 büyüklüğünde bir başka ilksel deprem meydana gelmişti. Ulusal ve uluslararası yardıma ihtiyaç duyulduğuna dair bir aciliyet durumu bildiren 4. seviye alarm verildi. Arama kurtarma çalışmaları sonucunda birçok vatandaşın cansız bedenine ulaşılırken, bölgeye sevk edilen sağlık ekipleri yaralıları enkaz altından kurtardı.

Deprem gibi yıkım gücü oldukça yüksek olan doğal afetler ile alakalı sosyal medyada anonim kalarak dezenformasyon yaratan birçok gönderiye denk geliyoruz. Sözümona ‘kahin’ olduğunu iddia eden ve herhangi bir pozitif bilime dayanmaksızın geleceğe dair birtakım senaryolar üreten bu kişiler paylaşımlarıyla ne yazık ki epey etkileşim alıyor ve yanlış bilgiyi yaymaya devam ediyor.

Depremler tahmin edilebilir afetler mi?

Bilimin gelişimi sayesinde bazı teknolojik aygıtlar kullanarak, hava durumu ya da iklim değişimleri gibi olguları tam anlamıyla olmasa da büyük oranda doğruya yakın saptayabiliyoruz. Peki yaşandığı bölgede felaket yaratan büyük depremleri önceden tahmin edebilmek mümkün mü? Her ne kadar ‘sözde bilimciler’ bu soruya “kesinlikle tahmin edilebilir” gibi peşin hüküm bir cevap verse de, gerçek bilim insanları bunun günümüz bilimsel koşulları dahilinde mümkün olamayacağı konusunda hemfikirler.

Depremler yerin kilometrelerce altında gerçekleşen ve belli bir jeolojik zamanda meydana gelen tektonik hareketlerdir. Dolayısıyla, herhangi bir fay hattı üzerinde yaşanan bir depremin ne zaman gerçekleşeceğini tahmin etmek şu anda mümkün değil. Günümüzde, yerküredeki sismik açıklıkların, ileride nerelerde depreme neden olabileceğine dair bazı tahminler yapabiliyoruz. Bir başka deyişle, uzmanların artık kaçınılmaz olarak gördüğü beklenen büyük İstanbul depremi için, fay hatlarının sıkışması, stres altında kalması gibi bazı jeolojik hesaplamalara göre depremin hangi yıllar arasında gerçekleşebileceğine dair bazı tahminleri bulunuyor. Ancak uzmanlar yine de bu tahmin hesaplamalarının kesinlik taşımadığını altını çizerek belirtiyorlar.

ABD Jeoloji Araştırmaları Kurumu’na (USGS) göre de gelecekte ne zaman deprem olacağını tahmin etmek mümkün değil. Ancak günümüzde halen geliştirilen erken uyarı sistemi ile deprem olur olmaz depremi ölçümlemek ve henüz yıkıcı etkisi hissedilmeden insanları güvenli bir alana tahliye edebilmek için uyarılar gönderebilir. Araştırmacılar, şuan birçok ülkede denemesi yapılan bu yöntemin, ileride deprem kaynaklı can kaybının büyük ölçüde azalacağına inanıyorlar.

Medyanın “Gökbilimci” olarak pazarladığı Frank Hoogerbeets kimdir?

Depremin ardından sosyal medyada tuhaf bir yayılıma denk gelmiştik. Bazı kullanıcılar, Frank Hoogerbeets isimli kişi, deprem olmadan birkaç gün öncesinde, er ya da geç Türkiye’nin güney merkezi, Ürdün ve Suriye’yi içine alan bir bölgede 7,5 büyük büyüklüğünde bir deprem olacağına dair bir Tweet attı.

Ancak bu halihazırda bilinen bir gerçekti. Güneydoğu bölgesindeki olası deprem, uzmanlar tarafından da sık sık dile getiriliyordu. Çünkü bölgenin jeolojik yapısı ve bilimsel araştırmalar bu depremin gerçekleşeceğine dair ciddi ipuçları veriyordu. Nitekim 6 Şubat 2023 tarihinde de ne yazık ki bu deprem gerçekleşti.

Frank Hoogerbeets’in deprem ile alakalı Tweet’i

Deprem olur olmaz sosyal medya kullanıcıları haber almak için Twitter’a akın ettiler. Hasbelkader bu paylaşımın öne çıkmasıyla Tweet 40 milyonun üzerinde görüntülenme ve binlerce etkileşim aldı. Hatta, işbu paylaşımdan birkaç saat önce, Hoogerbeets’in takipçi sayısı 44 binken, Tweet gündem olduktan sonra profilinde güncel olarak 954 bin takipçiye ulaştığını görüyoruz. Bu da bize insanların doğru tutan tahmin veya kehanet gibi bilimdışı konulara ne kadar ilgi duyduğuna dair bir ipucu veriyor.

Gelelim Hoogerbeets’in sözde mucizelerine. Öncelikle konuyu irdelemeye, bu kişinin kişisel özgeçmişinden başlıyoruz. Kendisi, şahsi Twitter hesabında “araştırmacı” olduğunu belirtiyor. Bunun yanında Solar System Geometry Survey (SSGS) isimli bir oluşumun da kendisi ile ilişkili olduğunu görüyoruz. SSGEOS’yi araştırdığımızda, web sitelerinin hakkında bölümünde “Sismik aktivite ve diğer fiziksel etkilere neden olabilecek gök cisimleri arasındaki geometriyi izlemek için bir araştırma enstitüsüdür.” şeklinde ile tanımlıyorlar. Twitter hesaplarında da görüldüğü üzere, dünyada gerçekleşen depremlerin ‘gök cisimlerinin hareketleri’ ile bağdaştıran birtakım bulgular elde ettiklerini öne sürüyorlar.

SSGEOS Web sitesi – Hakkımızda bölümü

Web siteleri görünüş itibarıyla 2000’lerin başındaki internet sitelerine benzeyen bu oluşumun, bilimsel bir üniversite ya da akademik kuruluş ile herhangi bir bağlantısını göremedik. İnternette yaptığımız kısa bir araştırmayla da, bu oluşumu referans olarak gösteren bir bilimsel yazıya ulaşamıyoruz.

Türkiye’deki haber sitelerinde mütemadiyen, Hoogerbeets’in “Gökbilimci” unvanı ile servis edildiğini görüyoruz.

Frank Hoogerbeets’in ismini bir akademik makale arama veri tabanı olan Google Scholar’da araştırdığımızda, bu sözde gökbilimci kişiye dair herhangi bir atıfa rastlamıyoruz. Aynı şekilde üniversiteler bazında tarama yaptığımızda da bir üniversite bünyesinde akademik olarak bir çalışmasına denk gelmiyoruz. Dolayısıyla bilim yaptığını iddia eden fakat tamamıyla merdiven altı bir gökbilimci olan bu kişinin itibar edilmemesi gerekirken; haber sitelerinin ve sosyal medya kullanıcılarının birkaç tık uğruna etkileşim almak maksadıyla bu ismi ve safsatlarını yaydığını görüyoruz.

Gök cisimlerinin pozisyonları ve hareketleri, deprem habercisi mi?

Medyanın “gökbilimci” olarak servis ettiği fakat bilimsellik ile zerre kadar ilgisi olmayan bu kişinin 6 Şubat’ta yaşadığımız deprem ile alakalı kehanetinin referans noktası “gök cisimlerinin hareketleriydi”.

Bu hipotez elbette Amerika’nın keşfi kadar enteresan değil. Çünkü bu 1800’lerden bu yana yaygın olarak inanılan bir görüş. Dolunayın ya da diğer gezegenlerin hareketlerinin depreme etki etmediği bilimsel bir gerçek ve uzmanlar bu konuda ittifak halinde. Şimdiye kadar modern cihazlarla ölçümlenmiş büyük depremlerde gökyüzü hareketlerinin belli bir hareket ya da pozisyon halinde bulunduğuna dair somut bir kanıt yok. Her ne kadar Dünya’nın, Güneş ve Ay’la kütle çekim yasası gereği bir yörüngesi bulunsa da bu çekim, gezegenimizin üzerindeki levhaları hareket ettirebilecek kadar yüksek değil. USGS bünyesinde araştırma yapan Susan Hough, dünyanın konumunun depremler üzerinde belirleyici etkisi olmadığını belirterek, bu durumun insan algısı ile alakalı olduğunu şu ifadelerle aktarıyor:

***

“Birincisi, insanların bulutlardaki hayvanları görmek gibi rastgele verilerde kalıplar bulmaları. Dolunayda veya yılın en kısa gününde büyük bir deprem meydana geldiğinde, insanlar tesadüfe önem verme eğilimindedir. Bir kalıba uymayan büyük depremler meydana geldiğinde, hemen yanımızdan kayma eğilimindedir. “

***

Sonuç olarak depremi önceden bilmek gibi uç fikirleri şimdilik rafa kaldırmak gerekiyor. Deprem gibi etkileri yıllar sonra bile ancak telafi edilebilen doğal afetler yalnızca gerçek bilim ile tespit edilip, önlemi alınabilir. Daha fazla etkileşim almak için sosyal medyayı bulandırıp doğru bilgiye ulaşmaya engel olan şahısları veya kurumları ciddiye almamak, onları etkileşim ile beslememek gerekiyor. Tabii bu ne kadar mümkün olabilirse.

İlginizi çekebilir:

  • Deprem öncesi, esnası ve sonrası için doğru bilinen yanlışlara değindiğimiz yazımız.
  • Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan ile deprem ile alakalı yanlış bilinenler hakkında gerçekleştirdiğimiz röportaj.

Afet anlarında dezenformasyondan nasıl korunuruz?

Türkiye ne yazık ki yangın, sel, deprem gibi doğal afetlerin sık sık yaşandığı bir coğrafya. Bu yaşanan felaketlerin ardından insanların bilgi aldığı yer çoğu zaman sosyal medya platformları oluyor. Fakat sosyal medyada kriz anlarında yanlış bilginin yayılımı daha hızlı oluyor. Doğrudan duygularımıza hitap eden görüntü ve içerikle risk barındıyor. Bu risk paylaşılan içeriklerin yanlış olması ve neden olduğu etkiler ile alakalı. Doğal afetin yaratmış olduğu olumsuz durumlarla mücadele ederken yanlış bilgi ile de mücadele etmek gerekiyor. Çünkü dezenformasyona neden olan paylaşımlar kişide olumsuz duygulara neden olabilir, yardım ekiplerini yanlış yönlendirebilir ve mağdurların artmasına yol açabilir. Bunun için bu gibi durumlarda sosyal medyada bilgi alırken dikkat etmemiz gereken bazı şeyler var.

Görüntülerin güncelliğini kontrol edin

Deprem, sel ve yangın gibi doğal afetlerin sonrasında, olay anını veya sonrasını gösteren görseller sosyal medyada en çok paylaşılan içerikler arasında yer alıyor. Ancak bu görseller kimi zaman gerçeği yansıtmadığı gibi kimi zaman da popülarite kazanmak amacıyla paylaşılıyor. Bu görsellere maruz kalmak ne afetzedelere ne de bu durumu uzaktan takip eden vatandaşlara bir fayda sağlamıyor; aksine onları olumsuz etkileyebiliyor.

Bu nedenle en azından karşılaşılan görsellerin doğruluğundan emin olmak, afet karşısında yaşanacak olumsuz hissin azalmasına yarayabilir. Bunun için şüphelendiğiniz görsellerin kaynağına, tersine arama metoduyla ulaşabilirsiniz. Görseller geçmiş zamanlarda yaşanan afetlere ait veya dijital müdahaleyle değiştirilmiş olabilir.

Konumu doğrulayın 

Son zamanlarda afet sonrasında sosyal medyada en fazla paylaşılan içerik, afetzedelerin yardım mesajları oluyor. Geçmişte bu tarz mesajlarla kişilerin kurtarılması mümkün olmuştu. Ancak bu yardım mesajları olaya hassasiyet gösteren sosyal medya kullanıcıları tarafından sorgulanmadan paylaşılabiliyor. Eğer paylaşılan konum içerikli yardım mesajları dezenformasyon içeriyorsa bu, bölgedeki ekiplerin yanlış yönlendirilmesine neden olabilir. Bu durum yardıma esas ihtiyacı olan kişilere yardımın ulaşılmasını geciktirebilir. Paylaşılan konuma harita üzerinden bakarak bu bölgenin afet bölgesi olup olmadığını ve yardım edilmesi gereken bir durum olup olmadığı resmi kaynaklardan doğrulanabilir.

Resmi ve güvenilir kaynaklardan bilgi alın

Doğal afet esnasında ve sonrasında olay yerinden haber alabilmek önem arz ediyor. Çoğu kişi olay yerinden bir an önce haber alabilmek istiyor. Ancak sosyal medyada aceleyle taradığımız paylaşımlar genellikle bize doğru bilgiyi vermiyor ve endişe düzeyini artırıyor. Bu nedenle haber kaynağının resmi ve güvenilir olması gerekiyor. Bu anlamda akla ilk gelen kaynaklar elbette devlet kurumları. Sosyal medyadan İçişleri Bakanlığı’nın, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın (AFAD), söz konusu bölgedeki belediyenin, valiliğin veya kaymakamlıkların resmi hesaplarını takip etmek faydalı olabilir.

Öte yandan ilgili afet alanında uzmanlaşan kişi ve kurumlar da takip edilebilir. Örneğin bir depremde öncelikli olarak takip edilmesi gereken kurumlar arasında Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü de yer alıyor.

Kahin mesajlarına aldanmayın

Yaşanan bir doğal afetin ardından sosyal medyada bazı teoriler gündeme gelir ve tartışılır. Doğal afetin büyüklüğü ve yıkıcılığı karşısında bilimsel kaynağı olmayan asılsız komplo teorilerine kulak asmayın. Depremin önceden tahmin edilmesi kahinlik veya müneccimlik değildir. Olası bir deprem hakkında yer ve zaman tahmini yapmak bilimsel kaynaklar ile mümkün. Alanında uzman kişiler, bilimsel kaynaklardan yararlanarak bu tahminlerde bulunabilir. Uzman görüşü ile komplo teorisyenliğini karıştırmayın.

Birden fazla kaynaktan yararlanın

Kriz anlarında pek çok platformdan bilgi akışı ile karşılaşırız. Bu bilgileri birkaç yerden kontrol etmek de fayda var. Haber takibini birkaç kanaldan yapmak doğru bilgi edinmemizi kolaylaştıracaktır. Resmi kaynaklar, medya kanalları, uzman kişiler ve saha çalışanlarından aldığınız bilgileri karşılaştırın.

Kesinliğinden emin olmadan yardım mesajlarını paylaşmayın

Bir afet sonrası olay yerindeki kazazedelerden pek çok yardım talebi gelebiliyor. Bu tarz yardım taleplerinin sosyal medyada paylaşılması ulaşım hızı ve etkileşim sayısı bakımından daha etkili bir çözüm üretse de bazen suistimal edilebiliyor. Yardım talebi içeren paylaşımdaki cümlelerin aynısı başka hesaplar tarafından da paylaşıldığı zaman şüphe uyandırıyor. Afetten etkinlenenlere yardımınızı resmi kurumlar aracılığıyla yapın.

Hedef gösterici paylaşımlardan uzak durun

Doğal afet karşısında insanların yaşadığı üzüntü, kısa sürede öfkeye dönüşebiliyor. Afet durumlarında duygusal tepki göstermek doğal olsa hedef gösterici paylaşımlar yapmak bir çözüm sunmayacaktır. Kişilere veya kurumlara yönelik suçlayıcı paylaşımlar yapmak krizi daha da büyütecektir.

Sosyal medya etiketlerine karşı dikkatli olun 

Gündemi yakından ilgilendiren meselelerde sosyal medyada kullanılan etiketler (hashtagler) kısa sürede bot hesaplar tarafından manipüle ediliyor. Kısa sürede etkileşim yakalamak isteyen hesaplar, kriz anlarında sosyal medyada kullanılan etiketlerin altında konudan bağımsız paylaşım yapıyorlar. Bu etiketler altında paylaşılan görüntülere şüpheyle yaklaşın.