fbpx

Türkiye penceresinden Paris İklim Anlaşması

27 Eylül 2021 tarihinde yaptığı açıklamada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Paris İklim Anlaşması’nı gelecek ay Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde onaylayama kararı aldıklarını bildirdi. Bu karara muhalefet partilerinde İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’den de destek geldi. Ana muhalefet partisi CHP de Paris İklim Anlaşmasının bir an önce imzalanması gerektiğini dile getirmişti. Erdoğan’ın bu açıklamasından sonra Paris İklim Anlaşması sosyal medyada gündeme geldi. 6 Ekim 2021’de de Türkiye Büyük Millet Meclisi anlaşmayı onayladı ve anlaşmayla ilgili kanun Resmi Gazete’de yayınlandı. Doğrula olarak biz de Paris İklim Anlaşması ile ilgili önemli gördüğümüz bilgileri sizinle paylaşmak istedik.

Paris İklim Anlaşması nedir?

Paris İklim Anlaşması küresel ısınmayı kontrol altına almayı amaçlayan uluslararası bir anlaşmadır. Yasal olarak bağlayıcılığı olan anlaşma Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’nda 12 Aralık 2015 tarihinde 196 ülke tarafından imzalanmıştır. 4 Ekim 2016’da da yürürlüğe girmiştir. Anlaşmanın hedefi küresel ortalama yüzey sıcaklığının artışını, endüstri dönemi öncesine göre, 2 derece ile sınırlandırmaktır. Dahası mümkünse artışı 1,5 dereceye düşürmektir. Anlaşmayı Türkiye dahil 192 ülke onaylamıştır. Libya, Eritre, Yemen, İran ve Irak ise anlaşmayı imzalamış ama henüz onaylamamıştır.

Paris İklim Anlaşması’nın önemi

Küresel ısınmayı kontrol etmek için ülkelerin işbirliği yapmasına ihtiyaç vardır. Bu anlaşma ile de o sağlanmaktadır. Benzer bir anlaşma olan Kyoto Protokolü 2020 yılında sona erecektir. Kyoto Protokolü’nden çok daha geniş kapsamlı olan Paris İklim Anlaşması ile 2050 yılında sıfır karbon gazı salınımını hedefini gerçekleştirmek için ülkeler bir an önce karbon gazı salınımında zirveyi görüp oradan bu salınımı azaltmayı hedeflemektedir.

Paris İklim Anlaşması çerçevesinde işbirliği

Paris İklim Anlaşma çerçevesinde ülkeler arasında işbirliği yapılması amaçlanır. Bu işbirliği ile gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere karbon gazı salınımını azaltma konusunda finansal açıdan destek olması beklenmektedir. Örneğin gelişmiş ülkeler fosil yakıtlardan yenilebilir enerjiye dönüşümü için gelişmekte olanlara hibe veya kredi sağlayabilir. Diğer bir işbirliği konusu ise ülkelerin birbiri ile teknoloji paylaşımı yapmasıdır. Karbon gazı salınımını azaltacak teknolojilerin paylaşımı ve işbirliği yaparak geliştirilmesi hedeflenmektedir. Son olarak ise gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere kapasitelerini geliştirmeleri konusunda destek olmaları beklenmektedir.

Ulusal Katkı Beyanı

Anlaşmanın amaçlarını gerçekleştirmek için bu anlaşmaya üye devletler Ulusal Katkı Beyanı’nda bulunmaktadır. Bu beyan ile devletler kendi şartlarına göre gelecek yıllar için karbon gazı salınımı hedefini açıklar ve buna uymada taahhütte bulunur. Devletlerden her beş yılda bir bu hedeflerinde iyileştirmeler yapması beklenir. Bu hedef dört şekilde belirlenebilir. Bunlar mutlak azaltım, tavan emisyon yılı, referans senaryodan azaltım ve emisyon yoğunluğu hedefidir. Türkiye de anlaşmayı onaylamasa da bu beyanda bulunmuş ve referans senaryodan azaltım ile hedeflemiştir.

En çok karbon gazı salınımı yapan ülkeler ve anlaşmaya göre hedefleri

ÜlkelerDünya’daki Karbon Gazı Salınımı oranıSıfır Karbon Gazı Salınımı Hedef Yılı
1.       Çin%29.182060
2.       ABD%14.022050
3.       Hindistan%7.09
4.       Rusya%4.65
5.       Japonya%3.472050
6.       Almanya%2.172045
7.       Kanada%1.892050
8.       Iran%1.80
9.       Güney Kore%1.692050
10.   Endonezya%1.48
11.   Suudi Arabistan%1.45
12.   Brezilya%1.292050
13.   Meksika%1.232050
14.   Avustralya%1.162050 – 2100
15.   Güney Afrika%1.092050
16.   Türkiye%1.03
17.   İngiltere%1.032050
18.   İtalya%1.002050
19.   Fransa%0.932050
20.   Polonya%0.832050

 

Bu tabloya göre ABD ve Çin dünyadaki karbon salınımın yaklaşık yüzde 40’nı oluştururken ilk beş ülke de %60’a yakınını oluşturmaktadır. Ülkeler ayrıca 2030 yılı için de hedefler koymaktadır. Dünya’daki karbon salınımını %30’na yakınını oluşturan Çin 2030 yılına kadar karbon salınımında zirveyi görüp sonra karbon salınımını azaltmayı planlamaktadır. Küresel ısınma artışında 2-3 derece arasını hedeflemektedir. Yeşil enerjinin payını ise %15.3’ten %25’e çıkarmayı hedeflemektedir. Trump yönetiminde anlaşmadan ayrılan ABD Biden ile beraber anlaşmaya geri dönmüştür. ABD 2030 yılında karbon gazı salınımında 2005 seviyesinin %50 altına inmeyi planlamaktadır. Bu hedefe ulaşırsa ABD kendisi için 2 derecelik hedefe ulaşmış olacak. Hindistan’ın ise 2030 hedefleri bir hayli düşüktür. Hindistan 2030’da küresel ısınma artışında 4 dereceyi hedeflemektedir.

Türkiye Paris İklim Anlaşması’nı bugüne kadar neden onaylamadı?

Cumhurbaşkanı gelecek ay anlaşmayı onaylayacağını açıklasa da bu zamana kadar anlaşma onaylanmamıştı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na göre Türkiye iki konuda anlaşamamaktadır. İlk olarak Türkiye finansal ve teknoloji desteği konusunda Türkiye’ye benzer ülkelerle aynı şekilde muamele görmek istemektedir. İkinci olarak Türkiye ekonomik büyüme, nüfus artışı gibi sebeplerden dolayı mutlak emisyon azaltımı yapması imkansızdır. Türkiye anlaşmaya göre gelişmiş ülkeler içinde yer almaktadır. Gelişmiş ülkelerin sorumluluklarını alması beklenmekte ve finansal destek alamamaktadır. Türkiye ise yenilenebilir enerji için Yeşil İklim Fonu’ndan kredi almak istemektedir.

Türkiye’nin hedefi ve muhtemel sera gazı salınım oranı

Anlaşmayı onaylamasa da Türkiye de 2030 yılı ve 2050 yılı için hedeflerini açıklamıştır. Türkiye 2050 yılında 1,5 derece hedefine ulaşmayı beklemektedir. 2030 yılı içinse Türkiye hiçbir şey yapmazsa karbon gaz salınımının 1 milyar 175 tona çıkacağını söyler ve alınacak önlemlerle 929 milyon tonda tutulacağı yani “artıştan %21 oranında azaltım” hedeflemektedir.
Türkiye’nin karbon gazı salınımı 2019 yılında 506,1 milyon tondur. Verilere Türkiye’nin 2017’den sonraki karbon gazı salınımı azalmaktadır. Türkiye 2030 yılına kadar karbon gazı salınımının 939 milyon tona ulaşması için her yıl yaklaşık 40 milyon ton karbon gazı salınımını arttırmalıdır. Önceki tarihlerin verilerine baktığımızda da bu düşük bir olasılık gibi gözükmektedir. Yani 2030 yılı için Türkiye daha iyi bir hedef koyması mümkündür.

Kaynak: TÜİK

Paris İklim Anlaşması hakkındaki bazı iddialar

Paris İklim Anlaşması gündeme gelince pek çok anlaşma hakkında pek çok iddiada ortaya atıldı.

İddia 1: Paris İklim Anlaşması hayvancılığın yok olmasını sağlayıp yerine yapay etin getirilmesini sağlayacak.

Yanlış

Paris İklim Anlaşması’nda hayvancılık ile ilgili herhangi bir madde bulunmamaktadır. Gıda ile alakalı ise Paris İklim Anlaşması gıda güvenliğinin sağlanmasının ve açlığın bitirilmesinin temel öncelik olarak kabul edilmesini belirtir. Ayrıca, küresel ısınmanın gıda üretimine yaptığı olumsuz etkinin dikkate alınmasını ister. Küresel ısınmanın olumsuz etkilerine uyum sağlarken de gıda üretiminin tehlikeye atılmaması gerektiğini söyler. Diğer yandan Birleşmiş Milletler’in Gıda ve Tarım Örgütü’ne göre dünyadaki karbon gazı salınımının %14.5’u hayvancılıktan kaynaklamaktadır. “Sığır eti ve sığır sütü üretimi” ise hayvancılıktan dolayı karbon gazı salınımının %65’ni oluşturuyor. Karbon gazı salınımının azaltılması için ise et tüketiminin azaltılıp yerine sebze tüketiminin arttırılması öneriliyor. Bir araştırmaya göre de Paris İklim Anlaşması’nın hedeflerine ulaşmak için gıda üretiminde de değişime gidilmesi gerekiyor. Fakat şu anlık yapay et üretimine dair bir çözüm önerilmemektedir. Yapay et ile ilgili araştırmamıza buradan bakabilirsiniz.

İddia 2: Karbon gazı salınımına en çok sebep olanlar sorumluluk almamaktadır. 

Yarı Doğru

Sosyal medyadaki bazı paylaşımlarda karbon gazı salınımına sebep olan ülkelerin sorumluluk almadığı iddia edildi. Bu paylaşımların birinde Çin’in anlaşmada yer almadığı söylendi. Dünyada karbon gazı salınımının neredeyse yarısı Avrupa Birliği, ABD ve Çin’e aittir. Fakat üçü de Paris İklim Anlaşması’na üyedir. Hedeflere baktığımızda ise Avrupa Birliği 2030’a kadar 2 derece hedefinin altına ulaşabileceğini amaçlarken, ABD 2 ve 3 derece arasında kalacağını söylemiştir. Çin ise 3 ve 4 derece arasında kalacağını hedeflemiştir. Buradan Çin’in karbon gazı salınımını azaltma konusunda çok geride kaldığı söylenebilir. Buna ek olarak, daha iyi değerlendirmek için ülkelerin kişi başına düşen karbon gazı oranına da bakılmalı. Katar 37.29 ton ile kişi başına düşen en çok karbon gazı salınımına ait ülkedir. ABD’de de bu  15.52 ton, Çin’de 7.38 ton, Avrupa Birliği 6.6 tondur. Türkiye’de ise bu sayı 4.61 doğrudur.

İddia 3: Paris İklim Anlaşması gelişmekte olan ülkelerin sanayisine darbe vuracaktır.

Yanlış

Sosyal medyada pek çok kullanıcı Paris İklim Anlaşması’nın gelişmekte olan ülkelerin sanayisine darbe vuracağını iddia etti. Anlaşmanın Türkiye’nin de sanayisinin olumsuz etkileyeceği söylendi. Öncelikle Paris İklim Anlaşması’nda ülkeler karbon gazı salınımını ne kadar ve ne zaman azaltacağını kendisi belirlemektedir. Anlaşmaya göre gelişmiş ülkeler gelişmekte ülkelere yenilebilir enerjiye dönüşümü desteklemek amacıyla finansal ve teknolojik destek vermektedir. Ayrıca Paris İklim Anlaşması herhangi bir yaptırım maddesi içermemektedir. Anlaşmanın üyesi olmak ve hedefler belirmek devletlerin rızasına bağlıdır. Gelişmekte olan bazı devletler de karbon salınımını hemen değil, belirli bir gelişime ulaştıklarında azaltmayı hedeflemektedirler. Bunlara ek olarak anlaşma sanayi gelişiminin durmasını değil, çevreye zararını en aza indirerek gelişimini desteklemektedir. Son olarak yeşil enerjiye dönüşüm ile gelişmekte olan devletlerin diğer ülkelerin enerjisine olan bağımlılığı azalabilir.

 

Dijital ayak izin kaç numara?

George Orwell  “1984”  adlı romanında, Big Brother adlı bir varlığın, herkesin eylemlerini her yerde ve her zaman izlediği bir dünyayı anlatıyor. Bugün ise Orwell’in hayal ettiği Big Brother, dijital dünyada reklamcılar, işverenler ve çevrimçi satıcılar olarak, gerçeğe dönüşmüş durumda. Çevrimçi dünyada atılan her adım yakından izleniyor. Ne aradığınız, nereye gittiğiniz, sosyal ağlarda ne paylaştığınız, çevrimçi olarak ne satın aldığınız hatta ne okuyup, hangi müziği sevdiğiniz biliniyor. Sebebi ise, kullanıcıyı “ürüne dönüştürmek”. Bugün herkes internette pek çok çok hizmetten ücretsiz şekilde yararlanılabiliyor. Ancak bu hizmetlerin karşılığında, kullanıcının kendisi bir nevi ürüne dönüşüyor. Peki nasıl oluyor da internetteki faaliyetleriniz birer veriye dönüşüyor? Cevap, dijital ayak izlerinizde saklı…

Dijital ayak izi nedir?

Fotoğraf kaynağı: guvenlıweb.com.tr

Dijital ayak izi kısaca; internet üzerinden yaptığınız her şeyin, attığınız her adımın kaydedilmesi. Sosyal medya etkinliğiniz, kişisel web sitenizdeki bilgiler, göz atma geçmişiniz, çevrimiçi abonelikleriniz, yüklediğiniz fotoğraflar ve videolar, ziyaret ettiğiniz yerler, hatta işten eve dönerken kullandığınız yol dahi bu izlerin bırakılmasına neden oluyor.

Dijital ayak izleri aktif ve pasif olmak üzere iki sınıfa ayrılıyor. Aktif ayak izleri, kullanıcının kasıtlı olarak bıraktığı ayak izlerinden oluşuyor. Birine mail göndermek, bir blok yayınlamak, sosyal medya platformlarından fotoğraf veya video paylaşmak gibi örnekleri içeriyor. Pasif ayak izleri ise, kullanıcının internette kasıtsız olarak bıraktığı izler olarak tanımlanıyor. Gitmek istediğiniz lokasyonlar için yol tarifi veren uygulamaları kullanmak, hedef kitleye yönelik hazırlanmış reklamlara tıklamak pasif ayak izlerine verilebilecek örnekler.

Neden önemsemeliyiz?

Dijital ayak izinizin büyüklüğü ve sizi nasıl temsil ettiği ile ilgilenmeniz için çok sayıda neden var. Çevrimiçi olarak paylaştığınız tüm bilgiler genellikle üçüncü şahıslar tarafından erişilebilir ve farklı şekillerde kullanılabilir. Dijital ayak izi her koşulda kötü mü peki? Hayır. Mesela kolluk kuvvetleri, suçlu ve mağdurun dijital izlerini takip ederek pek çok suçu çözebiliyor. Fakat dijital ayak izinin öyle bir zararı da var ki işte onun telafisi mümkün olmuyor. Doğa dijital ayak izinden olumsuz etkileniyor. Diğer bir ifadeyle insanların karbon ayak izi büyüdükçe gezegende büyük zararlar oluşuyor.

Fotoğraf kaynağı: digitalage.com.tr

Sosyal ağ sitelerinde ne kadar çok zaman geçirirsek dijital ayak izimiz o kadar büyük oluyor. Dünyanın en popüler web sitesi olan Google’da bir günde gerçekleşen 3,5 milyar arama işlemi, tüm internetteki karbon ayak izinin yaklaşık %40’ını oluşturmaktadır. Teknolojinin sürekli ilerlemesi ve tüketici alışkanlıklarının değişmesi gibi faktörlerden dolayı küresel karbon emisyonlarının büyüklüğünü tahmin etmenin zor olduğu ifade edilirken, internetin enerji ve karbon ayak izinin, hava ulaşımınınkini aştığı tahmin ediliyor. Durumun ciddiyetini anlamak için şu çarpıcı örnek yeterli olabilir: Dünya’daki herkes gelen kutusundan 10 e-posta silse 55.2 milyon kWh’lık enerjiden tasarruf edilebilir.

Uzmanlar ne diyor?

E-posta gönderimi: Karbon ayak izi konusunda uzman olan Mike Berners-Lee’nin “Muzlar Ne Kadar Kötüdür?” kitabı, e-postaların CO2 (karbon) emisyonlarını detaylandırıyor. Bir spam e-postası ortalama 0,3 gram CO2 emisyonuna eş değer bir taban alanına sahipken, normal bir e-posta 4g CO2 taban alanına sahip. Daha büyük eke sahip olan bir e-posta ise 50 g CO2’e eş değer karbon ayak izine sahip olabilir.

Video izlemek: Veri merkezleri üzerine çalışan ITE Projects’e göre, kedi videolarını izlemenin bir bedeli var; her 10 dakikalık izleme 1g karbon emisyonuna yol açıyor.

Tweet atmak: Kullanıcıların küresel dijital ayak izlerini hashtag ve tweet cinsinden hesaplamasına yardımcı olan Tweetfarts’a göre, bir tweet göndermek için harcanan enerji 0,2 gram CO2 üretir, ve günlük gönderilen 500 milyon tweet ile toplam 10 metrik ton CO2 salınıyor.

Haber okumak: Guardian 2012 yılında, kendi içeriğini üretmekle ilişkili karbon ayak izine dair kapsamlı bir çalışma yaptı. Makale okumak için bir dizüstü bilgisayar kullanmanın, beş adet 11W ampulle aynı miktarda karbon emisyonuna sebep olduğu ortaya çıktı.

Ne Yapabiliriz?

Dijital hayatımızda karbon ayak izimizi azaltmanın birkaç basit yolu: ● E-mail kutunu depolamayı azaltmak için sürekli temizlemek. ● E-maillerini “tümünü yanıtla” şeklinde cevaplamayı sınırlamak. ● İş yerinde e-posta atarken gereksiz CC ve BCC’lerden kaçınmak. ● Bilgisayarlar, uyku modunda olduğunda da enerji harcamaya devam ettiği için kullanmadığında bilgisayarını kapatmak. ● Youtube gibi platformlar üzerinden kesintisiz video izlemektense daha az enerji tüketimi için videoyu indirmek veya daha düşük çözünürlükte izlemek. ● Instagram’ın içinde her kaybolduğunda bunun sadece vücuduna ve ruhuna değil, doğaya da zararlı olduğunu kendine hatırlatmak. ● Otomatik video oynatmayı engellemek. ●Monitörünün/ekranının parlaklığını azaltmak. ● Elektronik eşya atık oluşumunu azaltmak. ● Bulutta düzenli olarak temizlik yaparak ve gereksiz dosyaları silerek enerji tasarrufu sağlamak. USB bellekler veya harici sabit sürücüler en yi bir depolama alternatifi.

Öne çıkan görsel kaynağı: moblobi.com

 

Virüs nasıl mutasyona uğruyor?

Aşı olan kişiler aşı olmayanlara tepki gösteriyor, aşı olmayanların virüsü bulaştırdıklarını ya da yeni mutasyonlara sebep olduklarını düşünüyor. Aşı olmayanlar ise aşı olanlara aşılı oldukları halde neden bulaşmasından korktukları yönünde sorular yönelterek aşının koruyuculuğunun olmadığını öne sürüyor. Konuya ilişkin sosyal medyada çeşitli iddialar gündeme geliyor. Sosyal medyada sıklıkla karşılaşılan ‘aşısızların aşılılar için ne gibi bir risk oluşturduğu’ sorusunun cevabını sizler için araştırdık.

Kaynak

Kaynak]

Benzer diyalog Fatih Erbakan ve Melissa Bağcı arasında geçti

Fatih Erbakan, 12 Eylül 2021 tarihinde BEYAZ TV’de Melissa Bağcı’nın sunduğu Akılda Kalsın programına konuk olan oldu. Aşıya dair iddialarıyla sıklıkla gündeme gelen Erbakan’ın programda Melissa Bağcı ile olan diyaloğu dikkat çekti. Sunucu Melissa Bağcı Fatih Erbakan’a “Ben iki doz aşımı oldum aşı olmayanlar var, benim hakkımı kim savunacak? Ben aşımı olmuşken aşısını olmayan bir kişiyle” sorusunu yöneltti. Erbakan “Tamam sizin hakkınızı aşı savunacak. Madem korumayacaktı niye aşı oldunuz” cevabını verdi.

Video Kaynağı

 

Kaynak

Virüs her kopyalandığında mutasyon oluşma ihtimali olur

Virüsler vücutta çoğalabilmek için hücreye girerler. Hücredeki virüs hücreden beslenerek çoğalır. Bu tıp dilinde viral replikasyon kavramıyla açıklanır. Viral replikasyon virüslerin konak hücrede kopyalanmasına denir. Her kopyalama işlemiyle genetik mutasyon oluşma ihtimali oluşur. Bu mutasyonlar kimi zaman etkisizken kimi zaman ise yeni varyantlar oluşturabilecek düzeydedir. Varyant oluşumu ile ilgili daha detaylı bir okuma için Malumatfuruş’un konuya ilişkin metnine buradan ulaşabilirsiniz.

Aşı olmayanlarda virüs daha çok çoğalabilme potansiyeline sahip

Aşılı kişilerin bağışıklığı virüsü tanıyarak yok ettiğinden dolayı virüs aşılıların vücudunda fazla çoğalamaz. Fakat aşısızlar bu bağışıklığa sahip olmadığı için virüsler genelde daha çok çoğalabilme potansiyeline sahiptir. ABD’li enfeksiyon uzmanı Prof. William Schaffne, aşı olmayanların potansiyel varyant fabrikaları olduğunu söylemektedir. Schaffner, “Ne kadar çok insan aşısız insan olursa, virüs çoğalmak için o kadar çok fırsat bulur” dedi. Boston College’dan immunolog Philip Landrigan aşı olmayanların yalnızca virüsün yayılmasına değil, mutasyona uğramasına da sebep olduğunu belirtip “Bir mutasyon için tek bir insan yeterlidir” dedi.

Aşı olmayanlar virüsü mutasyona uğratma ve yeni bir varyant oluşturma potansiyeline sahip

Aşı bireyi sadece hastalıktan korumakla kalmaz. Yeni varyantların ortaya çıkmasını da engeller. Virüsler aşısız kişilerde viral replikasyon yoluyla kopyalanarak daha çok çoğalabilme ve virüsü mutasyona uğratma potansiyeline sahip olduğu için yeni bir varyantın ortaya çıkmasına da zemin hazırlamaktadır. Bu sebeple aşı olmayan her birey bağışıklığı oluşmadığı için virüsün kopyalanarak mutasyona uğrama potansiyelini artırır, yeni varyantların ortaya çıkmasına sebep olabilir ve bu durum aşılı bireyler için risk oluşturmaktadır.

KAYNAKLAR:
The Guardian-17.07.2021Beyaz Tv-12.09.2021Factcheck.org-21.09.2021Bloomberg-05.09.2021Gazete Duvar-04.07.2021Healthline

Görsel ve video doğrulama nasıl yapılır?

Karşılaştığımız içerikleri sorgulayarak doğruluğunu teyit edebiliriz. Bunun için birkaç yöntem var. Dezenformasyonla mücadele etmek amacıyla bu çalışmada sizler için görsel ve video doğrulama tekniklerini derledik.

Tersine görsel arama

Karşılaşılan görselleri teyit etmek için kullanılabilecek en güvenilir yöntemlerden biri tersine görsel aramadır. Tersine görsel arama için arama motorlarının geliştirdiği yöntemler ve çeşitli uygulamalar mevcuttur.

Tersine görsel arama için arama motorları kullanılabilir

Google, Yandex, Bing, Baidu ve Tineye tersine görsel arama için öne çıkan arama motorlarındandır. Bunlara ek olarak Reddit, BetaFace gibi alternatifler var. Tek bir arama motorundan yapılan sorgulama kesin bir sonuca ulaştırmayabilir. Bu sebeple görseli farklı arama motorlarından teyit etmek daha doğru olacaktır.

Resim yükle seçeneğine tıklayın ve dosya seçin. Ya da görselin URL’sini yapıştırın.

Görseli ilgili alana sürükleyin ve arayın.

Fotoğraf çekin, görüntüyü ekleyin ya da URL yapıştırın.

Eklenti veya tarayıcılar kullanılabilir

Tarayıcı üzerinden görsel arama yapmak için Chrome ile Google içinde resim arayabilirsiniz. Safari, Opera, Firefox gibi tarayıcılarda da bu özellik mevcut. Tarayıcılar gibi eklenti yöntemiyle de görsel arayabilirsiniz. Eklentiyi tarayıcınıza ekleyerek sorgulayacağınız görsele sağ tıklayarak arama motorlarında tersine görsel arama yapabilirsiniz.

Stok fotoğraf sitelerine bakılabilir

Flickr, Shutterstock gibi stok fotoğraf sitelerini kontrol etmek de görsel doğrulamak için kullanılabilecek yöntemlerden biridir.

Mobil olarak kullanılabilecek uygulamalar da mevcut

Fake Image Detector, Veracity gibi uygulamalarla fotoğrafın Exif bilgilerine ulaşabilirsiniz. Exif bilgileri fotoğrafı çekerken kullanılan makineden fotoğrafın konumuna kadar birçok veriye ulaşmayı sağlar. Bu uygulamalar fotoğrafın orijinal olup olmadığını da teyit etmeye yarar.

Fake Image Detector uygulamasından ekran görüntüsü alınmıştır.

Google Lens ile sorgulama

Google Lens tersine görsel aramadan çok daha fazla işleve sahiptir. Örneğin bir yer işaretinin resmini Google Lens ile aradığınızda ilgili yerin bilgileri, işarete dair bilgiler, açıklama ya da iletişim bilgileri gibi verileri sunar. Benzer açılardan çekilmiş benzer fotoğrafları da listeler.

Yüz tarama yöntemiyle görsel doğrulama

Arama motorları aracılığıyla yapılan yüz tarama tekniği sayesinde görselleri teyit etmek mümkün. Çevrimiçi yüz eşleştirme özelliğiyle kim olduğunu merak ettiğiniz bir kişinin aramasını yapabilirsiniz. Bu şekilde görseldeki yüzün ya da arka planın orijinal olup olmadığını anlayabilirsiniz.

Yüz tarama nasıl yapılır?

Fotoğrafın içindeki yüz taranarak aratılabilir. Fotoğrafta tek kişi varsa arama motoruna direkt yüklenip sorgulanabilir. Yüz tarama yöntemi için Bing, Yandex ya da Google dışında Tineye, BetaFace, PicWiser, Pictriev, Kuznech, NeoFace gibi alternatifler de mevcut.

Fotoğrafın montaj olup olmadığı nasıl sorgulanır?

Sosyal medyada montajlanarak paylaşılan birçok fotoğraf yer alıyor. Izitru ile fotoğrafların üzerinde bir düzenleme yapılıp yapılmadığını teyit edebilirsiniz. Fotoğrafın orijinal olup olmadığını gösterecektir. Daha ayrıntılı bir sorgulama yapmak istiyorsanız FotoForensics de kullanılabilir. FotoForensics de fotoğrafın üzerinde düzenleme yapıp yapılmadığını gösterir.

Video sorgulama için tersine arama

Videonun içinden alınan ekran görüntüsü ile tersine görsel arama tekniğiyle tersine video arama yapılabilir. Fakat bunun daha basit bir yolu var. Videonun orijinal ya da güncel olup olmadığını teyit etmek için YouTube Dataviewer kullanılabilir. Bu araç herhangi bir YouTube videosundan görseller keserek arama yapılmasını sağlar. YouTube yükleme tarihi bilgisini verdiği için videonun güncel olup olmadığı da sorgulanmış olur.

Eklentiler aracılığıyla video sorgulanabilir

InVid de YouTube Dataviewer işlevinde kullanılabilecek araçlardan biridir. Chrome eklentisi olan InVid aracılığıyla şüpheli video arama motorlarında sorgulanabilir. Hem sabit disk hem de URL üzerinden kullanılabilen bu eklenti, aradığınız videodan kesitleri karşınıza çıkaracaktır. Bu alıntı görselleri kullanarak tersine görsel arama yapabilirsiniz.

Kaynak

Videoların konumunu sorgulayın

Videoların konumunu sorgulamak için Hugin kullanılabilir. Hugin, videoyu fotoğrafa dönüştürür. Bu fotoğraflarla hem arama motorlarında sorgulama yapılabilir hem de Google Earth’e bakılabilir. Bu şekilde şüpheli olan video teyit edilebilir.

Kaynak

Videoları işleme yöntemiyle sorgulama

Soundbite aracılığıyla videolarda ve ses dosyalarındaki kelimeler bulunabilir. İşleme yöntemiyle videonun süresi kısalır ve anahtar sözcük kullanımıyla kelimenin bulunduğu an yakalanır. Bir videoda bir sözün geçip geçmediğini teyit etmek istiyorsanız bu yöntemi kullanabilirsiniz.

Herhangi bir sözcüğü ya da cümleciği ilgili alana yazarak videonun içinde sorgulayabilirsiniz. Kaynak

Demans bir defans hastalığı mı?

Futbol, dünyanın popüler sporu. Milyonlarca insanı aynı anda heyecanlandırabilen böylesi bir spor, şüphesiz dünyanın her yerinde ilgiliyle takip ediliyor.

Peki futbolu bu denli izlenesi yapan ne? Bir maç atmosferini gözünüzde canlandırın. Yetenekli oyuncular, güzel bir orta, topun kaleyle buluşması, kalecinin iyi bir kurtarışı, mutlak gole giden bir topun kafayla uzaklaştırılması…

Böylesi pozisyonlar futbolu, izleyici gözünde daha keyifli kılar. İzleyici de futbola rasyonel yaklaştığı için; topa bakar, vurana bakar ve vuruşun gol olup olmadığıyla ilgilenir. İzleyici için en önemlisi, bu eylemin taraftarı olduğu takım lehine olup olmadığıdır.

Pek alışık olmasak da, futbola futbolcu gözüyle de bakan birilerine rastladık. Ve bu sefer kafa topunun zararlarına dikkat çektiler. İngiltere’de ‘kafa vuruşu olmadan’ bir maç yaptılar. Hazır, konu böylesine bir etkinlikle gündemdeyken topa kafayla vurmak ile beyin hastalıkları arasında bir ilişkinin olup olmadığıyla ilgili  ortaya konan verileri derleyelim istedik. O halde, öncelikle futbol ile beyin hastalıkları ilişkisini yeniden gündeme getiren bu maçın detaylarına bir göz atalım.

26 Eylül 2021 Pazar günü, İngiltere’nin kuzeydoğusunda yer alan Durham’daki Spennymoor Town Futbol Klübü’nün stadı olan Brewery Field’de yapılan maçta eski profesyonel futbolcular, futboldaki sağlık riskine dikkat çekmek amacıyla bir araya geldi. Bağış toplama organizasyonu olarak düzenlenen bu maçın gelirleri Head for Change adlı bir hayır kurumuna ve Team Solan adlı bir kanser vakfına bağışlandı.

Özel kurallar altında oynan bu oyunun amacı kafa vuruşu olmadan bir futbol maçının nasıl olacağını test etmekti. Oyunun ilk devresinde kafa vuruşuna sadece ceza sahasında izin verilirken, ikinci devrede kafa vuruşu tamamen yasaktı. Kafayla topa temas halinde ise hakem faul düdüğünü çaldı ardından rakip takım serbest vuruş kullandı.

Head for Change bunu kendi sosyal medya hesaplarından da duyurarak katılım için çağrıda bulunmuştu.

“Gelin ve bu eşsiz deneyim için pazar günü bize katılın.”

Maçtan bazı kareler şu şekilde;

Kaynak

Kaynak

Kaynak

Karşılaşmada taraflardan biri Head for Change diğeri ise Team Solan‘dı. 5-5’lik skorla  beraberlik sağlandı.

Head for Change’in başkanı ve kurucu ortağı Dr. Judith Gates, organizasyona ilişkin görüşlerini dile getirirken; kafa vuruşunun tamamiyle yasaklanmasını önermediklerini ancak futbol oynayan insanların nasıl korunacağının tartışılması gerektiğini vurguladı.

‘Head for Change’ neyi amaçlıyor?

Head for Change, sporda beyin sağlığı için olumlu değişime öncülük eden ve futbol veya rugbydeki profesyonel spor kariyerlerinin bir sonucu olarak nörodejeneratif hastalıktan etkilenen eski oyuncuları destekleyen bir hayır kurumu.  

Head for Change’ın başkanı Dr. Judith Gates, eşi Bill Gates’e kronik travmatik ensefalopati (KTE) teşhisi konmasının ardından bu kurumu kurdu. Bill Gates uzun yıllar Middlesbrough klübünün defansında oynamıştı.

Together adlı bir program başlatan kuruluş, PFA(Profesyonel Futbolcular Derneği), FA(Futbol Federasyonu) ve Premier Lig ile birlikte çalışarak uyumlu bir stratejik plan geliştirmek istiyor. Gary Lineker, Alan Shearer ve Sportsmail köşe yazarları Chris Sutton, Martin Keown ve Micah Richards‘ın da aralarında bulunduğu 60 eski futbolcudan oluşan bir grup, nörodejeneratif hastalıktan muzdarip eski futbolculara yardım etmek amacıyla bir destek fonu oluşturmak için Head for Change aracılığıyla bir araya geldi.

Söz konusu beyin hastalıkları neler?

İlk olarak bahsi geçen bu beyin hastalıkları tanımlayalım. Nörodejeneratif hastalıklar yani dejeneratif beyin hastalıkları, ilerleyici dejenerasyona (dokuların normal yapılarının bozulması) ve/veya sinir hücrelerinin ölümüne yol açan tedavi edilemez ve hastayı güçten düşüren durumlardır. Nörodejeneratif hastalıklara örnek olarak Parkinson, Alzheimer ve Huntington gibi  hastalıklar verilebilir.

Kronik travmatik ensefalopati (KTE) birden fazla kafa travması (travmatik beyin hasarı) geçirmiş insanlarda görülen nörodejeneratif bir hastalıktır. Bu birikimler travmadan
çok kısa süre sonra oluşmaya başlasa da hafıza kaybı, demans, konfüzyon, depresyon, davranış problemleri gibi semptomlar ancak birkaç yıl içinde ortaya çıkmaktadır.

Halk arasında bunama olarak da adlandırılan demans belirli bir hastalık değil, unutkanlığın ön planda olduğu birçok hastalığa verilen genel bir isimdir. Daha ziyade günlük aktiviteleri olumsuz yönde etkileyen; hatırlama, düşünme ve karar verme yetilerinin bozulması için kullanılır. Alzheimer hastalığı, demansın en yaygın türüdür.

Demans çoğunlukla yaşlıları etkilese de, normal yaşlanmanın bir parçası değildir. 2018’de yayımlanan Dünya Alzeimer Raporu‘na göre 50 milyon kişi demans ile yaşıyor. Bu sayının 2050’de 152 milyona ulaşacağı tahmin ediliyor.

1966 Dünya Kupası İngiltere kadrosundan 5 demans vakası

Peki bahsi geçen bu hastalıklar neden futbolla ilişkilendiriliyor? Normalde futbolcuların sağlıklı ve formda oldukları bilinirken birçok eski futbolcunun demansa yakalanması futbolun sağlık riskini gündeme getirdi.

Demans, İngiltere’nin 1966 Dünya Kupası’nı kazanan kadrosundan Nobby Stiles, Jack Charlton, Martin Peters ve Ray Wilson‘un ölümüne yol açarken, Bobby Charlton‘a geçen yıl, bu hastalığın teşhisi konulmuştu. Son olarak İskoçya milli takımından Gordon McQueen de demans teşhisi konan son eski futbolcu oldu.

Yaşamını yitiren futbolculardan Nobby Stiles’in ailesi, futbolla ilgili demansın araştırması için Stiles’in beynini bilime bağışladı. Gerekli incelemeyi yapan Dr. Willie Stewart’ın değerlendirmesi şu şekilde;

“Patolojiyle ilgili kapsamlı bir araştırma yaparken, acı çektiği şeyin kronik travmatik ensefalopati olarak bilinen bir durum olduğunu keşfettik; bu, kafa travması ve kafa darbelerine maruz kalma ile ilişkilendirdiğimiz dejeneratif bir beyin patolojisidir.”

Peki, 1966 Dünya Kupası’nda diğer takımlarda durum neydi? Sky Sports News tarafından yapılan araştırmada, İngiltere’nin 1966 Dünya Kupası Finalleri’nde oynadığı takımlarda kaydedilen demans vakalarının sayısı karşılaştırıldı. İngiltere’de 5 vaka varken, Uruguay, Arjantin veya Fransa kadrosunda bildirilen demans vakası yok. Batı Almanya, Portekiz ve Meksika için ise sadece birer vaka kaydedilmiş.

Bu rakamlar oyun tarzı ile bağlantılı mı? Konuya ilişkin, o döneminde kadrosundan Sir Geoff defalarca kafa vuruşu yaptıkları uzun antrenmanlardan söz ediyor. Ayrıca şunu da belirtiyor;

“Günümüzde top ıslandığında, bugünün toplarından çok daha ağırdı, bu yüzden bu da bir sorundu.”

Burada bahsedilen, eskiden kullanılan, bir tarafı bağcıklı deri toplar; kastedilen sorun ise; bu topların yapısından kaynaklı olarak su emme özelliği. Bu sebeple yağmur yağdığında top ağırlaşırdı.

Nobby Stiles’in oğlu futbolcu John Stiles’ın görüşleri de şu şekilde;

“Eğer gidip ağır bir topa kafayla vurursanız, günde 30 ya da 40 kez, ve bunu 10 yıl boyunca yaparsanız… İngiliz kültüründe, ceza sahasında kafa vuruşuna büyük önem verildi.”

Futbol Federasyonu konuyu araştırıyor

2002’de beyin travmasından ölen eski futbolcu Jeff Astle‘ın 2014’te beyninin incelenmesiyle KTE sebebiyle öldüğü saptandı. 2002 yapılan bir soruşturmada, ağır deri futbol toplarına tekrar tekrar kafayla vurmanın beyninde travmaya neden olduğu tespit edilmiş ve bir adli tabip deri toplara atıfta bulunarak bu hastalığı “endüstriyel hastalık” olarak tanımlamıştı. Astle’ın ailesinin konunun araştırılması için uzun yıllardır yürüttüğü kampanya sonucunda 2016’da Futbol Federasyonu bu konu hakkında araştırma yapmayı kabul etti.

Konuya ilişkin, FIFA’nın baş tıbbi sorumlusu Jiri Dvorak, futbolcuların beyin travması ve demans arasında doğrulanmış bir bağlantı olmadığını, bu varsayımı kanıtlayacak çok az kanıtlarının olduğunu söyleyerek uzun vadeli değişikliklere bakacaklarını ifade etmişti.

Demans ile futbol ilişkisi için bilimsel araştırmalar neler söylüyor?

Oyuncuların günlük kafa darbelerine maruz kaldıktan sonra beyindeki doğrudan değişiklikleri tespit eden ilk çalışma 2016’da İskoçya’da Stirling Üniversitesi tarafından yapıldı. Ebiomedicine’de yayımlanan çalışmada, futboldaki kafa vuruşunun oyuncunun beyin fonksiyonunu ve hafızasını 24 saat boyunca önemli ölçüde etkileyebileceği ortaya çıkarıldı.

Araştırmacılar, bir köşe vuruşunun hızını ve gücünü simüle etmek için tasarlanmış bir makineden futbol topları ateşledi ve bir grup futbolcudan 20 kez topa kafa atmasını istedi. Oyuncuların beyin fonksiyonları ve hafızaları egzersiz öncesi ve sonrasında test edildi. Beyin fonksiyonlarında küçük ama önemli değişiklikler tespit edildi. Bu pratiklerinden sonraki 24 saat içinde bellek performansı %41 ile %67 arasında azalıyor.

Ancak üniversite tarafından; tekrarlanan futbol maçlarından sonra beyindeki değişikliklerin geçici olup olmadığının veya beyin sağlığı üzerinde uzun vadeli sonuçların olup olmadığının henüz araştırılmadığı belirtildi.

Prof. Dr. Angus Hunter:

“Bu bulguların sporda kümülatif beyin yaralanmalarını tespit etmek, izlemek ve önlemek için yeni yaklaşımlar açacağını umuyoruz. Her seviyedeki futbolcuların ve diğer temas sporlarına katılan bireylerin uzun vadeli sağlığını korumamız gerekiyor.”

Eski futbolcuların nörodejeneratif hastalıktan ölme ihtimali 3,5 kat daha fazla

Yapılan bir başka araştırma ise Glasgow Üniversitesi tarafından yürütüldü. Profesör Willie Stewart’ın liderlik ettiği çalışmada; eski profesyonel erkek futbolcularda, saha pozisyonu, kariyer uzunluğu ve oynama döneminin nörodejeneratif hastalık riski ile ilişkisi araştırıldı.

Dr. Willie Stewart- Glasgow University

Oldukça önemli sonuçlara varan bu çalışma, esasında sadece profesyonel futbolcular için değil, herhangi bir sporda nörodejeneratif hastalık insidansını, bu denli ayrıntılı olarak inceleyen bugüne kadarki en kapsamlı çalışma.

Yapılan bu kohort çalışmasında 1900-1976 yılları arasında doğan 7676 profesyonel İskoç futbolcu ile genel nüfustan eşleştirilmiş, doğum yılı, cinsiyet ve sosyoekonomik ortamları benzerlik gösteren 23.028 bireyin sağlık kayıtları karşılaştırıldı. Çalışmaya göre nörodejeneratif hastalık riski, eski profesyonel futbolcularda, eşleşen genel nüfusa göre yaklaşık 3,5 kat daha yüksek. Ayrıca futbolcular arasında da hastalık riski saha pozisyonuna ve kariyer uzunluğuna göre değişiyor.

Kaleciler ortalama bir kişiyle aynı riske sahipken, topa en sık kafa atan defans oyuncuları yaklaşık beş kat daha fazla risk altında. En düşük risk ise forvetlerde. Kariyer uzunluğuna göre ise; profesyonel futbol kariyerleri 15 yıldan uzun sürenler arasında risk en yüksek.

Bununla birlikte çalışmaya göre; eski sporcularda nörodejeneratif hastalık riskinin travmatik beyin hasarı ve tekrarlayan kafa darbesine maruz kalma veya henüz tanımlanamayan diğer faktörlerle ilişkili olup olmadığı belirsizliğini korumaktadır. Amatör ve gençlik futbolundaki riskler de dahil olmak üzere futbol ve nörodejeneratif hastalık arasındaki ilişkiyi sorgulamak için daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır. Bu noktada futbol gibi sporlarda travmatik beyin hasarı ve kafa darbelerine maruz kalmayı azaltarak bu hastalık riskini azaltmak için ilerisini de düşünen bir ilke yaklaşımının benimsenmesi tavsiye ediliyor.

Sonuç olarak mevcut çalışmalar bu şekilde. Ortaya konulan verilerin oldukça aydınlatıcı olduğunu söylemek mümkün. Ancak yine de uzmanlar, yapılması gereken çok daha fazla çalışma olduğunu söylüyor. Bu hastalık için futbolda önemler almaya dair girişimlerin olduğunu belirtmiştik. Söz konusu maç da bunlardan biri. Maçın sonuçlarının neler olacağını, üst düzey futbol otoritelerinin alacağı kararları ne yönde etkileyeceğini henüz bilmiyoruz. İlerleyen zamanda  belli olacaktır ancak tarihte bir ilk olması yönüyle önemli olduğunun altını çizmek gerekir.

Öne çıkan görsel: AFP

Yanlış ve uydurma haber nasıl anlaşılır?

Huffpoff adlı Amerikan haber sitesinden kıdemli muhabir Nick Robins-Early, Kasım  2016’da “How To Recognize A Fake News Story” adlı bir makale yayınlamıştı. Yalan haberlerin yayılmasını önlemek için pratik bir kılavuz niteliği taşıyan bu makalede “Kendinizi yanlış bilgiyi paylaşmaktan alıkoymanız için 9 faydalı ipucu” yer alıyor. Biz de bu 9  maddeden faydalanarak bir içerik hazırladık.

Yalan haberler oluşturmak da bunu yaymak da günümüzde artık sosyal medya  sayesinde çok daha kolay. Kimi zamanlar paylaştığımız haberin yalan olduğunu bile fark etmiyoruz. Ancak biz bunu fark etmesek de bu haberin bir şekilde yayılımda olmasına ve daha fazla kişiye ulaşmasına sebep oluyoruz. Tam da bu nedenle, herhangi  bir içeriği paylaşmadan önce çok daha sorgulayıcı olmamız gerekiyor. Peki karşımıza çıkan bir içeriğin yanlış olduğunu nasıl anlarız? İşte bunun için ipuçları…

Kaynak

1. Başlığın ötesini okuyun

Yalan haberlerin yayılmasının bir nedeni okuyucuların bir makaleyi paylaşmaya karar vermeden önce yalnızca manşete ya da açılış paragrafına bakmalarıdır. Yalan haberi yayınlayanlar insanlardaki bu eğilimin farkında olduklarını için bundan faydalanarak haberin gerisini bariz bir şekilde yanlış bilgilerle  doldurmadan önce hikayenin başlangıcını basit bir dille yazar. Nitekim makaleye tıklamak, hikayenin başlıkla ne kadar ilgili olduğunu görmek ve de hikayenin başlığı destekleyecek ne kadar bilgi sağladığını görmemiz açısından oldukça önemlidir.

2. Haber kaynağını kontrol edin

Diyelim ki haber kaynağına tıkladınız ve o kaynağın ne kadar güvenilir olduğunu anlamak istiyorsunuz. Öncelikle, reklamlarla ve tamamı büyük harflerden oluşan manşetlerin olduğu yabancı websiteleri hemen şüphe uyandırmalıdır. Ardından bu sitenin adını Google’da aratarak yayınladıkları diğer makalelere bakmak sitenin güvenilir olup olmadığınızı anlamanıza yarayacaktır.

Büyük haber kuruluşlarını taklit için oluşturulan birçok sahte haber sitesi içeriklerinin hiciv olduğunu ya da gerçek bilgiler içermediğini açıkça söylemeyeceklerdir. Bu durumda şüpheli görünen sayfaların URL adresini kontrol etmek gerekir. Böylece güvenilir bir kaynak gibi görünen ancak aldatmaca bir site olup olmadığının emin olabilirsiniz.

Nick Robins-Early tarafından listelenip kategorize edilen yanlış, yanıltıcı, tıklama tuzaklı ve hicivli haber kaynaklarının listesine buradan göz atabilirsiniz. Facebook başta olmak üzere sosyal medyada sıkça paylaşılan bu kaynaklara dikkat etmek oldukça önemli. Örneğin haber kaynaklarını analiz ederken “.com.co” ile biten web sitelerine gerçek haber kaynaklarının sahte versiyonları oldukları için dikkat etmek gerekir.

Ayrıca bir sitenin güvenilirliğini kontrol etmek için bazı güvenlik sembollerinin anlamını da bilmek gerekir. Eğer girdiğiniz site güvenli değilse tarayıcınız sizi uyarır. Tarayıcınızı açtığınızda, web adresinin sol tarafında bulunan güvenlik durumuna bakın.

3. Haberin yayınlanma tarihini ve saatini kontrol edin

Yalan haberlerdeki bir diğer ortak unsur, geçmiş olayların veya eski haber makalelerini yeniden ortaya çıkararak insanları bunun güncel olduğuna inandırmalarıdır. Yayınlanma zamanını kontrol etmek yanlış yönlendirilmeyi engellemek için okuyucuların hızla alacağı önlemlerden biridir.

Ancak bazen bir olayın ne zaman gerçekleştiğini anlamak biraz uğraş gerektirebilir. Örneğin bir makale  güncel olmasına rağmen eski bir olaydan bahsediyor olabilir. Bu noktada olayın gerçekte ne zaman gerçekleştiğini belirlemek için bağlantıları tıkayıp içeriği dikkatlice okumak önemli.

4. Haberi yazan kişinin kim olduğuna bakın

Makaleyi kimin yazdığına bakmak haber kaynağı hakkında pek çok bilgiyi ortaya çıkarabilir. Aynı yazarın diğer makalelerini araştırmak bu kişinin meşru bir gazeteci veya editör olup olmadığını ya da aldatmaca bir geçmişe sahip ise bunu anlamamız açısından faydalı olabilir.

5. Hangi bağlantıların ve kaynakların kullanıldığına bakın

Bir makaledeki iddialar için bağlantıların ve kaynakların eksik olması, o iddiayı desteklediği düşünülen verilerin yanlış olabileceğine dair açık bir uyarı olabilir.  Ayrıca bu kaynak ve bağlantılar yanlış bilgi de içerebilir. Dolayısıyla bağlantılarla desteklenen iddiaların gerçekten güvenilir kaynaklardan gelip gelmediğini kontrol etmek gerekir.

6. Şüpheli alıntılara ve fotoğraflara dikkat edin

Yalan haber üretenlerin yanlış alıntılar uydurması hatta bunları da önde gelen kişilere atfetmesi son derece kolaydır. Dolayısıyla şok edici veya şüpheli bulduğunuz alıntılara karşı şüpheci yaklaşın ve bu alıntıların başka bir yerde yayımlanıp yayımlanmadığını kontrol edin.

Yine aynı şekilde bu çeşitli görseller için de geçerlidir. Gerek fotoğraf gerek ise video olmak üzere herhangi bir görüntü alakasız bir bağlam içinde verilerek yanlış bir algı yaratabilir ya da üzerinde dijital olarak manipülasyon yapılan bazı fotoğraflar yalan haberi destekleyen unsurlara dönüşebilir.  Bu durumda o görsellerin kaynağını sorgulamak o görselin hikayesini anlayabilme açısından çok önemlidir. Bunun için Google, Yandex gibi arama motorlarının tersine görsel arama özelliğinden faydalanabilirsiniz. Buna ek olarak TinEye gibi websiteleri de mevcut. Bu uygulamalar sayesinde bir görselin eğer mevcut ise daha önceden nerelerde paylaşıldığını görebilirsiniz.

7. Doğrulama yanlılığına dikkat edin

Doğrulama yanlılığı; kişilerin kendi inançlarını, düşüncelerini ve varsayımlarını destekleyen ya da teyit eden bilgileri kayırma, dikkate alma ve öne çıkarma eğilimidir. Bu yanlılığa sahip kişiler inançlarına, düşüncelerine ve varsayımlarına ters düşen, karşı duran, onlarla çelişen bilgileri ihmal etme, yok sayma eğilimi gösterir.

Yalan haberler çoğunlukla okuyucuların duygularını uyandırmak ve onları ön yargılarından yakalamak için tasarlanırlar. Bu nedenle bir haberi paylaşmadan önce gerekçemizi iyi idrak etmemiz gerekir. Acaba bu paylaşımı bir tartışmada taraf olduğumuz için mi ya da önceden var olan siyasi inançlarımızı desteklediği için mi yapıyoruz? Dolayısıyla paylaştığımız makalenin gerçeğe dayanıp dayanmadığını kontrol etmemiz  gerekir.

8. Başka haber mecralarında yayımlanıp yayımlanmadığını araştırın

Bir haber şüpheli görünüyorsa veya çok önemli haberi ortaya çıkardığını iddia ediyorsa, başka haber mecralarının da o haberi paylaşıp paylaşmadığını araştırın. Çünkü tek bir kaynakta yer alan çok büyük iddiaya şüpheyle yaklaşmak gerekir. Güvenilir haber kaynaklarının bu haberi bildirmemesi çok büyük olasılıkla haberin yanlış olduğunu gösterir.

9. Paylaşmadan önce düşünün

Yalan haberleri oluşturanlar bunun yayılması için okuyuculara güvenerek bunun paylaşılmasına ve etkileşim almasına ihtiyaç duyarlar.

Ancak bazı olağan dışı durumlara bu yalan haberler kontrolden çıkarak içerisine dahil olanlar için istenmeyen sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle yayılmasına sebep olduğunuz içeriği paylaşmadan önce iyice düşünün.

Bill Gates ve Joe Biden kasımda çıkacak yeni bir salgını işaret etti mi?

Özet

Bill Gates’in ve Joe Biden’ın 2021 Kasım ayında yeni bir salgın çıkacağına dair açıklama yaptıkları iddiası doğru değil. Bill Gates’in Kasım ayındaki bir tarihte, “Satanist Kilisesi” ile bağdaştırılan ve sonucu satanizm için kutsallık taşıyan “666” sayısına ulaşacağı iddiası tamamıyla uydurma. Hesaplamaların sağlaması yapıldığında da iddianın yanlışlığı açıkça görülmektedir. Bill Gates’in “Sinek Virüsü” isimli yeni tip bir virüsü, sivrisineklerle yaymayı planladığı iddiası dezenformasyon. Paylaşılan makalede Gates, aksine insanlar için ölümcül olan “Sarı Humma Sivrisineği” ile mücadele çalışmalarına Gates vakfı olarak destek verdiğini belirtmiştir.

 

Başta Twitter ve diğer sosyal medya kanallarında, Koronavirüs ile alakalı birçok iddia ile karşılaşıyoruz. Kullanıcılar arasında hızla yayılan bu iddiaların birçoğu gülünç iddialar olsa da, bu paylaşımlara inanan azımsanmayacak bir kitlenin de olduğunu belirtmek gerekiyor. Bir Twitter kullanıcısının attığı tweette, Joe Biden ve Bill Gates’in Kasım ayını işaret ettiği ifade edilmektedir. Söz konusu iddialar, Twitter’da yüzlerce etkileşim almış ve benzer ifadelerle paylaşılmıştır. Doğrula olarak bu iddiaları inceledik.

kaynak

Kasım ayında çıkacağı söylenen salgın

Google’da ve diğer arama motorlarında, Ne Bill Gates’in, ne de Joe Biden’ın Kasım ayında salgın ile alakalı açıklama, fikir ya da kehanet yönünde herhangi bir bulguya ulaşamadık.

kaynak

Bill Gates hakkındaki komplo teorileri

Tweet’te “kasım ayı” olarak belirtilen anahtar kelimeleri tarattık, bir başka tweet karşımıza çıktı. Grafikle hazırlanmış olan içerik, Bill Gates’in kişisel bilgileriyle Satanist Kilisesi arasında bir bağlantı kurmuştur. Söz konusu paylaşımı araştırdığımızda, kaynağın Instagram’dan atılan bir post olduğu bilgisine ulaşmaktayız.

kaynak

Burada görüldüğü üzere yalnız Bill Gates üzerinden gidilmiş ve Joe Biden’dan bahsedilmemiştir.

1. Numara ile işaretlediğimiz kutucukta, Bill Gates’in doğumundan, 3 Kasım 2021 tarihine kadar 66 yıl 6 gün olduğu belirtiliyor.

Satanist Kilise’nin kuruluş gününden 4 Kasım 2021 tarihine kadar ise 666 ay 6 gün olduğu belirtiliyor.

Timeanddate sitesinde belirli tarihler arasında ne kadar gün-ay-yıl olduğunu hesaplayabiliyoruz. İddiada verilen bilgilerde “3 Kasım” ve “4 Kasım” tarihi gösteriliyordu. Gates’in doğum tarihiyle verilen iddiayı teyit ettiğimizde “66 ay 7 gün” olarak verildiği sonucuna ulaştık.

 

İddiayı uyduran kişi, hem verdiği tarihleri denk getirememiş, hem de yaptığı hesaplamalarda “1 gün” hatalı sonuca ulaşmıştır. Ayrıca ABD’de faaliyet gösteren Satanist Kilise’nin 666 ay 6 gün ile alakalı değindiği herhangi bir paylaşımı, kutlama planı görülmemektedir.

2. Numara ile işaretlediğimiz kutucukta bazı kelimelerin harf sayısına göre aldığı değerler görülmektedir. Bu konuyu araştırdığımızda, bunun Gematria, yani ibrani harflere atfedilmiş sayısal değerler olduğuna ulaştık. Kabala olarak bilinen ezoterik (mistik) öğretide ve bazı majikal ritüellerde kullanılan bu hesaplamalarla bazı isimlerin, kelimelerin ve söz gruplarının kutsallık kazandığına inanılmaktadır. Bu hesaplamalar, diğer alfabelere de aynı şekilde uyarlanıyor. Her bir harfin sayısal değeri toplanıyor ve elde edilen sayı o ismin ya da kelimenin Gematria değeri sayılıyor.

kaynak

“Mandatory (zorunluluk)” ve “vaccination (aşılama)” kelimelerinin sayısal hesabı yapıldığında, harflerin aldığı değelerin, satanistler için kutsal olarak atfedilen sayı; “666”ya eşit olduğu görülmektedir. gematrix websitesinde, yazdığınız yazıların bu ezoterik dilde hangi sayısal değere tekabül ettiğini görebiliyorsunuz. Sitede “en çok aranan kelimeler” listesinde: Noel Baba, Turkovac, Deutschland (Almanya), New York gibi birbiriyle alakasız, Satanizmle hiçbir ilgisi olmayan ifadelerin de aynı sayısal değerde (666) olduğunu görebilirsiniz.

Bu ve bunun gibi iddialar için psikolojik olarak, “algıda seçicilik” ifadesi kullanılmaktadır. Söz gelimi bu psikolojik kavrama göre; o anda aklınızdan ne geçiyorsa, bilinçaltınızda içten içe neyi arzuluyorsanız, bir müddet sonra her gördüğünüz kavramı, arzuladığınız nesne ile ilgiliymiş gibi algılıyorsunuz.

Bu tip iddiaları uyduran kişiler, herhangi bir yazılı, resmi kaynağa sahip olmadıkları için, tamamıyla öznel, her yöne rahatlıkla çekilebilecek olan bu belirsiz ifadeleri, adeta birer “gerçek” algısıyla cımbızlayıp, üstüne bazı süslü ifadeler ekleyerek insanların önüne servis ediyor; manipülasyon uyguluyorlar.

Bill Gates’in sivrisinekleri gizli planları için kullandığı iddiası

Kullanıcıların Gates ile alakalı son tweetlerini incelediğimizde gülünç bir iddiayla daha karşılaştık. İddiaya göre, yakında iç kanamaya neden olan “Sinek Virüsü” isminde yeni bir virüs türü yayılacak. İddia sahibi, neye göre böyle bir iddia ortaya atıldığını tweetinde açıkça söylememiş.

kaynak
kaynak

Alttaki tweetleri okuduğumuzda, bu söylentilerin kaynağına ulaşmamız uzun sürmedi. Paylaşımda, Bill Gates’in görüşlerini, yaptıklarını, yaşadıklarını anlattığı kişisel blogu GatesNotes’ta, Ağustos ayında paylaştığı, sivrisineklerden geçen ölümcül bir hastalık üzerine yazdığı yazısı referans olarak gösterilmiş. Söz konusu blog yazısının devamında Gates, her yıl sarı humma sivrisineği (Aedes aegypti) tarafından yayılan Dang Humması‘nı ve bundan etkilenen 400 milyon hasta ve 20 bin ölümlü vaka üzerinde durmuş ve olası tehlikelere de dikkat çekmiştir.

kaynak

Ayrıca milyarder iş insanı, Gates vakfı olarak fonladığı Oxitec şirketini de bu zararlı sivrisineklerle mücadele etmek için desteklemiştir. Oxitec, 144 bin adet genetiği değiştirilmiş sivrisinek üretmiş ve çiftleşme yoluyla “sarı humma sivrisineğini” yok etmesini sağlamak için çalışmalar başlatmıştır.

kaynak

Yıllara göre KYK burslarının alım gücü ne kadar?

19 Eylül 2021 tarihinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan KYK bursları ile ilgili bir açıklama yaptı. Erdoğan, göreve geldiklerinde KYK bursunun 45 TL olduğunu şimdi ise 650 TL’ye çıktığını belirtti. Erdoğan’ın bu açıklaması sosyal medyada çokça konuşuldu ve eleştirildi. Geçtiğimiz senede Cumhurbaşkanı Erdoğan buna benzer bir açıklama yapmıştı. Bunun üstüne de Doğruluk Payı bu iddiayı incelemiş ve doğru olduğunu bulmuştu. 2002’deki burs miktarı gerçekten de 45 TL’dir. Aşağıdaki tabloda yıllara göre burs miktarını bulabilirsiniz.

Doğruluk Payı’nın hazırladığı tablo

Cumhurbaşkanı’nın KYK burs miktarı artışı konusundaki söylemi doğru olsa da KYK burs desteğindeki iyileşmeleri anlamak için başka veriler de incelenmelidir. Öncelikle yıllar içindeki enflasyon oranları göz önünde bulundurulmalıdır. 2002’deki burs miktarı 2021 yılındaki enflasyon oranına göre tekrar incelenmelidir. Buna ek olarak döviz kurlarındaki artışa ya da altın fiyatındaki değişim ile KYK burs miktarındaki değişime de bakılabilir. Ayrıca, çeşitli harcamalardaki fiyat değişimleri de burs miktarındaki değişim ile karşılaştırmak iyi olabilir. Bunlara ek olarak daha doğru sonuçlar için öğrencilerin 2002 yılındaki genel olarak yaptığı harcamalara ve 2021 yılında yaptıkları ortalama harcamalara bakılıp 2002 yılı ve 2021 yılı burs miktarlarının bu harcamalarının yüzde kaçını karşıladığı incelenebilir. Fakat, bu karşılaştırma çok daha kapsamlı bir araştırma gereklidir.

Burslardaki reel artış nedir?

2021 yılında KYK burs miktarı 2002 yılındaki burs miktarına göre 14 kattan daha fazladır. Fakat bu karşılaştırmada enflasyon göz önüne alınmamıştır. Enflasyonu da göz önüne almak için Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın enflasyon hesaplayıcısını kullanabiliriz. Buna göre 2002 yılı ağustos ayındaki 45 TL 2021 yılı Ağustos ayında 322,21 TL’ye denk gelmektedir.  2021 yılı Ağustos ayının enflasyon oranı dikkate alındığında yıllara göre KYK burs miktarı listesi aşağıda verilmiştir.

YıllarAylık KYK Bursları2021 Ağustos Enflasyonuna göre uyarlanmış burs miktarları
200245322,21
200365372,61
200490468,86
2005110529,29
2006130567,31
2007150609,52
2008160581,71
2009180621,28
2010200637,2
2011240716,93
2012260713,31
2013280710,18
2014300694,66
2015330713,2
2016400800,11
2017425768,09
2018470720,48
2019500666,45
2020550655,89
2021650650

Tablo-1  2021 Ağustos Enflasyonuna göre uyarlanmış burs miktarları

Diğer karşılaştırma metotları

Yıllara göre KYK burs miktarları başka şekillerde de karşılaştırılabilir. İlk olarak bir aylık KYK bursu ile o yıl kaç çeyrek altın alınabileceğine bakılabilir. Aşağıdaki tabloda yıllara göre bir aylık KYK bursu ile kaç çeyrek altın (yıllık ortalama fiyatı ile) alınabileceği gösterilmiştir.

YıllarAylık KYK BurslarıKYK Bursuyla kaç çeyrek altın alınabilir?
2002451,40625
2003652,015503876
2004902,727272727
20051102,857142857
20061302,6
20071502,777777778
20081602,206896552
20091802,02247191
20102001,709401709
20112401,432835821
20122601,595092025
20132801,741293532
20143001,824817518
20153302,026280241
20164001,87090739
20174251,690667515
20184701,350574713
20195001,179245283
20205500,746592822
20216500,817610063

Tablo-2 Çeyrek altın fiyatlarının ortalamaları Kamuajans adlı siteden alınmıştır. 

Buna ek olarak KYK burs miktarındaki yıllık değişim ve geçinme indeksindeki yıllık yüzdelik değişim karşılaştırılabilir. Aşağıda burs miktarının bir yıl öncesine göre yüzdelik değişimi ve yıllık harcamaların bir yıl öncesine göre yüzdelik değişimi görülebilir.

YıllarBursDeğişimGenel GıdaKonut Ev E.GiyimS., K. B.U. ve H. K. E. ve E.
200245
20036544,44444424,7828,1916,9718,6334,6725,9230,0416,38
20049038,46153810,6411,9414,10-1,001,0822,426,2517,48
200511022,2222228,907,4014,962,90-4,32-0,5616,9924,69
200613018,18181810,8211,3115,854,66-4,287,1812,3719,13
200715015,38461510,9710,7414,457,699,159,936,0010,30
20081606,666666712,9515,5915,975,431,739,346,8314,90
200918012,58,3710,373,8522,877,047,913,1119,84
201020011,11111110,2914,815,3816,307,658,178,485,92
2011240206,175,344,283,857,3531,317,718,25
20122608,33333339,9210,188,1612,348,839,1512,4515,22
20132807,69230777,987,358,358,478,0811,077,2310,57
20143007,14285719,039,458,999,6011,059,944,687,70
2015330109,479,8010,9617,570,6817,861,3611,11
201640021,2121218,1310,735,708,782,807,873,957,75
20174256,259,3310,517,2211,338,9011,546,648,92
201847010,58823513,6812,1910,8922,9121,2421,1210,5122,17
20195006,382978715,8118,577,5027,8516,5518,928,0424,57
20205501012,5715,426,3814,717,5514,9217,4510,07
202165018,18181813,6414,1813,6317,7212,4115,5210,998,00

Tablo-3 Yıllara göre Burs miktarı, Burs miktarında %değişim, Genel Harcamalarında %değişim, Konut Harcamalarında %değişim, Ev Eşyası Harcamalarında %değişim (Ev E.), Giyim Harcamalarında değişim, Sağlık, Kişisel Bakım Harcamalarında %değişim (S. K. B.), Ulaştırma ve Haberleşme Harcamalarında %değişim (U. ve H., Kültür, Eğitim ve Eğlence Harcamalarında %değişim(K.E ve E.).

Son olarak 2002 yılı ve 2021 yılı arasındaki geçinme endeksindeki harcamalardaki yüzdelik değişim ve burs miktarındaki yüzdelik değişim karşılaştırılabilir.

BursGenelGıdaKonutEv E.GiyimS., K. B. U. ve H.K. E. ve E.
1444,444747,4007893,9918623,1518859,7888430,66921093,9411546,905561144,68795

Tablo-4 2002 yılı ve 2021 yılı arasındaki Burs miktarında %değişim, Genel Harcamalarında %değişim, Konut Harcamalarında %değişim, Ev Eşyası Harcamalarında %değişim (Ev E.), Giyim Harcamalarında değişim, Sağlık, Kişisel Bakım Harcamalarında %değişim (S. K. B.), Ulaştırma ve Haberleşme Harcamalarında %değişim (U. ve H., Kültür, Eğitim ve Eğlence Harcamalarında %değişim(K.E ve E.).

Bu veriler incelendiğinde enflasyon oranına göre 2016 yılına kadar burs miktarı çoğunlukla artma eğilimindeyken 2016’dan sonra düşüşe geçmiştir. Buna göre 2002 yılındaki burs miktarı 2021 yılına gelindiğinde neredeyse iki kat artmıştır.

Bir aylık burs ile alınabilecek altın sayısına baktığımızda ise 2015 yılına kadar yükseliş ve alçalışlar olsa da, 2015 yılından sonra düşüşe geçmiş ve özellikle 2019’dan sonra burs miktarı ile bir adet çeyrek altın bile alınamaz hale gelmiştir. 2002 yılında ise bir aylık burs ile 1,4 çeyrek altın almak mümkündü.

Burs miktarındaki ve harcamalardaki değişime bakıldığında genel harcamalar 2002 yılında 2021 yılına göre öğrencilerin durumu daha iyidir. Fakat, 2016 yılından sonra harcamalardaki artış çoğunlukla burs miktarındaki artışı geçmiştir.

Sonuç olarak elimizdeki verilere göre KYK bursu 2021 yılında 2002 yılına nazaran daha iyi gözükmektedir. Fakat, 2016 yılından sonra bursun değeri hızla düşmüştür.

Resmi belgeyi nasıl doğrularım?

Resmi kurum ve kuruluşlarla ilişkilendirilerek yayılan belgeler sosyal medyada sıklıkla karşımıza çıkıyor. Resmi evrakların orijinal olup olmadığını teyit etmek yanlış bilginin önüne geçmekle birlikte olası tehlikelere ve dolandırılma riskine karşı bizleri korumaktadır. Bu sebeple resmi belgeleri teyit etmek için kullanılabilecek yöntemleri sizler için derledik.

Yönetmelik kontrol edilmeli

Resmi belgeleri referans alarak ortaya atılan iddialarda öncelikle dikkat edilmesi gereken konu belgenin Resmi Yazışmalarda Uygulanacak Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmeliği‘ne uygun yazılıp yazılmadığıdır. Yönetmelikteki esaslar günlük yazışmalar ve gizli belgeler olmak üzere iki farklı belge çeşidine göre ayrı ayrı veriliyor. Yazı fontundan yazı formatına kadar yönetmelikte yer alan her türlü detay resmi belgeleri teyit etmek için önem taşıyor. Yönetmelikte bulunan kurallara uygun olmayan belgeler bu şekilde kolaylıkla ayırt edilebilir.

2016 yılında “Adalet Bakanlığı Bilgi İşlem Dairesi Başkanlığından Halkımıza Uyarı” başlığıyla sosyal medyada dolaşıma giren belge bu açıdan örnek niteliğinde. Adalet Bakanlığı’nın açıklamasıyla belgenin sahte olduğu ortaya çıkmıştı. Teyit.org konuya ilişkin “Adalet Bakanlığı’nın AIDS uyarısı 10 senedir internette” başlıklı analizinde belgenin gerçek olmadığını gösteren bulguların içinde belgenin yönetmeliğe uygun olmayan metin formatında olduğunu belirtti. Bu analiz, yönetmelik esaslarının resmi belge doğrulama konusundaki önemini vurgulamak açısından yerinde bir örnektir.

Elektronik imzalı belgeler karekod yöntemiyle teyit edilmeli

İçinde bulunduğumuz dijital çağda çoğu resmi yazışma elektronik ortamlarda gerçekleşiyor. Bu anlamda bir avantaj niteliğinde olan karekod okutma yöntemiyle e-imzalı resmi belgeler teyit edilebilir. Elektronik ortamda resmi belge doğrulama için turkiye.gov.tr üzerinden ‘Elektronik Belge Yönetim Sistemi Evrak Doğrulama’ adresi kullanılabilir. İlgili belgenin dipnotunda doğrulama adresi ve doğrulama kodu yer alır. Her ikisi de doğrulama için kullanılabilir. Fakat bu yöntem tek başına teyit için yeterli olmayabilir. Doğrulama kodunun ya da bağlantısının kullanılarak belge içeriğinin değiştirilebileceği de unutulmamalıdır.

Daha önce yayımladığımız “İstanbul Vakfı’nın bağış toplama talebi 25 Haziran’da reddedilmiş” başlıklı metnimizde bu doğrulama yöntemi kullanılmıştır. İddiaya konu olan belge EBYS Evrak Doğrulama adresi üzerinden teyit edilmiştir.

Belge, işaretli alanlardaki bilgilerle teyit edilmiştir. Kaynak

Tersine görsel arama tekniğiyle belge kontrol edilmeli

Görsel doğrulama tekniklerinden biri olan tersine görsel arama yöntemini daha önceki metnimizde detaylı bir şekilde anlatmıştık. Belgenin sahte olup olmadığını kontrol etmek ve yayılımını incelemek için tersine görsel arama yapılabilir. Sorgulanan belge eğer sahte ise bu sayede belgenin orijinaline ulaşılabilir. Birden fazla arama motorundan tersine görsel arama yapmak seçeneklerinizi arttıracaktır.

Belgenin montaj olup olmadığına bakılmalı

Belgeler dijital ortamda montaj işlemiyle çarpıtılabiliyor. Fakat detaylı bir incelemeyle yapılan her işlemin izine rastlamak mümkün. Gerek tersine görsel arama yöntemiyle belgenin orijinalini bularak gerek ise “dijital forensics” uygulamalarıyla montaj izlerini saptayarak görselin orijinalliği teyit edilebilir. Bu yöntemi daha önce Malumatfuruş Görselin Ekrem İmamoğlu’nun Mason Locası Diploması Olduğu İddiası’nı incelerken kullanmıştı.

Belgenin imza kontrolü yapılmalı

Belgeyi imzalayan kişi araştırılmalıdır. İmzayı atan kişinin gerçekten yetkili kişi olup olmadığına bakılmalıdır. Bu noktada kurumların internet sitelerinden faydalanılabilir. Ya da kurum ya da şahıs tarafından düzenlenmiş belgenin orijinali sorgulanarak imza karşılaştırması yapılabilir. Kurumun veya şahsın daha önce yayınladığı belgelere bakılarak da imzalar teyit edilebilir. Daha önce “Kırklareli Belediyesi imzasını geri çekmiş” başlıklı metnimizde bu yöntemi kullanarak iddiayı teyit etmiştik. Detaylı incelemek için tıklayın.

İmza doğrulama yöntemiyle teyit ettiğimiz metnimizden alınmıştır. Kaynak

Belgedeki ‘Gizli’ ya da ‘kişiye özel’ ifadelerine dikkat edilmeli

Sahte belgelerin üzerine ‘çok gizli’ veya ‘kişiye özel’ gibi ibareler yerleştirilebiliyor. Bu açıdan resmi belgelerde yer alan bu ibarelerin orijinal olup olmadığına dikkat edilmesi gerekir. Resmî Yazışmalarda Uygulanacak Usul Ve Esaslar Hakkında Yönetmelik maddelerince elektronik olmayan yazışmaların alt ve üst kısımlarında kırmızı damga ile ‘çok gizli’ ibaresi yer alır. Bunun dışında yazının içinde gizli ifadesi bulunmaz. Yönetmeliğin gizli belge örneğine bakıldığında elektronik ortamda yapılan yazışmada ise yine sayfanın üst ve alt kısımlarında kırmızı renkli büyük harfle yazılı belgenin gizlilik derecesini belirten ibare olur. Ayrıca bu tür belgelerin sayı alanında Z harfi olmalıdır.

Resmî Yazışmalarda Uygulanacak Usul Ve Esaslar Hakkında Yönetmelik’ten ekran görüntüsü alınmıştır.
Teyit.org “Türkiye’nin Azerbaycan’a 120 Suriyeli savaşçı gönderdiğini gösterdiği öne sürülen gizli belge” iddiasını bu yöntemle analiz etmişti. Belgedeki detayların Resmî Yazışmalarda Uygulanacak Usul Ve Esaslar Hakkında Yönetmeliğe uymadığını tespit etmişti.

COVID-19 aşıları hakkında 9 iddia analizi

Pfizer / BioNTech ve Moderna aşılarında kullanılan mRNA teknolojisi, on yıldan uzun süredir mevcut yani aşı geliştirme alanında yeni değil. Ayrıca, onaylı mRNA aşıları, insanlarda güvenlik ve etkinlik gösteren sıkı testlere ve klinik denemelere tabi tutuldu. Bu aşı denemeleri için 90 binden fazla kişi gönüllü oldu. Pfizer-BioNTech aşısı, hastalığa karşı yüzde 95 ve Moderna aşısı, iki doz sonrası hastalığa karşı yüzde 94 oranında koruma sağladı.

Geliştirme, klinik denemeler ve onay, önceki aşılarda görülenden daha hızlı gerçekleştiği doğru. Bunun birkaç sebebi var. Öncelikle, mRNA teknolojisi son birkaç yıldır diğer viral hastalıklar için (Zika virüsü, kuduz virüsü, respiratuar sinsityal virüs) için kullanıldı. Bu nedenle bilim insanları artık aşina oldukları tecrübe kazandıkları teknolojiyi, keşfinin hemen ardından SARS-CoV-2 virüsüne uygulayabildiler.

İkinci olarak, devlet ve özel firmalardan sağlanan finansman ve ortaklıklar, klinik araştırma aşamalarının çoğunun, tipik test tasarımı olan ‘seri’ yerine ‘paralel’ olarak gerçekleşmesine izin verdi. Tüm imkanların seferber edilmesi de süreci önemli ölçüde hızlandırdı.

Üçüncüsü de; aşı geliştirmenin maliyetli ve zaman alan kısmının çoğu, üretim kapasitesini arttırmak ve ticaretini büyüterek kalite kontrolünü sağlamakla ilgili. Bu da genellikle 3. faz etkinlik denemeleri tamamlandıktan sonra gerçekleşir. Ancak salgınının aciliyeti nedeniyle, bu kısımla ilgili fizibilite çalışmalarıyla zaman kaybedilmedi ve kitlesel ölçekte üretimi insan güvenliğine dair klinik denemeleri ile aynı zamanda başlatıldı. Aşıların güvenli ve etkili olduğu kanıtlandıktan sonra halka dağıtılmaya hazır büyük bir stok oluştu.

İddia: mRNA aşıları Covid-19’a yakalanmamıza neden olabilir

❌YANLIŞ
mRNA aşıları canlı virüs içermiyor. Bunun yerine, hücrelerimize COVID-19’a neden olan virüsün yüzeyinde bulunan zararsız bir “başak proteini” yapmayı öğreterek çalışırlar. mRNA aşılarının aksine, diğer birçok aşı, aşının koruduğu mikropun bir parçasını veya zayıflatılmış versiyonunu kullanır. Kızamık ve grip aşıları bu şekilde çalışır. Virüsün zayıflamış veya küçük bir kısmı vücudunuza girdiğinde, gelecekteki enfeksiyonlara karşı korunmaya yardımcı olacak antikorlar üretirsiniz.

Bazı kimselerin aşı sonrası tecrübe ettiği kol ağrısı veya hafif ateş genel olarak tüm sağlıklı bedenlerin aşılara verebildikleri olağan tepkiler. Az sayıda da olsa daha sert yan etkiler görüldüğü oldu ve hatta çok nadir olsa da yaşamsal risk teşkil edebilecek alerjik reaksiyonlara rastlandı. Fakat bunun Pfizer/BionTech aşısında oranı 212 binde 1. Moderna aşısında ise 400 binde 1. Bu alerjik reaksiyonlar dahi henüz kimsenin ölümüne neden olmadı.

Medyada haber olarak yer alan ve tamamı yaşlılardan oluşan ölümlerin de mRNA aşısı ile henüz bir bağlantısı bulunmadı. İncelemeler devam ediyor ancak genel kanı bu ölümlerin tamamen başka sebepleri olduğu yönünde. Unutulmaması gereken nokta şu ki; daha fazla kişi aşılandıkça, daha fazla rastlantısal hastalık vakası ve ölüm olacak. Bunlar, büyük bir popülasyonda belirli bir oranda ortaya çıkması beklenen durumlar.

İddia: İnsanlar aşı olduktan sonra da Covid-19’a yakalanıyor, özellikle de Delta varyantına, o halde aşılar yararsız 

❌YANLIŞ

Bu iddiaya ilişkin endişeyi Fransız Epidemiyolojist Antoine Flahault şöyle yanıtlıyor: “Delta varyantı nedeniyle yeni bir dalga yaşayan İsrail ve İngitere’de olanlara bakmak yeterli. Nüfusun çoğunluğu aşılanmış olan bu iki ülkedeki yeni vaka sayıları ile hastaneye kaldırılma veya ölüm sayıları arasındaki oranlar aşılama önceki Covid dalgalarında yaşanandan çok daha düşük. Öte yandan henüz nüfusunun yalnızca yüzde 15’i ilk doz aşıyı olmuş olan Rusya’ya baktığımızda ise günde 800 ölüm ile çok belirgin şekilde yüksek bir ölüm oranı görüyoruz. Benzer durum Güney Afrika’da yaşanıyor.”

Kısaca bu canlı örnekler aşılamanın açık şekilde işe yaradığını gösteriyor. Bir aşı hiçbir zaman yüzde 100 etkili olamaz. Yüzde 100’e yakın olabilir ama daima ufak da olsa bir etkisizlik riski olur.

iddia: Hamile ve emziren kadınlar için aşı güvenli değil 

YANLIŞ
Hamileler ve çocuk emziren kadınların ilk klinik deneylerde kullanılmadığı doğru. Bu nedenle başlarda Amerikan Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (CDC) ve Dünya Sağlı Örgütü (WHO) sadece yüksek risk grubunda bulunan hamile kadınların ve süt emziren annelerin aşı olmayı tercih etmesini önerdi.

Ancak daha sonra diğer sağlık örgütleri de dahil olmak üzere Covid-19’a yakalanması halinde hamilelerin daha büyük zarar göreceğini belirterek bu önerinin geri çekilmesi sağlandı. Eldeki veriler kısıtlı olsa da bugün var olan ortak kanı aşının anne ve bebeğe yaratacağı risklerin Covid-19 enfeksiyonunun yarattığı risklerden çok daha düşük olduğu yönünde.

Hamile ve emziren hayvanlar üzerinde yapılan testler şimdiye kadar herhangi bir zarar oluşturmadığını gösteriyor. Yine de hamile ve emziren kişilerin aşı olmayı seçmeden önce doktorlarına danışmaları daha emin bir adım olarak nitelendiriliyor.

İddia: Covid-19 aşısı kısırlığa sebep oluyor

YANLIŞ
MU Health Care’de üreme endokrinologu olan Albert Hsu, gebe kalmaya çalışan hastalardan sık sık COVID-19 aşısı endişeleri duyduğunu ancak bu doğru olmadığını söyledi.

Efsane, aşının vücudun, plasentada bulunan ve korona virüsünün başak proteini ile küçük bir genetik kod parçasını paylaşan bir protein olan sinsitin-1’e saldırmasına neden olabileceği varsayımına dayanmaktadır. Ancak bu proteinleri inceleyen uzmanlara göre, dizi benzerliği, kısırlığa yol açacak tehlikeli bir bağışıklık reaksiyonunu tetiklemek için çok kısa Hsu da: “Küçük bir benzerlik var, ancak proteinin genel yapısı o kadar farklı ki, bağışıklık sisteminiz bununla karıştırılmayacak kadar akıllı” dedi.

Buna ek olarak, erken gebelikte meydana gelen düşüklerin arttığına dair hiçbir kanıt bulunamadı. Aksine SARS-CoV-2 enfeksiyonundan sonra başarılı hamilelik kayıtları var. Dolayısıyla bizzat virüsün ve virüse bağışıklık sisteminin verdiği tepkinin dahi üreme fonksiyonlarını olumsuz etkilediğine dair bir bulgu yok. Pfizer-BionTech aşısının test aşamalarında gönüllü olan kişiler arasında sonradan hamile kalan çok sayıda denek var. Bunların hiçbirinde düşük vakası da yaşanmadı.

İddia: mRNA aşıları kansere neden olabilir 

❌YANLIŞ
Kanserojen maddelerin etkisi birkaç haftada birkaç ayda görülmez. Bu tür iddialarla ilgili gerçeklerin anlaşılması yıllar alır. Eğer bu iddia doğruysa yıllar içerisinde büyük bir kanser epidemisi ile karşılaşmamız gerekir.

Ancak bu noktada bilmek gerekir ki vücuda aldığınız, yuttuğunuz, içinize çektiğiniz ve yediğiniz her şey ile kanserojen maddelere, partiküllere maruz kalabilirsiniz. Solunan kirli hava nedeniyle bile bu olabilir. Aşıların kansere neden olduğunu göstermiş ve direk bağlantı kurabilmiş olan bugüne kadar hiçbir bilimsel çalışma yoktur.

İddia: Hali hazırda Covid-19 olmuş olanlara aşı bir fayda sağlamaz 

❌YANLIŞ
Covid-19 enfeksiyonundan kaynaklanan antikorların yaklaşık 2 ila 4 ay sürdüğü tahmin ediliyor, bu nedenle daha önce enfeksiyon geçirmiş olanlar yine de aşı olmalı.

CDC, Covid-19 enfeksiyonu geçirmiş kişilerin enfeksiyondan sonra 90 gün beklemeyi seçebileceğini, bu süre boyunca doğal antikorlarla korunacaklarını belirtiyor. Ancak bu süre sonrasında aşı yaptırmak güvenli ve yararlı. Laboratuvarda üretilen sentetik antikorlar olan ‘monoklonal antikorlar’ için aşı yaptırmadan önce en az 90 gün beklenmeli.

İddia: Aşının yan etkileri virüsten daha tehlikeli 

❌YANLIŞ
Eğer gençseniz ve kalp kası enflamasyonu gibi çok ciddi bir yan etki nedeniyle yoğun bakıma kaldırılmışsanız o zaman evet aşının yan etkisi virüsten daha kötüdür denilebilir ancak bu senaryo son derece düşük bir olasılık. Bununla birlikte genç ve sağlıklı olmayan insanlar açısından bu senaryonun gerçekleşmesi aşı olmadıkları takdirde çok daha büyük bir olasılık.

Benzeri durum çiçek hastalığı aşısı için de geçerliydi. Aşıyı olanların milyonda bir ölme riski mevcuttu ancak hastalığın salgın halinde olduğu ve yılda iki milyon çocuğu öldürdüğü bir ortamda hiç kimse bu düşük olasılık nedeniyle aşının gerekliliğini sorgulamadı. Ne zaman ki çiçek hastalığı sona erdirildi o zaman aşılama da bitti.

Şimdiye kadar yaklaşık 1,5 yıl içerisinde Covid-19 bilinen rakamlara göre 4 iyimser tahminli rakamlara göre 8 milyon civarı insanın ölümüne neden oldu. Covid aşısının birçok hap ve birçok aşı gibi kişiye göre değişen yan etkileri olduğu doğru ancak belirmek gerekir ki; aşı da virüs de farklı yaş gruplarında farklı riskler taşıyor. Zaten bu nedenle de aşılama yaş gruplarına göre hiyerarşik olarak yapılıyor.

İddia: Pfizer/BioNTech insanlar için üzerinde çalışılmadan onaylanan ilk mRNA aşısı 

❌YANLIŞ
Pfizer/BioNTech aşısı insanlar üzerinde kullanılmak için onaylanmış ilk mRNA aşısı olarak tarihe geçse de altında yatan teknoloji ve araştırma ve klinik deneyler son 20 yıldır devam ediyordu. İnsanlar için onaylanmış ilk mRNA aşısının insanları kaygılandırması normal fakat ilk önceleri canlı mikrop ve virüslerin zayıflatılmış hallerinin vücuda enjekte edilmesine de kuşkuyla yaklaşılmıştı.

Linki tıklayarak kullanım onayı alan COVID-19 aşılarındaki maddeler hakkında daha fazla bilgi edinebilirsiniz: https://www.cdc.gov/vaccines/covid-19

Linki tıklayarak mRNA COVID-19 aşılarının nasıl çalıştığı hakkında daha fazla bilgi edinebilirsiniz: https://www.cdc.gov/coronavirus/2019-ncov