fbpx

Grand Kartal Otel yangını hakkında neler biliyoruz?

21 Ocak 2025 tarihinde, Bolu’nun Kartalkaya Kayak Merkezi’nde bulunan Grand Kartal Otel’de çıkan yangın, Türkiye’yi derinden sarsan bir trajediye yol açtı. Yangında 79 kişi hayatını kaybederken, 50’den fazla kişi yaralandı. Bu olay, otel yangın güvenliği ve denetimleri konusunda ciddi endişeleri yeniden gündeme getirdi.

Yangının Başlangıcı ve Seyri

Yangın, sabaha karşı saat 03:27’de otelin dördüncü katındaki restoran bölümünde başladı. Alevler kısa sürede üst katlara yayıldı ve otelin ahşap kaplaması yangının hızla büyümesine neden oldu. Olay anında otelde 238 misafir bulunuyordu. Birçok misafir, yangın alarmının çalmadığını ve duman dedektörlerinin çalışmadığını belirtti. Bu durum, misafirlerin yangını fark etmekte gecikmesine ve tahliye sırasında panik yaşamalarına yol açtı. Bazı misafirler, pencerelerden çarşaflarla inmeye çalışırken, bazıları da yüksek katlardan atlamak zorunda kaldı. Bu tehlikeli kaçış yöntemleri, yaralanma ve ölümlerin artmasına neden oldu.

Acil Durum Müdahalesi ve Zorluklar

Yangın ihbarının ardından bölgeye 267 acil durum personeli, 30 itfaiye aracı ve 28 ambulans sevk edildi. Ancak, otelin şehir merkezine uzaklığı ve zorlu kış koşulları nedeniyle ekiplerin olay yerine ulaşması yaklaşık 45 dakika sürdü. Bu gecikme, yangının kontrol altına alınmasını zorlaştırdı ve can kayıplarının artmasına katkıda bulundu. Yangın, yaklaşık 12 saatlik bir çalışmanın ardından tamamen söndürülebildi.

Soruşturma ve Gözaltılar

Olayın ardından başlatılan soruşturma kapsamında, otel sahibi ve bazı yerel yetkililer dahil olmak üzere 11 kişi gözaltına alındı. Soruşturma, yangının çıkış nedenini ve ihmallerin olup olmadığını belirlemeyi amaçlıyor. İlk bulgular, yangının elektrik kaynaklı olabileceğini gösteriyor.

Güvenlik İhlalleri ve Tartışmalar

Yangın sonrası yapılan incelemelerde, otelde yangın alarmı, duman dedektörleri ve otomatik yangın söndürme sistemleri gibi temel güvenlik önlemlerinin eksik olduğu tespit edildi. Ayrıca, yangın merdivenlerinin yetersizliği ve acil çıkış işaretlerinin bulunmaması da eleştirilen diğer konular arasında yer aldı. Bu eksiklikler, yangının büyümesine ve can kayıplarının artmasına neden oldu.

Siyasi Tartışmalar ve Sorumluluk

Yangın, siyasi arenada da tartışmalara yol açtı. Muhalefet partileri, hükümeti denetim eksikliği ve güvenlik standartlarının yetersizliği konusunda eleştirirken, hükümet yetkilileri ise yerel yönetimleri sorumlu tuttu. Bu karşılıklı suçlamalar, yangının neden olduğu trajedinin yanı sıra siyasi bir krize de işaret ediyor.

Sonuç ve İleriye Dönük Adımlar

Grand Kartal Otel yangını, Türkiye’de otel ve turistik tesislerdeki yangın güvenliği standartlarının gözden geçirilmesi gerektiğini acı bir şekilde hatırlattı. Bu tür trajedilerin tekrarlanmaması için denetimlerin sıkılaştırılması, mevcut yasaların etkin bir şekilde uygulanması ve kamuoyunun bilinçlendirilmesi büyük önem taşıyor.

Çocuktan al haberi: 5 çocuktan 1’i sosyal medyada yaşını büyütüyor

İngiltere’nin Medya Düzenleme Kurumu Ofcom’un yeni yayınladığı araştırmaya göre, 8-17 yaş aralığındaki gençlerin %22’si sosyal medya uygulamalarında 18 yaşında veya daha büyük olduklarını belirterek yalan beyanda bulunuyor. Kurum, bu durumun söz konusu platformların yaş doğrulamasını artırmasını gerektiren ve 26 Ekim 2023’te yasalaşan Çevrimiçi Güvenlik Yasası’na (OSA) rağmen gerçekleştiğine dikkat çekiyor.
Ayrıca, BBC’ye, endişe verici bulguların teknoloji şirketlerinin bu yeni yasal standardı karşılamak için yapmaları gereken çok şey olduğunu gösterdiğini; bunu başaramamaları halinde yaptırımlarla karşılaşacaklarını ekliyor. Ofcom, şirketlerin yasaya uymaması halinde harekete geçeceğini; mevzuatın platformların küresel gelirlerinin %10’u oranında para cezası verilmesine olanak tanıdığını belirtiyor.

Ofcom’un 2022’de yaptırdığı benzer bir araştırma konuya dair daha detaylı verileri göz önüne seriyor. 8 ila 17 yaş aralığındaki çocukların %77’sinin sahte doğum tarihleriyle kendi profillerini oluşturduğunu belirten araştırma, bu oranın 8-12 yaş grubunda da %60 olduğunu ortaya çıkarıyor. Diğer detaylı veriler ise şu şekilde: 

  • 8-15 yaş grubundaki çocukların %47’si +16 kullanıcı yaşına,
  • 8-17 yaş grubundaki çocukların %32’si +18 kullanıcı yaşına,
  • 8-12 yaş grubundaki çocukların %39’u +16, %23’ü ise +18 kullanıcı yaşına sahip.

Öte yandan, çocukların sosyal medyaya ya da çevrimiçi oyunlara erişmek adına yanlış yaş beyan etmesinin sanılandan çok daha büyük etkileri mevcut. İlk olarak, Ofcom, çocuk büyüdükçe sosyal medyada iddia ettiği kullanıcı yaşının da büyümesine dikkat çekiyor. Bu, çocuğun çevrimiçi olarak yaşına uygun olmayan veya zararlı içeriklerle karşılaşma riskini artırıyor. 16 ya da 18 yaşına gelen bir kullanıcı daha küçük yaştaki kullanıcılara sunulmayan özellik ve işlevlere sahip oluyor.

Kaynak

Örneğin, yukarıda verilen örnekte 8 yaşında kendini 13 yaşında göstererek X profili açan Adam adlı çocuğa bakalım. Adam 5 yıl sonra 13 yaşına geldiğinde, X yaşı 18 olacak. Dolayısıyla +18 içerikleri görmeye hiçbir engeli kalmayacak.

Ofcom, yanlış yaş belirtmenin çocuklar için birçok potansiyel tetikleyiciden yalnızca biri olduğunun da altını çiziyor. Sosyal medya çocuklarda;

  • Önceden var olan zayıflıkların ya da mevcut ruh sağlığı sorunlarının, dolayısıyla sosyal izolasyonun artmasına,
  • Zorbalık ya da akran baskısı gibi çevrimdışı durumların çevrimiçi ortama da yansımasına,
  • Düşük öz saygı veya zayıf beden imajı gibi duyguların tetiklenmesine,
  • Tanımadıkları kişilerden oluşan büyük ağlar kurmasını teşvik eden ya da onları proaktif olarak aramadıkları içerik ve bağlantılara maruz bırakan platformlara erişime,
  • Veya bir soruna ve güvensizliğe çözüm olarak algılanan, dolayısıyla ilgi çekici gelen yararsız/olumsuz materyallere maruziyete sebep oluyor.

Ofcom tüm bunların çözümü olarak ‘yaş güvencesi’ ilkesini destekliyor. Bu ilke, sosyal medyada hesap açmak için pasaport gibi sert tanımlayıcılar, yapay zeka ve biyometrik tabanlı sistemlerle kontrol ya da ebeveyn onayını öneriyor. Tabii söz konusu ilkenin; bazı yöntemleriyle gizlilik, ebeveyn kontrolü veya çocukların özerkliği gibi konularda endişelere yol açtığı da belirtiliyor. Yine de, sosyal medya platformlarında çocukların yanlış yaş beyanı ile hesap açmasının önünde hiçbir engel bulunmamasının Birleşik Krallık’ı harekete geçirmiş olduğunu söylemek mümkün.

14 yaşındaki Molly Russell’ın 2017’deki intiharının da bu konudaki çalışmaları hızlandırdığı düşünülebilir. Russell’ın vefatının ardından; sosyal medyada son altı ayda kaydettiği, beğendiği veya paylaştığı 16.300 içerikten 2100’ünün intihar, kendine zarar verme ve depresyon ile ilgili olduğu ortaya çıktı. İntihar ettiği gece ise, Instagram’da depresyon temalı bir slogan taşıyan görseli kaydettiği görüldü.

2022’de Ofcom’un araştırması üzerine BBC’nin Instagram, Whatsapp ve Facebook’u bünyesinde bulunduran Meta’nın sözcüsünden aldığı görüşte, Meta’nın genç kullanıcılarının yaşlarını doğrulama konusundaki son çalışmalarına atıfta bulunuldu. Örneğin kişilerin ‘başkalarından yaşlarını teyit etmelerini istemelerine’ izin verilmesi veya insanların kendilerini çektiği videoları analiz eden teknolojinin kullanılması gündemdeydi.

BBC’nin Ofcom’un 2024’te yaptığı araştırmanın ardından kaleme aldığı makalede ise TikTok’un ‘Her gün binlerce şüpheli reşit olmayan hesabı kaldırıyoruz’ dediği; Meta’nın açıklama yapmayı reddettiği ve X’in hiçbir şekilde yanıt vermediği ifade edilmiş.

Türkiye’de durum ne?

Türkiye’deki çocukların sosyal medya kullanımına ilişkin Ofcom’un yaptırdığı gibi ‘yanlış yaş beyanı’ konusunu da irdeleyen derinlemesine bir araştırma bulunmuyor. Ancak yakın tarihte yapılan Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş’ın konuya dair açıklamaları ve TÜİK’in (Türkiye İstatistik Kurumu) ‘Çocuklarda Bilişim Teknolojileri Kullanım Araştırması’nı kaynak olarak kullanabiliriz. 

Göktaş, geçtiğimiz hafta katıldığı ‘Türk Kadının Seçme ve Seçilme Hakkının 90. Yıl Dönümü Programı’ sonrasında kendisine yöneltilen sorulara verdiği cevapta çocukların sosyal medya kullanımına yönelik ’16 yaş’ vurgusu yaptı. Dijital dünyanın çocuklar için hem fırsat hem de tehlike barındırdığına dikkat çeken Göktaş; bir taraftan çocukları ilgili risklere karşı korumayı, diğer yandan da bilinçli tüketimlerini sağlamayı görev edindiklerini belirtti. Avustralya’nın 16 yaş altındaki çocuklara getirdiği sosyal medya kullanım yasağı gibi örnekleri de dile getiren bakan, bu konuda çok ciddi anlamda çalışmalar sürdürdüklerini ifade etti. Dünyada yapılan çalışmaları incelediklerini; aynı zamanda Türkiye’ye uygun modeller geliştirmek için ilgili bakanlık ve uzmanlarla görüştüklerini ekledi. Bu konuda bir düzenlemeye ihtiyaç duyduğumuzu vurgulayan Göktaş; komisyon çalışmasının devam ettiğini ve bir rapor hazırlandığını söyledi. Sonuç olarak uzman ve kurumların şu an için 16 yaş sınırlamasında hemfikir olduğunu belirtti.

Ancak yaş sınırlaması, sosyal medya platformları yanlış yaş beyanına engel olamadığı sürece sonuç verecek gibi durmuyor. Zira TÜİK’in yaptığı Çocuklarda Bilişim Teknolojileri Araştırması’na (2024) ve platformların yaş sınırlandırmasına bakacak olursak Türkiye’de de yanlış yaş beyanıyla sosyal medya platformlarında hesap açan çocuk sayısı bir hayli fazla. Araştırmaya göre, çocuklarda (6-15 yaş grubu) internet kullanım oranı %91,3.

Kaynak

Çocukların internet kullanım amaçları ise çoğunlukla internet üzerinden video izleme (%83,9), sosyal medya (%72,6) ve oyun oynama veya oyun indirme (%72,7) olarak seyrediyor. Yani, 6-15 yaş aralığında internet kullanan %91 oranında çocuğun %72’si sosyal medyayı aktif olarak kullanıyor -ki bu da çocukların yanlış yaş beyanı yaptığına kanıt niteliğinde sayılabilir. 

Araştırmada, aynı zamanda, çocukların sosyal medya kullanımına dair de bir veri seti bulunuyor. Burada çocukların %66,1’inin sosyal medya kullandığı belirtilirken bu oranın 6-10 yaş grubunda %53,5, 11-15 yaş grubunda ise %79 olduğu ifade edilmiş.

Yukarıdaki tabloda görüldüğü gibi; en çok kullanılan platform %96,3 oranı ile YouTube olurken onu %41,5 ile Instagram, %26,2 ile TikTok, %21,4 ile Snapchat, %13,6 ile Pinterest, %9,5 ile Facebook ve %4,9 ile X takip ediyor. Söz konusu platformların yaş politikası ise 13 yaş sınırlamasından ibaret. YouTube içeriklerinde 18 yaş kullanım kısıtlaması kullanıyor, ancak bu da çoğunlukla içerik sahibinin inisiyatifine bırakılıyor. Yani içerik üreticisinin videosunu +18 olarak işaretlemesi gerekiyor. 13 yaş altı çocuklar ise ‘family link’ uygulaması ile YouTube Çocuk kullanabiliyor. Üstelik bu platformların hiçbirinde yanlış yaş beyanının önüne geçecek bir uygulama bulunmuyor.

Yalnızca Instagram, şimdilerde ‘genç hesapları’ adını verdiği bir uygulama başlatmaya hazırlanıyor. 17 Eylül 2024’te ABD, Kanada, İngiltere ve Avustralya’da yürürlüğe giren uygulamaya göre 18 yaş altı kullanıcıların hesapları otomatik olarak ‘genç hesabına’ dönüştürülecek ve 16 yaş altı kullanıcıların ilgili kısıtlamaları kaldırmak için hesaplarını bir ebeveyn hesabına bağlamaları gerekecek. Genç hesabı kapsamında alınacak diğer önlemler ise şu şekilde:

  • Keşfet, Reels içerikleri filtrelenecek.
  • Zaman uyarısı yapılacak: çocuklar hem 60 dakika aşıldığında uygulamayı kapatmalarını söyleyen bildirimler alacak hem de 07.00-22.00 saatleri arasında platform uyku moduna girecek. Uyku modunda bildirimler sessizde olacak ve mesajlara otomatik yanıtlar verilecek.
  • Ebeveynler, reşit olmayan kullanıcıların hesaplarını denetleyecek ayarları yönetebilecek.
  • Ebeveynler çocuklarının uygulamayı kullanma sürelerini kontrol edip belirli saat aralıklarında Instagram’a girmelerini engelleyebilecek.

İngiltere’de ve Avustralya’da atılan resmi adımlar doğrultusunda anlaşılıyor ki çocukları sosyal medyanın ve internetin olumsuz yanlarından korumak adına ilgili devlet kurumlarının konuyla alakalı çalışmalar yapması şart. Ancak sosyal medya platformlarının da bilhassa yanlış yaş beyanına yönelik daha katı kısıtlayıcılara ihtiyacı var. Ve tabii elbette bu konuda ebeveynlere düşen görevi de atlamamak gerekiyor. Çocukların internetin olumsuz yanlarından etkilenmeden yararlanması adına belki de en büyük görev ebeveynlerine düşüyor.

Dezenformasyon krizlerin toplumsal etkisini artırıyor

Çağımızın sosyal medya kültüründe dezenformasyon, kriz anlarının etkisini daha da şiddetlendiriyor. Dijital okuryazarlık düzeyinin yeterince iyi olmadığı toplumlarda ise yanlış bilginin yayılımının önünde duran neredeyse hiçbir engel bulunmuyor. Doğru ve yanlış bilginin ayırt edilememesi, hatta bilgiyi süzgeçten geçirerek almak gerekliliğinin bilinmemesi ve dolayısıyla doğrulama motivasyonunun olmaması yanlış bilgi üretip yayan kişilerin amaçlarına ulaşmaları için uygun ortamı sağlıyor. Zira kriz anlarında bu kişilerin amacı genellikle toplumu kutuplaştırmak ya da doğrudan olumsuz duyguları hedef alarak etkileşimini artırmak. Ancak bu sosyal medya davranışının var olan olağanüstü hal etkisinin kat be kat artmasına yol açtığı aşikar. Üstelik ilgili kriz ne olursa olsun bundan en çok etkilenenler çocuklar, gençler, kadınlar, azınlık ve dezavantajlı gruplar oluyor. Zaten amaç da sayılan bu gruplardan birini veya birkaçını ayrıştırmak oluyor. Sosyal medya platformları bu bağlamda bir silah olarak kullanılıyor. Linç kültürü gelişiyor ve tüm bunların doğal bir sonucu olarak nefret söylemleri ortaya çıkıyor.

Evet dezenformasyon sosyal medyada bir silah olarak kullanılıyor; fakat yanlış bilginin derinleştirdiği önyargılı ve hoşgörüsüz ortamın gerçek hayatta, yani aslında çevrimdışı ortamda da zarara neden olabileceğinin farkında olan çok az kişi bulunuyor. Kişiler sosyal medyadan yaptıkları paylaşımların herhangi birinin hayatına doğrudan etki edebileceğinin bilincinde olmadığı için de kasıtlı olarak üretilen yanlış bilginin yayılımına dur denemiyor. Örneğin geçtiğimiz günlerde (1 Temmuz 2024) Kayseri’de Suriye uyruklu olduğu açıklanan kişinin bir kız çocuğunu taciz ettiği iddiası üzerine tutuklanmasıyla hem sosyal medyada hem de sokaklarda provokatif eylemler başladı. Hashtagler açıldı, eski ve farklı olaylardan alınan şiddet içerikli görüntüler paylaşıldı. Dezenformasyon araçlarıyla oluşturulan nefret söylemi arttı. Bu, elbette hatalı olan kişinin tepki almaması gerektiği anlamına gelmiyor. Tabii ki hepimiz, sosyal medya kullanıcısı olarak hoşumuza giden ve gitmeyen olaylara doğal tepkimizi hesaplarımızda paylaşıyoruz. Ancak işin içine kasıtlı yanlış bilgi girdiğinde, üstelik bu bilgi doğrudan bir grubu hedef aldığında verilen tepkinin sonuçları tahmin edilenden çok daha kötü olabiliyor. Bu nedenle tepkilerin kişinin dil, din, ırk, cinsiyet ve cinsel yönelim gibi özelliklerinden bağımsız, saygı çerçevesinde ve doğru bilgi üzerinden verilmesi büyük önem taşıyor. Aksi halde vaziyetin kaotik bir hal alması tek bir yanlış bilgiye bakıyor.

Kriz anlarında yayılabilecek dezenformatif içerikleri fark etmek ise sanıldığı kadar zor değil. Yalnızca şüphe etmek ve araştırmak doğru bilgiye ulaşmak için yeterli. Yine de bu gibi durumlarda en fazla kullanılan yanlış bilgi araçlarını bilmekte fayda var.

Sahte hashtagler

Bu tip kriz anlarında sosyal medyada kullanılan hashtaglerin, yani etiketlerin de tıpkı paylaşımlarda olduğu gibi şüpheyle karşılanması gerekiyor. Çünkü bu hashtagleri trendlerde üst sıralara taşımak ya da sosyal medya diliyle ‘trend topic’ yapmak hiç de zor değil. Bot hesaplar aracılığıyla herhangi bir etiket kısa zamanda en çok konuşulan konular arasında yerini alabiliyor. Hatta bunu kendi sosyal medya deneyimimizden de anlayabiliriz. Özellikle X’te (eski adıyla Twitter) ne anlama geldiğini, nereden çıktığını bile fark etmediğimiz hashtagler bir anda trendlerde yerini alabiliyor.

Ancak sahte hashtagler, bot hesaplardan yapılan aynı dildeki paylaşımlar sandığımız kadar masum değil. Herhangi bir konunun, kişinin veya kurumun bu denli çabuk trend haline gelebilmesi kriz anlarında da olumsuz yanlarını gösteriyor. Örneğin son olarak Kayseri’de yaşanan olayda #ülkemdesığınmacıistemiyorum etiketiyle, kriz tek bir olayı, tek bir kişiyi ve tek bir şehri aşarak neredeyse tüm ülkeye yayıldı. Üzücü şekilde, Suriye uyruklu bir vatandaşın küçük bir kız çocuğunu taciz ettiği iddiasıyla birlikte yapılan paylaşımlar, Türkiye’de hayatalarını devam ettiren tüm Suriye uyruklu kişileri hedef haline getirdi. Halbuki ve ne yazık ki tacizin herhangi bir uyruğa özel olmadığını kanıtlar nitelikteki olaylar toplumsal hafızamızda yerini korumaya devam ediyor.

Ancak hızla büyüyen bu linç kültürünü fark etmenin, en azından bir kişi veya kurum tarafından kasıtlı olarak açılan sahte hashtagleri fark etmenin bir yolu var. Instagram veya X’te söz konusu etiket ile yapılan paylaşımlar incelenerek etiketin organik olup olmadığı anlaşılabilir. Zira bot hesaplarla yükseltilen hashtaglerde, özellikle X’te, aynı tip cümleler göze çarpar. Öte yandan bu kalıp paylaşımları yapan hesapların isimleri de genellikle rastgele sıralanmış rakam ve harflerden oluşur. Kimi zaman da sosyal medya kullanıcıları etiketin kapsamadığı ama kendince önemli olan konu hakkında paylaşım yaparken trendlerdeki etiketlerden kullanıyor. Bu da hashtaglerin konusundan bağımsız büyümesine yol açıyor.

Eski görüntüler

Eski görüntü paylaşımı, sosyal medyada en çok kullanılan dezenformasyon üretimi türlerinden biri olarak zaten sık sık karşımıza çıkıyor. Ancak kriz zamanlarında bu paylaşımlar ve etkileri artıyor. Üstelik bunun yalnızca bir gruba yönelik ayrıştırıcı araç olarak kullanıldığını söylemek de yanlış olur. Afet ve pandemi gibi farklı kriz dönemlerinde de sosyal medya kullanıcılarında korku gibi olumsuz duyguları tetiklemek için eski veya ilgisiz görüntülerin kullanıldığı dezenformatif paylaşımlar oldukça yayılımdaydı. Bahse konu eski/ilgisiz görüntülü paylaşımların boyutu ve anlamı savaş ya da saldırı dönemlerinde elbette değişiyor. Zira bu paylaşımlar doğrudan şiddet içerikli olabiliyor. Örneğin son olarak yaşanan Kayseri olayı üzerinden gidecek olursak, sosyal medyada saldırıya uğrayan bir kişinin görüntülerinin ‘mahalleli Suriyeli vatandaşı dövdü’ şeklinde paylaşılması şiddete meyilli olan diğer kullanıcıların da kendilerinde bunu yapma hakkı bulmasını sağlayabilir. Üstelik yukarıda da bahsedildiği gibi bu tarz paylaşımlar, ‘taciz’ olayının tek bir uyruğa indirgenmesine yol açıyor. ‘Suriyeliler taciz eder’, hatta ‘Suriyeliler sapıktır’ algısını toplum bilincine yerleştiriyor.

Kayseri’de başlayarak ülkeye yayılan provokatif eylemler sırasında da sosyal medyada benzeri içeriklere denk geldik. Örneğin polislerin ters kelepçeyle evinde tutukladığı kişinin ‘Kayseri’yi kana bulamaya çalışan bir edepsiz’ olduğu iddia edildi. Ancak görüntü ne günceldi ne de sığınmacı konusu ile ilgiliydi. Geçtiğimiz sene yaşanan olayda tutuklanan kişi, uyuşturucu satıcısı olduğu iddiasıyla yakalanmıştı.

Kaynak

Sosyal medyada kasıtlı veya kasıtsız olarak yanlış ilişkilendirilen görüntülerin doğrusuna ulaşmak için tersine görsel arama kullanılabilir. Videodan alınan ekran görüntüsü ya da doğrudan görselin kendisi Google, Yandex gibi arama motorlarının ‘görsel arama’ kısmından tersine aratılarak görüntünün hangi olaya ve zamana ait olduğu öğrenilebilir.

Hatalı atıflar

Kriz dönemlerinde güvenilir isimlere hatalı atıflar yapılarak üretilen içerikler de karşımıza çıkıyor. Bunun başlıca amacı konu hakkında olumlu ya da olumsuz herhangi bir fikri daha sağlam bir temele dayandırmak. Hatta kimi zaman bu, ünlü isimler adına açılan sosyal medya hesaplarından da yapılıyor. Aslında yanlış bilgiyi, düşünce şeklini yaymak adına en basit yollardan biri olduğu söylenebilir. Kendi deneyimlerimizden yola çıkarak şu sonuca ulaşabiliriz: Örneğin sıradan bir sosyal medya kullanıcısı yerine bilim insanı Celal Şengör’ün ‘Cumhuriyeti sizin Türk diye bildiğiniz ama Türk olmayan bizler (sabatist dönmeler) kurduk’ demesi yanlış bilginin inandırıcılığını kesinlikle artıracaktır. Elbette araştırıldığında söz konusu ifadenin Celal Şengör’e ait olmadığı ortaya çıkıyor. Ancak araştırılmadan paylaşıma doğrudan duygu odaklı yaklaşıldığında içerik yine ayrıştırıcı dile hizmet etmiş oluyor.

Aynı yönteme, yakın bir tarihte başlayan ve hala devam eden İsrail-Filistin çatışmalarının henüz başlarında yayılan bir başka iddia daha örnek gösterilebilir. 7 Ekim 2023’te başlayan çatışma döneminde, Kuzey Kore Lideri Kim Jong-Un’un Müslüman liderlere sözde hitabı paylaşıldı. Bu hitaba göre Jong-Un, ‘Müslümanları anlamıyorum kutsal olarak gördükleri Kudüs’ü, İsrail işgal ediyor ve Müslüman yöneticiler sadece kınayıp bekliyorlar. Eğer biz olsaydık bütün nükleer füze denemelerimizi İsrail’in üzerinde denerdik.’ diyor. Araştırıldığında, Kim Jong-Un’un yalnızca bu değil; güncel olaylarla ilgili hiçbir söylemi olmadığı ortaya çıkıyor.

Kaynak

Bu gibi içeriklerle karşılaşıldığında, yapılacak ilk şey ilgili ifadeyi tırnak içine alarak atfedilen kişinin ismiyle birlikte arama motorlarında araştırmak. Eğer ifadenin atfedildiği kişinin anadili farklıysa bu dilde, her atıf için de İngilizce araştırma yapmak doğru sonuca ulaşma ihtimalini artırır. Öte yandan, kriz dönemlerinde sosyal medyanın yanı sıra ana akım medyayı da takip etmek önemlidir. Zira kesin olmayan bilgiler (istisnaları olsa da) ana akım medyada yer almaz. Bu da kıyas yapmayı ve şüpheyi kuvvetlendirmeyi sağlar.

Mesajlaşma uygulamalarından gelen manipülatif iletiler

Mezenformasyon ve dezenformasyon dendiğinde çoğunlukla akla sosyal medya platformları geliyor. Çünkü günümüzde doğru veya yanlış fark etmeksizin bilginin en hızlı yayıldığı yerler buralar. Ancak Whatsapp, Telegram gibi mesajlaşma uygulamalarının da sık sık bu amaca hizmet ettiği oluyor. ‘Çok kez iletildi’ ibareli mesajların içerikleri, özellikle kriz dönemlerinde, halkta panik yaratmak üzerine kurgulanıyor. Üstelik bu mesajları hazırlayan kişiler çoğu zaman hatalı atıflarda da bulunarak kaynağın güvenilir bir kurum veya kişi olduğunu iddia ediyor. Örneğin koronavirüs pandemisinin henüz başlarında Whatsapp üzerinden yayılan sahte belgede sözde COVID-19 Ek önlemler yer almış; bunun üzerine dönemin Sağlık Bakanı Fahrettin Koca belgenin sahte olduğu açıklamasını yapmış. Fakat bu, resmi açıklamaya ulaşabilen kişiler için geçerli olmakla birlikte açıklama gelene kadar geçen sürede halktaki panik duygusu artırmış oluyor. Bu tip manipülatif mesajlar için yine ana akım medyayı takip etmek ve yalnızca resmi açıklamalara odaklanmak, sizi panik gibi olumsuz duygulardan koruyacaktır.

Sonuç olarak savaş, afet ve pandemi gibi kriz dönemlerinde sosyal mecralarda yanlış bilgi yayılımının arttığı söylenebilir. Açıkça kasıtlı kişiler tarafından üretilen ancak çoğunlukla kastı olmayan kişilerce paylaşılan bu içeriklerin en azından yayılımına engel olmak ise, biz bilinçli sosyal medya kullanıcılarının elinde. Kimi zaman ana akım medyada bile yanıltıcı-yanlış içeriklere yer verilirken sosyal medyada paylaşılan her şeyi sorgulamadan kabul etmek hem bizler için hem de ilgili dezenformasyonun muhatabı için sorunlara yol açabilir. Bu kritik nokta, 1 Temmuz 2024’te Kayseri’de başlayan Suriye uyruklu vatandaşlara tepki furyasında da oldukça önemliydi. Zira yanlış bilgi doğrudan nefret söylemine, nefret söylemi ise doğrudan çevrimdışı fiziksel şiddete sebep olabilir. Bu sebeple tüm sosyal medya kullanıcılarının buradaki paylaşımlara karşı zihnini açık tutması, tüm paylaşımlara objektif ve duygularından arınmış şekilde yaklaşması büyük önem arz ediyor. Dijital okuryazarlığın gelişimi ve medyadaki dezenformasyona karşı hazırlıklı hale gelmek için Doğrula gibi doğruluk kontrolü platformlarını takip edebilir; Doğrula’nın kriz dönemleriyle ilgili kaleme aldığı diğer dezenformasyon makalelerine göz atabilirsiniz.

Yanlış bilgi psikolojisi: Neden savunmasızız?

Psikolojimiz bizi yanlış bilgiye karşı nasıl daha savunmasız hale getiriyor?
Yanlış bilgi psikolojisi, yani bizi doğru olmayan şeylere inanmaya teşvik eden zihinsel kısayollar, kafa karışıklıkları ve yanılsamalar; bunun zararlı etkilerini nasıl önleyeceğimiz konusunda bize çok şey söyleyebilir. Psikolojimiz, düzeltmelerin işe yarayıp yaramadığını, medya okuryazarlığı kurslarında ne öğretmemiz gerektiğini ve en başta yanlış bilgilere karşı neden savunmasız olduğumuzu etkileyen şeydir. Bu durum aynı zamanda insan beynine dair büyüleyici bir içgörü sunar.
Psikolojik kavramlar akademide ortaya çıkmış olsa da, birçoğu günlük dile de girmiştir. İlk kez 1957 yılında tanımlanan “bilişsel uyumsuzluk” bunlardan biridir; doğrulama yanlılığı ise bir diğeridir. Bu da sorunun bir parçasıdır. Tıpkı epidemiyoloji hakkında bilmeden
konuştuğumuz gibi, bilişsel bilim hakkında da bilmeden konuşabiliyoruz ve bu kavramların
yanlış ifade edilmesi yeni yanlış bilgi biçimleri yaratabiliyor.
Muhabirler, doğrulama editörleri, araştırmacılar, teknoloji uzmanları ve yanlış bilgiyle çalışan fenomenler (ki kabul edelim hepsi bunu yapıyor) bu ayrımları anlamazlarsa, bu sadece belirsiz bir akademik terimi karıştırmak anlamına gelmez. Bu, sorunun bir parçası olma riski taşır.
First Draft, yanlış bilgiler, bunları düzeltme ve önleme konularıyla ilgili temel psikolojik kavramları listeliyor. Bunlar son sözden ziyade bir başlangıç noktası olarak tasarlanmıştır daha derine inmek için önerilen ileri okumalara bakabilirsiniz.

1. Bilişsel cimrilik

Bizi yanlış bilgilendirmeye karşı en savunmasız hale getiren psikolojik özelliğimiz, ‘bilişsel cimriler’ olmamızdır. Sorunları çözmek için daha fazla düşünce ve çaba gerektiren yollar yerine daha basit ve kolay yolları tercih ederiz. Mümkün olduğunca az zihinsel çaba harcamak üzere evrimleştik.

Bu, beynimizi bu kadar verimli kılan şeyin bir parçasıdır: Her bir şey hakkında çok fazla düşünmek istemezsiniz. Ancak bu aynı zamanda, ihtiyacımız olduğunda da yeterince düşünmediğimiz anlamına da gelir. Örneğin, internette gördüğümüz bir şeyin doğru olup olmadığını düşünürken

Okuma önerisi: Londra Üniversitesi’nden Dario Tarborelli tarafından yazılan ve 2008’de Current Issues in Computing and Philosophy’de yayınlanan “How the Web Is Changing the Way We Trust.”


2. İkili süreç teorisi

İki temel düşünceye biçimine sahip olduğumuz fikridir.

Sistem 1: Çok az çaba gerektiren otomatik süreç.

Sistem 2: Daha fazla çaba gerektiren analitik süreç.

Bilişsel cimriler olduğumuz için genellikle Sistem 1’i kullanıyoruz. Bu sistem iki nedenle yanlış bilgi tehlikesi yaratıyor:

  • Bir şeyi işlemek ne kadar kolaysa, onun doğru olduğunu düşünme olasılığımız da o kadar artar; bu nedenle hızlı ve kolay yargılar, doğru olmasalar bile genellikle doğru gibi gelir.
  • Kolay olan daha etkili olduğu için ayrıntıları ve önemli kısımları kaçırabiliyoruz. Örneğin internette okuduğumuz haberi hatırlıyor ancak bunun yanlışlandığını unutabiliyoruz.

Okuma önerisi: Gordon Pennycook tarafından yazılan ve 2017’de Dual Process Theory 2.0’de yayınlanan “A Perspective on the Theoretical Foundation of Dual Process Models.”


3. Sezgisel yöntemler

Sezgisel yöntemler hızlı karar vermek için kullandığımız göstergelerdir. Bu yöntemi kullanma sebebiz ise karmaşık analizler yapmaktan daha kolay olması, özellikle de çok fazla bilginin bulunduğu internet ortamında.

Sezgisel yollar, genellikle doğru olmayan sonuçlara yol açmaları bakımından sorunludur.

Örneğin, bir gönderinin ne kadar güvenilir olduğuna karar vermek için, güvendiğiniz birinin sosyal medyadaki bir gönderiyi onaylaması (örneğin retweetlemesi) gibi bir ‘sosyal onay sezgisel yöntemine’ güvenebilirsiniz. Ancak o kişiye ne kadar güvenirseniz güvenin, bu tamamen güvenilir bir gösterge değildir ve sizi doğru olmayan bir şeye inanmaya yöneltebilir.

First Draft’ın kurucularından ve ABD direktörü Claire Wardle’ın Bilgi Düzensizliğini Anlamak için Temel Kılavuz‘da açıkladığı gibi:

“Sosyal medyada, sezgisel yöntemler (dünyayı anlamlandırmak için kullandığımız zihinsel kısayollar) eksiktir. Gazetenin hangi bölümüne baktığınızı anladığınız ve köşe yazıları ya da karikatür bölümünde olduğunuzu gösteren görsel ipuçlarını gördüğünüz bir gazetenin aksine, internette durum böyle değildir.”

Okuma önerisi: Miriam J. Metzger ve Andrew J. Flanagin tarafından yazılan ve 2013’te Journal of Pragmatics, Volume 59 (B)’de yayınlanan “Credibility and trust of information in online environments: The use of cognitive heuristics.”


4. Bilişsel uyumsuzluk

Bilişsel uyumsuzluk, inançlarınızla çelişen bilgilerle karşılaşmanın ardından gelen olumsuz deneyimdir. Bu, uyumsuzluğu hafifletmek için insanların güvenilir bilgileri reddetmesine yol açabilir.

Okuma önerisi: Monika Taddicken ve Laura Wolff tarafından yazılan ve 2020’de Media and Communication, Volume 8 (1), 206-217’de yayınlanan “‘Fake News’ in Science Communication: Emotions and Strategies of Coping with Dissonance Online.”


5. Doğrulama yanlılığı

Doğrulama yanlılığı, mevcut inançlarınızı doğrulayan bilgilere inanma ve onlarla çelişen bilgileri reddetme eğilimidir. Dezenformasyon aktörleri bu eğilimi mevcut inançları güçlendirmek için kullanabilirler.

Okuma önerisi: Raymond Nickerson tarafından yazılan ve 1998’de Review of General Psychology, 2(2), 175-220’de yayınlanan “Confirmation Bias: A Ubiquitous Phenomenon in Many Guises.”


6. Güdülenmiş muhakeme

Motivasyona dayalı akıl yürütme, insanların gerçeği belirlemek yerine, inanmak istedikleri şeye inanmak için akıl yürütme becerilerini kullanmalarıdır. Buradaki en önemli nokta, insanların tembel ya da mantıksız düşünmekten ziyade rasyonel yetilerinin yanlış bilgilendirmeye neden olabileceği fikridir.

Güdülenmiş akıl yürütme, yanlış bilgilendirme psikolojisindeki güncel tartışmaların kilit noktalarından biridir. The New York Times için 2019 yılında kaleme alınan bir makalede, sırasıyla Virginia Üniversitesi ve MIT’de çalışan iki bilişsel bilimci David Rand ve Gordon Pennycook buna şiddetle karşı çıktı. İddiaları, insanların enformasyonla karşılaştıklarında yeterince analitik davranmadıkları yönünde. Onların ifadesiyle:

“Bir grup, muhakeme yeteneğimizin partizan inançlarımız tarafından ele geçirildiğini iddia ediyor: yani rasyonalizasyona yatkınız.Diğer grup ise -ki ikimiz de bu gruba dahiliz- sorunun eleştirel yetilerimizi kullanmakta başarısız olmamızdan kaynaklandığını iddia ediyor: yani zihinsel olarak tembeliz.”

Rand ve Pennycook, yanlış bilgilendirmeye karşı psikolojik kırılganlığımızın temel faktörünün motive edilmiş akıl yürütme değil, tembel düşünme olduğuna dair güçlü bir kanıtlar bütünü oluşturmaya devam ediyor.

Okuma önerisi: Gordon Pennycook ve David Rand tarafından yazılan ve 2019’da New York Times’da yayınlanan “Why do people fall for fake news?” 


7. Çoğulcu cehalet

Çoğulcu cehalet, toplumdaki diğer kişilerin ne düşündüğü ve neye inandığına dair bir anlama eksikliğidir. Bu durum, insanların siyasi bir görüş söz konusu olduğunda, aslında çok az kişi tarafından benimsenen bir görüş olmasına rağmen, yanlış bir şekilde diğerlerinin çoğunlukta olduğunu düşünmesine neden olabilir. Bu durum, yanlış bilgilerin (örneğin komplo teorileri) çürütülmesiyle daha da kötüleşebilir, çünkü bu görüşlerin gerçekte olduğundan daha popüler görünmesine neden olabilirler.

Bunun bir çeşidi de sahte fikir birliği etkisidir: insanlar kendi görüşlerini paylaşan diğer insanların sayısını abarttıklarında ortaya çıkar.

Okuma önerisi: Stefan Lewandowsky’nin 2011’de Shaping Tomorrow’s World’de yayınlanan “The Loud Fringe: Pluralistic Ignorance and Democracy.”


8. Üçüncü şahıs etkisi

Üçüncü şahıs etkisi, insanların yanlış bilginin kendilerinden çok diğer insanları etkilediğini varsayma eğilimini tanımlar.

Romanya’daki National Ünivesitesi Siyasi Çalışmalar ve Kamu Yönetimi’nde iletişim profesörü olan Nicoleta Corbu, kısa bir süre önce insanların yanlış bilgileri tespit etme konusundaki algılanan becerilerinde önemli bir üçüncü şahıs etkisi olduğunu ortaya koymuştur: İnsanlar yanlış bilgileri tespit etme konusunda kendilerini diğerlerinden daha iyi olarak değerlendiriyor. Bu da insanların savunmasızlıklarını hafife alabilecekleri ve uygun adımları atmayacakları anlamına geliyor.

Okuma önerisi: Oana Ştefanita, Nicoleta Corbu ve Raluca Buturoiu tarafından yazılan ve 2018’de Journal of Media Research, Volume. 11 3 (32), 5-23‘te yayınlanan “Fake News and the Third-Person Effect: They are More Influenced than Me and You.”


9. Akıcılık

Akıcılık, insanların bilgiyi ne kadar kolay işlediğini ifade eder. İnsanların akıcı bir şekilde işleyebildikleri bir şeyin doğru olduğuna inanma olasılıkları daha da artıyor; doğru hissettiriyor ve bu yüzden doğru görünüyor.

Tekrarın bu kadar güçlü olmasının nedeni budur: bir şeyi daha önce duyduysanız, onu daha kolay işlersiniz ve bu nedenle ona inanma olasılığınız daha yüksektir. Birkaç kez tekrarladığınızda ise, etkisini artırırsınız. Yani bir iddianın çürütüldüğünü duymuş olsanız bile, asıl iddianın tekrarı onu daha tanıdık, akıcı ve inandırıcı hale getirebiliyor.

Bu aynı zamanda anlaşılması kolay bilginin daha inandırıcı olduğu anlamına gelir, çünkü daha akıcı bir şekilde işlenir. Stephan Lewandowsky ve meslektaşlarının açıkladığı gibi:

“Örneğin, aynı ifade düşük renk kontrastlı yerine yüksek renk kontrastlı ile basıldığında, kafiyesiz yerine kafiyeli bir biçimde sunulduğunda veya yabancı bir aksan yerine tanıdık bir aksan ile söylendiğinde doğru olarak değerlendirilmesi daha olasıdır. Ayrıca, okunması kolay bir yazı tipiyle yazıldıklarında yanıltıcı soruların tanınma olasılığı daha düşük oluyor.”

Okuma önerisi: Rolf Reber ve Christian Unkelbach tarafından yazılan ve 2010’da Rev Philos Psychol. Volume 1 (4): 563–581’de yayınlanan “The Epistemic Status of Processing Fluency as Source for Judgments of Truth.”  


10. Saçmalık duyarlılığı

Saçmalık duyarlılığı, gerçekle çok az ilgisi olan bilgilere ne kadar açık olduğunuzla ilgilidir; mesela anlamsız bir klişeye. Ancak saçmalık, kasıtlı olarak gerçekle çelişen bir yalandan farklıdır.

Pennycook ve Rand, yalan haber başlıklarına duyarlılığı incelemek için saçmalıklara duyarlılık kavramını kullanmıştır. “Gizli anlam, benzersiz soyut güzelliği dönüştürür” gibi sözde derin cümleyi (yani saçmalığı) kabul etme olasılığımız ne kadar yüksekse, yalan haber başlıklarına karşı da o kadar duyarlı olduğumuzu bulmuşlardır.

Bu durum, Pennycook ve Rand’in yalan haberlere karşı duyarlılığın güdülenmiş muhakemeden ziyade yetersiz analitik düşünceden kaynaklandığına dair daha geniş kapsamlı teorisi destekliyor. Başka bir deyişle, Sistem 1’in otomatik düşüncesine çok fazla takılıp kalıyoruz ve Sistem 2’nin analitik düşüncesine yeterince takılıp kalmıyoruz.

Okuma önerisi: Gordon Pennycook ve David Rand tarafından yazılan ve 2019’da Journal of Personality’de yayınlanan “Who falls for fake news? The roles of bullshit receptivity, overclaiming, familiarity, and analytic thinking.”


Bu metin First Draft’tan Tommy Shane tarafından yazılan “The psychology of misinformation: Why we’re vulnerable” adlı yazıdan çevrilmiş ve metne bazı eklemeler yapılmıştır.

Doğrula, Avrupa Doğruluk Kontrolü Standartları Ağı üyesi oldu

Doğrula, Bağımsız Doğrulama Kuruluşları için Avrupa Standartları Kuralları’na uyumluluk gösterdiğini kanıtlayarak Avrupa Doğruluk Kontrolü Standartları Ağı’nın (EFCSN) doğrulanmış üyesi olmaya hak kazandı.


2021’den bu yana bağımsız doğruluk kontrolü kuruluşu olarak faaliyetini sürdüren Doğrula, 2022 eylülde Uluslarası Doğruluk Kontrolü Ağı’nın (IFCN) imzacısı olarak tarafsızlığını kanıtlamıştı. Doğrula, metodolojiye ve ilkeli yayıncılık anlayışına olan bağlılığını bir kez daha ispat etti: Küresel doğruluk kontrolü ağının standartını geliştirmek için çalışmalar yürüten Avrupa Doğruluk Kontrolü Standartları Ağı’na (EFCSN) yaptığımız başvuru  titiz bir denetlemenin ardından kabul edildi.

Mayıs 2023’te gerçekleştirdiğimiz başvurumuz, EFCSN bağımsız denetçileri ve yönetimi tarafından yaklaşık 11 ay süresince titizlikle incelendi. Bu süreçte metodoloji, etik ve şeffaflık ilkelerine uyumluluğumuzu ve editoryal bağımsızlığımızı bir kez daha kanıtlayarak, doğrulanmış 43 EFCSN üyesinden biri olma ayrıcalığını kazandık. EFCSN üyeliği ile birlikte, yayıncılık sorumluluklarımızı yerine getirirken, zaten benimsediğimiz önyargısız, objektif, etik ve şeffaflık ilkelerini de gözeterek doğru bilgiyi sağlama taahhüdümüzü yeniliyoruz.

Bu denetleme sürecinde yayınladığımız analizlerden, finansal kaynaklarımıza kadar Doğrula’nın tüm bileşenleri incelendi. Bağımsız Doğrulama Kuruluşları için Avrupa Standartları Kuralları’na uyum göstererek, metodoloji, hesap verebilirlik, tarafsızlık, düzeltme politikası, organizasyonel ve mali şeffaflık gibi kriterlerde başvuru sürecimizi tamamlayarak doğrulanmış üye rozetini elde ettik.

 

Kamuoyu faydasını gözeterek ortaya koyduğumuz metodolojinin uluslararası organizasyonlarca onaylanması ekosisteme olan bağlılığımızı artırıyor.  Doğrula isminin doğruluk kontrolü alanında küresel bir marka haline dönüşmesinin bizlere yüklediği sorumlulukların da farkındayız. Tarafsız ve şeffaf bir doğrulama metodunun etkili bir araç olduğunu bilerek yol aldığımız yayıncılığımız, hem IFCN hem de EFCSN standartlarına uyum göstermiş oldu.

EFCSN, kamu yararı için yanlış bilgiyle mücadele etme çabalasında en yüksek doğruluk kontrolü ve medya okuryazarlığı standartlarını desteklemek ve teşvik etmeyi amaçlıyor. Öte yandan EFCSN doğrulanmış üye kuruluşlarla, halkın doğruluğu kontrol edilmiş güvenilir veri ve bilgilere erişimini teşvik etmeyi ve kamusal alandaki bilgilerin doğruluğunu nasıl değerlendirecekleri konusunda halkları eğitmeyi hedefliyor.

IFCN ve EFCSN üye kuruluşlarını inceleyebilirsiniz.

AB Seçimleri: Dijital Hizmetler Yasası ve Dezenformasyon

2024 birçok ülke için seçim yılı olacak. Bu anlamda seçim güvenliği sağlanması ve dezenformasyonunun önlenebilmesi için sosyal medya platformlarının standartlarını düzenlemeleri önem arz ediyor. Avrupa Birliği Parlamentosu bu konuda Dijital Hizmetler Yasası’nı tartışıyor.


Türkiye yerel seçimleri geride bıraktı. Ancak 2024 yılında dünya genelinde seçim maratonları devam ediyor. Avrupa Birliği Parlementosu Dijital Hizmetler Yasası ile birlikte seçim süreçlerini güvenli bir şekilde yürütmek istiyor.  6-9 Haziran 2024 tarihleri arasında gerçekleşecek olan Avrupa parlemento seçimlerinda oy kullanma hakkına sahip 400 milyon seçmen var.  Bu seçimi daha önemli yapan konulardan biri ise İngiltere’nin Brexit ile AB’den ayrılmasının ardından gerçekleşecek olan ilk seçim olması.

Yaklaşan seçimler için Avrupa Birliği seçim güvenliği kılavuz taslağını yayımladı. Kılavuz, 45 milyondan fazla kullanıcısı olan ve çok etkileşim alan çevrimiçi platformlara yönelik uygulamaları içeriyor. Dijital Hizmetler Yasası, sosyal medya platformlarında dezenformasyon yayılımını önlemeyi ve demokrasiyi güçlendirmeyi amaçlıyor. DSA’nın düzenlemelere uymayan, yasal olarak kötü niyetli paylaşım yapan sayfaları engelleme ve hatta dava açma hakları var.

Kapsam dahilinde Facebook, Google Arama, Instagram, LinkedIn, TikTok, YouTube ve X gibi ünlü platformlar var. Çalışmaların hedefi: siyasi olarak yapılan bilgi manipülasyonunu ve demokratik düzeni bozan dezenformasyonu önlemek. Bu doğrultuda, DSA seçim güvenliğini sağlayan bir araç olarak karşımıza çıkıyor. Çevrimiçi platformların düzenlenmesinde üçüncü taraf doğrulama organizasyonlarına görev düşüyor. Çünkü uygulamalar, siyasi dezenformasyona sahip içerik denetimi konusunda fazla izleyici kitlesine sahip platformları harekete geçiriyor. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde yer alan ifade özgürlüğü ve gizlilik hakları yasaların temeli diyebiliriz.

  • Madde 12: Hiç kimse özel hayatı, ailesi, meskeni veya yazışması hususlarında keyfi karışmalara, şeref ve şöhretine karşı tecavüzlere
    maruz bırakılamaz. Herkesin bu karışma ve tecavüzlere karşı kanun ile korunmaya hakkı vardır.
  • Madde 19: Her ferdin fikir ve fikirlerini açıklamak hürriyetine hakkı vardır. Bu hak fikirlerinden ötürü rahatsız edilmemek, memleket sınırları mevzubahis olmaksızın malumat ve fikirleri her vasıta ile aramak, elde etmek veya yaymak hakkını içerir.

Seçim kararlarının hazırlık ve uygulama aşamalarını oldukça önemseyen parlemanto, sosyal medya devlerinin özellikle seçim dönemlerinde insan haklarına saygılı olarak içerik paylaşımını teşvik etmesi gibi konularda yol gösterici olmalarını beklerken, kuruluşları seçim kılavuzlarına uymamaları halinde para cezalarının da önünü açıyor.

Teknoloji Devlerinin İç Süreçleri

Çevrimiçi platformların iç süreçlerinde yeterli kaynaklara sahip dahili ekiplerin kurulması ilk adım. Bağlantılı olarak, Dijital Hizmetler Yasası, teknolojik sosyal medya devlerinden dahili süreçlerini ve standartlarını gözden geçirip güçlendirmesini bekliyor. Ulusal ve bölgesel kapsama odaklanmanın dışında yerel bağlamda kaynak kullanımı teşvik ediliyor. Bu yüzden, seçim dönemlerine yönelik yerel analizler öne çıkıyor. Kurallara göre medya devleri, çalışmalarını iç süreç gelişmelerinden sonra kamuoyuna danışacak. DSA, iç süreçlerini kontrol edebilen platformların siyasi bilgi kirliliğini önlemesini bekliyor. Bu uygulamaların başarılı bir şekilde hayata geçmesi izleyici kitlesine verilen özgürlük aslında. Örneğin, Instagram, Facebook gibi platformlarıyla META şirketi konuyla alakalı çok titiz çalışıyor. META, özellikle seçimlerle alakalı olarak doğrulama organizasyonlarıyla hareket ediyor. META güvenlik ve gizliliğe verdiği önemi, uyguladığı içerik kaldırma politikaları ve şeffaflık ilkesi ile gözler önüne seriyor. Böylelikle kamuoyuna hesap verebilen sosyal medya şirketlerini deneyimleyebileceğiz.

Not: Aktif kullanıcı sayılarına göre sosyal medya platformları sıralaması (milyon olarak) Kaynak: KEPIOS Aylık aktif kullanıcılara ilişkin şirket duyurularının Ocak 2024 analizi. Görsel Flourish ile üretilmiştir.

Kullanıcı Deneyimi

Teknoloji devlerine kullanıcı deneyimi konusunda büyük sorumluluk düşüyor. İkinci konu: her bir seçim dönemine ve yerel bağlama göre uyarlanacak risk azaltma tedbir uygulamaları. Nedir bu risk azaltma tedbirleri? AB seçim kılavuzu, algoritma ve yapay zeka odaklı olarak kullanıcıya içerik kontrolü sağlamayı öneriyor. Çevrimiçi platformlar, kullanıcılara seçim kabiliyeti sağlayan tavsiye sistemlerine odaklanacak. Örnek olarak Google’ın çalışmalarını verebiliriz. Marka yükseltme çalışmaları kullanıcıya seçim yapma özgürlüğü tanıyor. Psikolojik olarak kullanıcı deneyimi araştıran deney çalışmaları marka özelinden çıkıp DSA çerçevesinde incelenmeli. Anket uygulamaları da bu konuda önemli bir atılım.

Kullanıcı görüşüne verilen önemin bir çığ gibi büyüyen yanlış bilgi yayılımını önlemede anahtar rolü var. Çünkü, gördüklerini sorgulayan kullanıcılar sosyal medyayı bilinçli kullanıyor. Böylece, sosyal medyada kullanıcı kontrolü doğacak. Algoritma tavsiye sistemleri ve kullanıcılar arasında oluşan iletişim çok önemli. Bu durum medya okuryazarlığının bir tartışma olmaktan çıkıp gerçekten uygulandığı platformlara yol açacak. Medyadaki izleyici çeşitliliğine ve medyanın kullanım sıklığına bakarsak risk azaltma tedbirleri önemli bir atılım. Tavsiye sistemleri seçimleri hedef alan dezenformasyonun derecesini düşürmeye yönelik tedbirlere sahip olmalıdır. Kılavuz uygulamalarının beklenen sonuçları: para kazanma, dezenformasyon ve viral olma gibi tehdit unsuru içeren davranışların önlenmesi. Ek olarak, seçim süreçlerinde resmi bilgilerin teşviki ve objektif siyasi reklamlar oluşturulması.

Üretken Yapay Zeka

DSA’ya göre, çevrimiçi platformlar üretken YZ ile bağlantılı özel hafifletme önlemlerine sahip olmalıdır. Hafifletme yöntemleri zararlı içerikleri önleme amacı taşıyor. 2024 Küresel Risk Raporu‘na göre yapay zeka tarafından üretilen yanlış bilgi ve dezenformasyon ikinci en büyük küresel risk. Platformlar ve arama motorları, seçime yönelik deepfakeleri etiketleme mekanizmalarını geliştirmelidir. Medya devleri konuyla alakalı hüküm ve koşulları hazırlamalıdır. Böylelikle AB, seçim dönemleri süreçlerinde YZ riskleri konusunda platformları uyarıp teknik fizibiliteyi sağlamak istiyor. Doğrula olarak, YZ konusunda seçim süreçlerini etkileme potansiyeli olan deepfake ile alakalı analizler üzerinde çalışıyoruz. YZ’nın faydalarının yanında kriz dönemlerinde kötüye kullanılabildiğini gözlemliyoruz. Amerika’daki Dijital Nefretle Mücadele Merkezi (CCDH), YZ’nın kötüye kullanımı hakkında deney gerçekleştirdi. Deneyin seçimle ilgili aldatıcı görüntüler oluşturma çabaları %41 oranında başarılı oldu. Deneye göre, Midjourney, OpenAI’s ChatGPT Plus, Stability.ai’s DreamStudio ve Microsoft’s Image Creator gibi uygulamalar hala kötüye kullanımı önleyemedi.

Sivil Toplumla İşbirliği

Etkin ve güvenilir bilgi alışverişinin teşviki, Dijital Hizmetler Yasası’nın seçim dezenformasyonunu engelleyen çözümlerinden biri. Bağlamdan kopartılmış içerikler, farklı ülke ve kültürlerden gelen bilgi manipülasyonu ile karşımıza çıkıyor. Hem AB düzeyinde hem de ulusal arenada bağımsız uzmanlarla ve sivil toplum örgütleriyle işbirliği şart. İlgililer arasında karşılıklı fikir alışverişi özellikle siber güvenlik, teknolojik çözümler ve tedbir alanlarında sağlanmalı. Seçim öncesi başlatılan AB regülatör uygulamaları seçim sırasında ve sonrasında testlerden geçecek. Asıl konu, seçim sonrası analizlerde yatıyor. Olay müdahale mekanizmaları gibi tedbirlerin alınması için çevrimiçi platformlar ve güvenilir doğruluk kontrolü organizasyonları iletişim halinde olmalı. Böylece, şeffaf seçim sonuçları ve doğru katılım oranı gibi bilgilere ulaşabiliriz.

Siyasi ve ünlü kişilerin seslerinin değiştirilmesi toplumsal tansiyonu arttıran yanlış bilgilere yol açıyor. Ayrıca gündemi oyalayan deepfake görüntüleri seçim süreçlerini olumsuz etkiliyor. İnsanların ırk, vatandaşlık, din ve cinsiyet gibi hassas konuları siyasi tartışmaya karışıyor. Kötü niyetli paylaşımlar önyargıya yol açıyor. Sivil toplum örgütlerinin dayanışması tüm bu nefret söylemlerine yol açan paylaşımların önlenmesi için kritik.

Sonuç olarak, AB seçim kılavuzu tüm yönleriyle seçim risklerini ele alıyor. Sadece seçim öncesi değil, sırasında ve sonrasındaki incelemeler tedbirlerin efektif olup olmadığını ortaya çıkaracak. Bu tarz uygulamalar arttıkça, sosyal medya devlerinin iç kaynak kullanımını belirtmesi ve yöntemlerini geliştirmesi bekleniyor. Ayrıca, risk analizlerini değerlendirip kamuoyu ile paylaşacaklar. Çevrimiçi platformlar ve arama motorları, bu tür seçim sonrası inceleme belgelerinin gizli olmayan bir versiyonunu yayımlayacak. Seçim güvenliği konusu insanlığın geleceğini ilgilendiriyor. Risk azaltma önlemleri hakkında kamuoyundan geri bildirim alma yoluyla etkili ve iletişimsel bir kılavuz karşımızda. Özetle, seçim kılavuzunun başarılı olması için medya devleri, politika yapıcılar, çevrimiçi platformlar, sivil toplum kuruluşları ve uzmanlar özenle çalışmalı. İzleyici görüşüne odaklanan, yapay zeka teknolojisinden faydalanan ve dayanışmayı ön plana çıkaran yeni sosyal platformlar bizi bekliyor diyebiliriz.

Yerel Seçim Dezenformasyon Rehberi: Yanlış bilginin kararınızı etkilemesine izin vermeyin

Seçim dönemlerinde siyasiler ve kitleleri tarafından ortaya atılan yanlış bilgiler havada uçuşurken söz konusu yanlış bilgilerden en çok etkilenen unsur oy kullanacak kişiler, yani biz oluyoruz. O halde yanlış bilginin kararımızı etkilememesi için, bu bilgileri tespit edebilmeye ihtiyacımız var. Bu anlamda en iyi rehber geçmişteki örnekler olacaktır.


Geride bıraktığımız tüm seçim dönemlerinde olduğu gibi, yaklaşan 31 Mart 2024 Türkiye yerel seçimleriyle birlikte sosyal medya platformları da seçim doğrultusunda hareketleniyor. Siyasi parti liderleri, önemli siyasi isimler ve adaylar kitlelerine en çok bu platformlar üzerinden sesleniyor. Benzer şekilde vatandaşlar da oy verecekleri ya da vermeyecekleri adaylara, partilere sosyal medyadan ulaşmaya çalışıyor. Tüm bu iletişim ağının içerisinde ise belki yüz binlerce bilginin akışı sağlanıyor. Ancak bu bilgiler her zaman doğru olmuyor. Çok yakın bir geçmişte, Mayıs 2023’te, tanıtım veya propaganda amaçlı sosyal medyada çok fazla dezenformasyonun yayıldığına şahit olduk. Kişiler kimi zaman kasıtlı, kimi zaman kasıtsız; bazen mizahi amaçla, bazen de kötü niyetle yanlış bilgi paylaşımı yapıyor. Bizler de en iyi ihtimalle bu paylaşımları beğenerek dezenformasyonun artmasına yol açıyoruz. Halbuki bu döngü, pek çok kişinin özgür karar verme iradesine zarar veriyor. Dolayısıyla seçim sürecinde yanlış bilginin nasıl ortaya çıktığını bilmek önemli bir ‘ilk adım’ olarak kaydediliyor. Peki nasıl anlayacağım karşılaştığım bilginin yanlış olduğunu diyorsanız, geçmişteki örneklere göz atarak bir yol haritası çıkarmak mümkün. Seçim döneminde en sık başvurulan yöntemler görsel manipülasyon, hedef gösterme ve nefret söylemi, oy ile korkutma, abartma/çarpıtma ve sahte hesap kullanımı şeklinde sıralanabilir.

Görsel manipülasyon

Dijital yöntemlerle değiştirilip manipülasyon aracı olarak kullanılan görseller yalnızca seçim dönemlerinin değil, tüm zamanların en çok kullanılan yanlış bilgi yöntemlerinden biri. Görsel manipülasyon, seçim dönemlerinde ise seçimlere yönelik geçmiş veya güncel görüntülerin hatalı aktarılması şeklinde ortaya çıkabiliyor. Örneğin aşağıdaki görsellerden ilkinde AK Parti Genel Merkez Seçim İşleri Birimi tarafından 2019’da tamamen Türkçe dilinde ve Türk vatandaşlarına yönelik hazırlanan eğitim videosu, Arapça seslendirme eklenerek paylaşılmış. Videonun bu haliyle birlikte ‘Türk vatandaşlığı verilen Araplara AK Parti’ye nasıl oy vereceklerinin’ anlatıldığı iddia edilmiş.

Sağda ‘CHP 2019 Yerel Seçim Reklamı’ şeklinde tanıtılan video ise CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun farklı etkinliklerden görüntülerinin birleştirilmesi ve 22 Aralık 2018’de İslam Eserleri Müzesi’nin açılışında yaptığı konuşmanın ses olarak eklenmesiyle oluşturulmuş. Yani video partinin yerel seçim reklamı değil.

Görsel manipülasyonda bir diğer yöntem partilere ait olduğu iddia edilen sahte broşür veya reklam panolarıyla aslında söylenmeyen sözlerin söylenmiş gibi gösterilmesi. Aşağıda verilen görsellerden bazıları dijital yollarla oluşturulmuş broşür ve reklam panolarını gösterirken HDP’ye ait görünen ‘Bu Bir Halk Ayaklanmasıdır’ ve ‘Ya Me Ye’ broşürleri ve CHP’ye ait görünen ‘Biz gelince türbana son!’ broşürü kötü niyetli kişilerce bastırılarak dağıtılmış.

Bilgisayar yöntemiyle oluşturulmuş görsellerin iddialarda kullanılması yalnızca seçim videoları ya da basılı materyallerle sınırlı kalmıyor. Partiler ve liderler hakkında olumsuz kamuoyu oluşturma amacı da görsel manipülasyonun nedenlerinden biri. Örneğin aşağıda solda görünen Meral Akşener ve Fethullah Gülen fotoğrafı, Akşener’in eşiyle olan fotoğrafına (sağda) dijital müdahale yapılmasıyla oluşturulmuş. 

Kaynak

Aşağıdaki görselde de aynı şekilde AK Parti Mamak İlçe Başkanlığı’nda Atatürk resminin ters durması görselin manipüle edilmiş olmasından kaynaklanıyor. Fotoğrafın orijinalinde (sağda) Atatürk resmi düz duruyor. 

Kaynak

Hedef gösterme ve nefret söylemi

Seçim sürecinde, siyasiler başta olmak üzere oy kullanacak çoğu vatandaş ’taraf olma’ yanılgısına düşüyor. Taraftarlık ise ‘kutuplaştırma’ kriterleriyle artıyor. Yani sınırlar çiziliyor ve o sınırdan geçmek, ‘taraf değiştirmek’ imkansız hale getiriliyor. Bu süreçte ise bazı isimleri hedef göstermek için dezenformasyona yol açılıyor. Sosyal medyada, geleneksel medyada ve gündelik hayatlarımızda en çok hedef gösterilenler ne yazık ki dezavantajlı gruplar veya azınlıklar oluyor. Ancak bu yöntem seçim sürecinde siyasi parti liderlerine ve parti bünyesinde önemli yere sahip olan siyasilere karşı da kullanılabiliyor. Kişiler yaşam tarzı, dili, dini, ırkı, cinsiyeti ya da aileleri aracılığıyla hedef gösterilerek nefret söylemine maruz bırakılabiliyor. 

Örneğin ‘sığınmacıların vatandaşlık alması’ teması üzerinden yayılan yanlış bilgiler, sığınmacıların hedef haline gelmesine neden oluyor. Zira seçim sürecindeyken sığınmacıların vatandaşlık alması aynı zamanda oy kullanacakları anlamına geliyor. Bu iddiaların ‘sığınmacılara ev verildi’, ‘sığınmacılara isim değiştirme hakkı verildi’ gibi varyasyonları da bulunabiliyor. Ancak genel olarak tüm bu iddiaların ucu sığınmacıların vatandaş olarak oy kullanması ihtimaline dayanıyor. Yukarıda bahsedilen ‘Türk vatandaşlığı verilen Araplara AK Parti’ye nasıl oy vereceklerinin’ anlatıldığını iddia eden video da tam anlamıyla bu amaca hizmet ediyor. 

Tabii bu süreçte en çok nefret söylemine maruz kalanlar özel hayatları, yaşam tarzları ve kimi zaman aileleriyle hedef gösterilen adaylar ya da seçim sürecinde öne çıkmış siyasiler oluyor. Hatta bu yöntem kimi zaman da doğrudan partiler için uygulanıyor. Üstelik bu söylemlerin pek çoğu gerçeği yansıtmıyor veya görüntüler çarpıtılıyor. Kutuplaştırmanın artması için kişiler dinleri üzerinden yanlış bilgilerle zaman zaman hedef haline getiriliyor. Örneğin sosyal medyada, yukarıda sol alt köşede gösterilen görselle, ‘Ekrem İmamoğlu’nun farklı şekilde dua ettiği iddiası’ paylaşılmış ve birçok kişi tarafından beğenilmişti. Ancak görsel kasıtlı olarak duanın bittiği andan alınmış, İmamoğlu ‘farklı dine mensup olduğu’ imasıyla hedef gösterilmişti. 

Ayrıca, yukarıda derlenen dezenformasyon görüntülerinde, Temel Karamollaoğlu, CHP’li kadınlar ve Yossi İmamoğlu iddialarında görsel manipülasyondan da bahsetmek mümkün. Fotoğraflar ekleme yapılarak/değiştirilerek manipüle edilmiş.

Nefret söylemine sebebiyet veren bir diğer dezenformasyon türü de bir kişinin veya kurumun davranışı/duruşu ile bağlı olduğu partinin genel yapısının uyuşmaması imasıyla paylaşılanlar olabilir. CHP mitinginde ‘her yer Kandil her yer direniş’ şeklinde slogan atıldığı iddiası veya AK Parti Ordu Kadın Kolları Başkanlığı’nın düzenlediği etkinlikte erkek dansöz oynatıldığı iddiası bu amaçla yapılan paylaşımlara örnek gösterilebilir. 

Kaynak

Oy korkutması

Kasıtlı şekilde yanlış bilgi ortaya atarak yayan kişilerin amacı çoğunlukla hitap ettikleri kitlelerin olumlu veya olumsuz duygularına etki ederek onları manipüle etmekten geçiyor. Ancak seçim dönemlerinde bu manipülasyonun ‘korkutma’ üzerinden ilerlediği söylenebilir. Örneğin ‘A kişisi cumhurbaşkanı olursa, B olayı gerçekleşir’ cümlesi pek çok farklı kişi ve olay için derlenerek yayılabilir. Yine de bu korkutma metodu en çok ‘oy’ bazında kullanılıyor. Bu kişilerin amacı ‘oy kullanmak’ ya da ‘oya sahip çıkmak’ değerlerine dikkat çekmek olsa da seçim sürecine en çok zarar veren dezenformasyonlar oylara yönelik olanlar. Oylar ile ilgili ortaya çıkan dezenformasyonları seçim öncesi ve seçim sonrası olarak ikiye ayırabiliriz:

Seçim öncesi

‘Eski kimlikliler oy kullanamıyor’ gibi kişilerin oy kullanma sürecine zarar verebilecek iddiaların yanı sıra vatandaşlardan bağımsız ancak seçim sürecini etkileyecek iddialar bu süreçte yayılabilir . Örneğin vefat etmiş kişilerin yaşıyor gösterilmesi ve yabancı uyruklu kişilerin Türk vatandaşlarının adreslerine kayıtlı gösterilmesi gibi bilgiler, doğruluğu kanıtlanamayacak ve seçmeni duygusal olarak manipüle edebilecek güçte oluyor.

Oy korkutmasıyla ilgili bir diğer örnek de 2019 Yerel Seçimleri’nde yaşanmış. Yenilenen İstanbul seçimi öncesinde başka şehirlerden yüz bin polisin 23 Haziran’da İstanbul’da oy kullanacağı iddiası ortaya atılmış. Söz konusu seçim yerel seçim olduğu için böyle bir iddia son derece önemli oluyor. Zira yenilenen seçimde fazladan 100.000 kişinin İstanbul’da oy kullanacağı anlamına geliyor.  

Seçim sırası/sonrası:

Seçim günü veya devam eden günlerde de dezenformasyon üreten paylaşımlar yapılabilir. Bunlar seçim sonucuna itiraz, seçimin iptali, oy pusulalarının çalınması, sahte pusula görselleri, oy kullandırılmayan kişiler ve geçersiz oyların kabulü gibi konularda olabilir. Ancak seçim günü dahil olmak üzere seçimin resmi sonucu Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından açıklanıncaya dek yalnızca güvenilir ve resmi kurumlardan haber almak en güveniliridir. Çünkü kimi zaman haber siteleri de kasıtlı veya kasıtsız dezenformasyona katkı sağlayabiliyor.

Kaynak

Kaynak

Örneğin yukarıda seçim sonrasında sosyal medyada paylaşılan iki yanlış bilgi örneği görülüyor. Bunlardan ilkinde Mart 2019 Yerel Seçimleri’nde Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde 4 çuval oy pusulasının ele geçirildiği iddia ediliyor. Halbuki olay Haziran 2018 Genel Seçimleri’nde gerçekleşmiş. İkincisinde ise Balıkesir’in Manyas ilçesinde Milliyetçi Hareket Partisi’nin kazandığı seçimde AK Parti’nin sonuca itiraz ettiği ve yeniden yapılan sayım sonucunda ilçeyi Cumhuriyet Halk Partisi’nin kazandığı iddia ediliyor. Ancak Teyit’in o döneme ait analizine göre, söz konusu paylaşım 2014’ten beri yapılıyor ve hakkında herhangi bir kanıt bulunmuyor. Dolayısıyla özellikle seçim dönemlerinde sosyal medya iyi bir haber alma aracı olmayabiliyor.

Kaynak
Kaynak

Sosyal medyanın yanı sıra, haber siteleri de seçim dönemlerinde bilgi edinme anlamında ‘ideal’ konumda durmayabiliyor. Mesela üstteki haber görselinde başlık olarak yalnızca ‘AKP’den başvuru ‘Seçimler iptal edilsin” yazarken habere dair detayın aşağıda verildiği görülüyor. Habere atılan ana başlık AK Parti’nin seçimlerin tamamı için iptal başvurusu yaptığı yanılgısını oluşturuyor. Fakat esas başvuru yalnızca İstanbul’un Büyükçekmece ilçesi için yapılmış. Bir diğer örnekte ise yine Mart 2019 Yerel Seçimleri’nde İstanbul’un Gaziosmanpaşa ilçesinde CHP’lilerin oy çaldığı ve o sırada yakalandığı iddia edilmiş. Yine Teyit’in o dönemki analizi, yukarıdaki habere konu olan videonun toplanan oy pusulası çuvallarının kontrolü esnasında çıkan bir tartışmayı gösterdiğini söylüyor. Bu örnekler, haber sitelerinin bu tarz içerikleri kasıtlı/kasıtsız yaptığından bağımsız olarak, seçim gibi hassas süreçlerde en güvenilir kaynağın resmi kurumların açıklamaları olduğunu gösteriyor.

Abartma ve çarpıtma

Elbette seçim sürecinde ortaya çıkan dezenformasyonun kaynağı yalnızca sosyal medya kullanıcıları, sıradan vatandaşlar veya haber siteleri değil. Karşısındaki kitleyi ikna etmeye çalışan adaylar, parti liderleri gibi siyasiler de hitaplarında abartılmış ya da çarpıtılmış bilgilere başvurabiliyor. Ne yazık ki bu kişilerin kitleleri de sosyal medya aracılığıyla dezenformasyonun büyümesine katkı sağlıyor. Hatta kimi zaman bunu doğrudan belli bir kişinin/partinin kitlesi yapıyor. Bu tür dezenformasyona örnek olarak son seçimden bu yana geçirilen süreçte, son 20 yılda veya daha önceki yıllarda farklı partilerin iktidar olduğu dönemlerde yaşananların çarpıtılması verilebilir. 

Tabii burada yine ‘duygulara hitap’ söz konusu. Bu tarz iddiaların altında genellikle ‘Onları seçerseniz bunlar olur’ ve ‘Bizi seçerseniz şunlar olur’ mesajları yatıyor.

Kaynak

Örneğin yukarıda bulunan görselde; sol tarafta AK Parti öncesi, sağ tarafta ise AK Parti döneminde yolların gösterildiği iddia edilmiş. Ancak soldaki fotoğraf Türkiye’de bile değil; Hindistan’da kaydedilmiş.

Benzer şekilde kamuoyuna mal olabilecek güçte kişilerin söylemleri de abartılabilir, çarpıtılabilir. Cüneyt Özdemir’in ‘Cumhurbaşkanlığı için en uygun aday Ali Babacan’dır’ dediği iddiası bu tür dezenformasyona iyi bir örnek. Halbuki Özdemir aslında Babacan’ın uluslararası çevrelerde tanınırlığından bahsetmiş. Yani sözleri bağlamından koparılarak çarpıtılmış. Dolayısıyla bu örnekten hareketle kişilerin ifadelerini tam manasıyla anlayabilmek için söylemin tamamını dinlemek gerektiği sonucuna ulaşılabilir. Aksi halde ifade, hiç ilgisi olmayan yönlere çekilebiliyor. 

Diğer örnekte ise ‘Erdoğan’ın darlandığımda zam üstüne zam yapıyorum’ dediği iddia edilmiş. Ancak işin aslı, iddianın ortaya atılmasına neden olan ve Erdoğan’ın farklı bir etkinlikten alınan görüntüsüne 2018 AK Parti Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’ndaki zam tepkisi ses montajı olarak eklenmiş.

Tüm bu çarpıtmalara sayısal verilerin siyasiler ya da sosyal medya kullanıcıları tarafından abartılmasını da eklemek mümkün. Bu dönemde çarpıtılan anket ve araştırma sonuçları sosyal medyada sıklıkla yayılıma giriyor. Ekrem İmamoğlu’nun en başarısız belediye başkanı seçildiği iddiası araştırma sonuçlarının çarpıtılmasına örnek gösterilebilir. Bu iddiada İmamoğlu’nun büyükşehir belediye başkanları arasında beşinci sırada yer aldığı sonuç listesinde yalnızca beş başkan göz önünde bulundurulmuş. Böylelikle İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun sonuncu olduğu çıkarımı yapılmış.

Seçim sürecinde sahte seçim anketleri konusunda da dikkat olmak gerekir. İlgili anketlerin kim tarafından yapıldığı, güvenilirliği ve sonuçlarını sürekli olarak sorgulamakta fayda var. 

Sahte hesaplar kullanma

Son olarak, ünlü isimler adına açılan sahte hesaplardan yapılan politik paylaşımlar da oy kullanacak vatandaşları etkilemek için bir araç olarak kullanılabilir. Üstelik bir sahte hesap, yukarıda bahsedilen tüm dezenformasyon türlerinden de yararlanabilir; böylelikle dezenformasyonun etkisi iki katına çıkar. Dolayısıyla sosyal medya platformlarında takip ettiğimiz veya akışta önümüze düşen ünlü şahıs hesaplarının gerçekliği büyük bir önem taşıyor. Zira bu paylaşımlar mizahi amaçla yapılsa, hesap açıklamasında ‘not official’ uyarısı bulunsa, hesabı kullanan kişi kötü niyet taşımasa bile paylaşımın yarattığı etki son derece fazla olabiliyor.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Phileas marka metrobüs araçları neden hurdaya ayrıldı?

31 Mart 2024 Yerel Seçimleri için siyasi partilerce adaylıkların duyurulduğu şu günlerde, sosyal medya gündemi için de seçim maratonu yavaş yavaş başlıyor. Elbette her mahalli bölge için adaylık tartışmaları sürüyor; ancak büyükşehir belediyesi adayları görece daha fazla dikkat çekiyor. Bu da Türkiye’nin en kalabalık ve kozmopolit şehri İstanbul ve İstanbul’un başkan adayları hakkında sosyal medyada çok daha fazla konuşulacağı anlamına geliyor. Üstelik mevcut İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun yeniden aday olması seçmene karşılaştırma fırsatı veriyor. Dolayısıyla İmamoğlu’nun geride bıraktığımız 5 yılda yaptıkları veya yapmadıkları hakkında sosyal medya paylaşımları her geçen gün artıyor. Bu paylaşımlar, ilerleyen günlerde de İstanbul seçmeni için ciddi bir karar mekanizmasına dönüşecek gibi görünüyor.

Bu paylaşımlardan biri de, 9 Ocak 2024’te X’te paylaşılan ‘dozerle parçalanan araçlar’ görüntüsüydü.

Kaynak

Görüntüye eklenen yorumda Cumhuriyet Halk Partili İBB yönetiminin, 16 yıl metrobüs ağında hizmet veren araçların ‘AK Parti’nin aldığı araçlar hurda oldu’ algısı oluşturmak için parçalandığı ima ediliyor. Üstüne soruluyor: Bu araçların parçalarından yararlanılamaz mıydı?

Peki bu araçlar gerçekten kullanılabilir miydi?

X paylaşımında kullanılan görüntüler geçmişe dönük araştırıldığında Mart 2023’te aynı video kullanılarak yapılmış pek çok paylaşıma ulaşılıyor. Kimi paylaşımlar yalnızca olayı haberleştirirken kimi paylaşımlarda da araçların geri dönüştürülüp dönüştürülemeyeceğine dair sorular var.

Kaynak

Görüntülerin sosyal medyada yayılması üzerine, Mart 2023’te İETT ve İBB konuya dair açıklama yapmış. İETT (İstanbul Elektrik Tramvay ve Tünel) İşletmeleri’nin açıklamasında görüntüdeki araçların 2007 ve 2008 yıllarında Hollanda’dan satın alınan araçlar olduğu belirtilmiş. Söz konusu otobüsler verimsizliği ve ekonomik ömrünü tamamlaması nedeniyle hurdaya ayrılmış. Ayrıca açıklamada araçların üretici firmasının iflas ettiği ve yedek parçalarının bulunmadığı bilgilerine de yer verilmiş. İETT’nin açıklamasına göre araçlar ‘Makine Kimya Endüstrisi’ tarafından taşınmadan önce videodaki gibi parçalanmış.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi de 30 Mart 2023’te web sitesinden yayınladığı açıklamada İETT açıklamasıyla birebir aynı cümlelere yer vermiş.

Kaynak

Aynı tarihlerde İBB Haber de Yeni Şafak’ın ‘Bugün 15’e yakın metrobüs bu şekilde parçalandı’ haberine atıfta bulunarak X paylaşımı yapmış. Paylaşımda yukarıdaki açıklamalara ek olarak hurdaya ayrılan araçların firması iflas eden Phileas marka olduğu ve Ayazağa Garajında tutulduğu bilgisi verilmiş.

Phileas marka araçların yarattığı sorunlar geçmişte pek çok kez haberleştirilmiş

‘Phileas’, ‘otobüs’, ‘metrobüs’ gibi anahtar kelimelerle internet taraması yapıldığında 2009 yılından bu yana ilgili pek çok ‘olumsuz’ habere ulaşılabiliyor. Örneğin Milliyet’in 13 Mayıs 2009 tarihli ve ‘Phileas araçlar her yerde sorunlu’ başlıklı haberinde, İstanbul için satın alınan 50 araçtan 35’inin kullanılamadığı belirtilmiş. Ayrıca yurtdışında araçların kullanımda olduğu farklı kentlerde de sorun yaşandığı eklenmiş. İlgili tarihte araçların menşei olan Hollanda’nın Eindhoven kentinde de otobüsler bir süreliğine ulaşımdan kaldırılmış.

İETT Genel Müdürlüğü 2010’da İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nde araçlarda tip kusuru, şartnameye göre teslim edilmesi gerekli malzeme ve donanımların teslim edilmemesi gibi nedenlerle şartnameye uyulmadığı için üretici firma olan APTS’ye (Advanced Public Transport Systems) dava açmış. Bilirkişi tarafından APTS’nin ödemesi gereken tazminat miktarı 30 milyon 506 bin TL olarak hesaplanmış. Fakat yargılama sırasında APTS firması hakkında iflas işlemleri başlatılmış; 24 Kasım 2014’te ise firma iflasını açıklamış.

BirGün’ün haberinde 2010 yılı için verilen bilgiye göre, araçlardan 33 tanesi aktif olarak kullanılırken yanarak hurda haline gelenlerin dışındaki arızalı araçlar ise yedek parça deposu olarak kullanılmış.

2015’te hali hazırda tamamı kullanılamayan otobüslerden birinin Şirinevler’de metrobüs durağında yanmasıyla araçların tamamı garajda beklemeye alınmış.

2017’de İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclis Üyesi Hakkı Sağlam, 2015’ten itibaren sadece ihtiyaç halinde kullanılan araçlarla ilgili olarak dönemin İBB Başkanı Kadir Topbaş’a Phileas araçlar ile ilgili çağrıda bulunmuş. Çağrısında ‘Tanesi 1.260.000 €’dan alınan 50 otobüsün, İstanbul’un fiziki koşulları nedeniyle kullanılmasının mümkün olmadığı anlaşılmıştır. Kendisine bu ayıplı otobüslerin Hollanda’ya iade edilmesi için çağrıda bulunuyorum.’ ifadelerine yer vermiş. Öte yandan Sağlam daha önce de (2014’te), Topbaş hakkında ‘görevi kötüye kullanmak’ suçlamasıyla şikayetçi olmuş; ancak Topbaş yaptığı savunmada ihale ile ilgisi olmadığını belirtmiş ve mahkeme tarafından beraatine karar verilmiş.

Yukarıda da belirtildiği gibi, hurdaya ayrılan Phileas araçların parçalandığı görüntülerin ortaya çıkmasıyla İBB ve İETT’nin yaptığı açıklamalarda ise araçların Makine Kimya Endüstrisi tarafından taşınmadan önce parçalandığı bilgisi verilmişti. Dolayısıyla İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesinde aktif veya hurdaya ayrılmış hiçbir Phileas marka aracın artık bulunmadığını söylemek mümkün. Zaten, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin otobüs filosuna dair güncel bilgilere bakıldığında, Phileas marka hiçbir otobüsün filoda olmadığı görülüyor.

Kaynak

Sonuç olarak satın alındıkları günden kullanıldıkları son güne kadar Phileas marka araçlar yarattıkları sorunlar ile konuşulmuş. Üstelik 2009-2015 arasındaki bu süreçte yaşanan gelişmelere bakıldığında araçlarla ilgili atılan her adımın İBB’nin AK Partili eski başkanı Kadir Topbaş önderliğinde olduğu görülüyor. Araçlar Ekrem İmamoğlu’nun başkanlık döneminden önce de garaja çekilmiş haldeydi. Üstelik yine paylaşımda söylendiği gibi araçların 16 yıl aktif olarak kullanıldığı bilgisi de gerçeği yansıtmıyor. Zira araçlar, tamamı olmamakla birlikte, yaklaşık 8 yıl kullanılabiliyor.

Doğruluk Kontrolü ve Ötesi: 2024 Avrupa Seçimleri İçin Dayanıklılık Oluşturma Konferansında neler yaşandı?

Seçim dönemlerinde, hatalı bilgiler, sahte haberler, manipüle edilmiş medya içerikleri ve yanıltıcı bilgi kampanyaları öne çıkıyor, bu da yanlış bilgilerin hızla yayılmasına neden oluyor. Özellikle son dönemlerde Hamas-İsrail savaşının da gündemde olmasıyla sosyal medyada yayılıma giren paylaşımlardan doğru bilgiye ulaşmak geçtikte zorlaşıyor. Yayılımda olan iddialar çoğunlukla, yanlış ilişkilendirme, uydurma ve manipülasyon içeriyor.
Yanlış ve yanıltıcı bilgilerle mücadele ağırlıklı olarak doğrulama organizasyonlarının çabalarının, medya okuryazarlığı eğitimlerinin ve hükümetler arasındaki işbirliğinin konusu. Yanlış bilginin demokratik süreç üzerindeki etkisi ise özellikle seçim dönemlerinde gün yüzüne çıkıyor. Bu ortamda seçmenlere, sosyal medyada karşılaştığı bilgi kaynaklarının doğruluğunu kontrol etmesi, iddialara karşı şüpheyle yaklaşması ve karşılaştığı paylaşımları doğrulaması gibi roller düşüyor.

13- 15 Kasım tarihinde Brüksel’de düzenlenen “Fact-checking and beyond- Building resilience for the 2024 European Elections” zirvesinde Avrupa’da faaliyet gösteren 50’den fazla doğrulama kuruluşunun temsilcileri bir araya geldi. Doğrula.org olarak bizim de yer aldığımız etkinlikte öne çıkan başlıklar elbette ki şeffaflık ve açıklık kültürünü oluşturuyordu. Düzenlenen konferansta Avrupa Parlamentosu’ndan ve Avrupa kurumlarından farklı kişiler konuşmalara ve tartışmalara katıldı ve kendi faaliyetleri hakkında bilgi verdi. 

 

Konferansın ana teması ‘Avrupa seçimleri’

Konferans süresince politikacıların söylemlerine, mültecilere yönelik sık sık yayılıma giren iddialara ve demokrasinin bu ortamdaki rolüne değinildi. Konferansın ana temasını ise, 2024’te gerçekleşecek olan Avrupa seçimlerinde oluşabilecek dezenformasyon ortamı oluşturuyordu. Bu sebeple seçimlerde ortaya çıkan yanlış ve yanıltıcı bilginin yayılımıyla ilgili birçok soru soruldu ve bu sorular üzerine tartışmalar yapıldı.

Özellikle sosyal medya ortamında yanlış bilgilerin sürekli olarak arttığı ve yayıldığı bir dönemde, bu soruna etkili bir çözüm bulabilmek için doğrulama organizasyonlarının uyumlu bir şekilde işbirliği yapması gerektiği vurgulandı.

 

Seçim sürecinde dezenformasyonun üretimi ve yayılmasının birçok AB ülkesinde artan bir endişe kaynağı olduğuna değinen konuşmacılar, dezenformasyonun etkilerine karşı kurumların, medyanın ve vatandaşların medya okuryazarlığına yönlendirilmesi ve farkındalığın dengelenmesinin önemine dikkat çektiler. Etkinlik boyunca çeşitli organizasyonlardan konuşmacılar tecrübelerini aktardı. Ayrıca doğrulama organizasyonları birbirlerine doğruluk kontrolünde yaşadıkları deneyimleri de aktardı.

Geçtiğimiz mayıs ayında Türkiye’de gerçekleşen genel seçimlerde de karşılaştığımız yanlış bilgi türleri arasında siyasilere yönelik hatalı ilişkilendirilmiş söylemler, manipüle edilmiş fotoğraf ve videolar yer almıştı. Bu paylaşımlar, sosyal medyada hızla yayıldı ve kullanıcılar tarafından doğruluğu araştırılmadan paylaşıldı. Konferans katılımcılarının ortak kaygısı ise 2024 Avrupa seçimlerinde yaşanabilecek olan dezenformasyondu. Bu endişeler, yanlış ve yanıltıcı bilginin yayılmasının demokratik süreci etkileyebileceği yönündeydi.

Ayrıca öne çıkan bir diğer konu ise , EFCSN’e üye olan doğrulama organizasyonlarının ülkelerinde olan olaylar hakkında bilgi almak için iletişimde kalınması gerekliliğiydi. İşbirliği konusuna dikkat çeken konuşmacılar, bu sayede güvenilirliğe ve demokratik sürece katkı sağlanacağı görüşündeydi.

Hamas-İsrail gündemiyle sosyal medyada yanlış bilgi yayılımı devam ediyor

Konferansın öne çıkan konuları arasında Covid-19, Ukrayna Savaşı, iklim değişikliği, göç ve son günlerin yoğun gündemi olan Hamas-İsrail savaşı yer aldı. Ukrayna-Rusya savaşı sonrasında, en fazla yayılan yanıltıcı bilgilerin ortaya konan istatistiklere göre, Hamas-İsrail savaşı sürecinde gerçekleştiği gösterildi. Savaş sürecinde dezenformasyona neden olan birçok görüntü güncelmiş gibi paylaşılıyor ve yanlış bilgi yayılımını artırmaya devam ediyor.

 

Yapay zekayla oluşturulan görseller günden güne gelişiyor

Doğrula olarak savaşın başladığı ilk günden bu yana Hamas-İsrail gündemini takip ediyor ve yayılımda olan görüntüleri araştırmaya devam ediyoruz. Konferansta da bu konuya değinilerek, Hamas-İsrail savaş sürecinde yayılan bazı görüntülerin eski olmalarına rağmen olaylarla ilişkilendirilip, düzenlenerek güncel bir olayı gösteriyormuş gibi paylaşıldığının altı çizildi.

Ek olarak yapay zeka teknolojilerinin günümüzde geldiği noktaya değinen konuşmacılar, yapay zekanın geldiği ve geleceği noktaya dikkat çekti. Zaman zaman yapay zeka tarafından oluşturulan sahte görüntüler çok gerçekçi olabiliyor ve bu durum da kullanıcıların gerçek ile sahte içerik arasında ayrım yapmasını güçleştiriyor. Bu bağlamda, seçim dönemlerinde siyasilere yönelik oluşturulabilecek gerçeği yansıtmayan yapay zeka görüntülerinin gündeme gelebileceği ve bu sahte görsellerin hızla yayılabileceği öngörülüyor.

Yapay zeka teknolojileri ilerledikçe sahte içerik üretme yetenekleri de gelişim gösteriyor. Doğrulama organizasyonları, yapay zeka tarafından oluşturulan sahte görsel ve videoları tespit etmek ve doğrulamak için paylaşımın kaynağını araştırıyor ve yeni araçlar geliştirmeye devam ediyor. Örneğin daha önce incelediğimiz Papa Francis’in beyaz montlu fotoğrafı sosyal medya kullanıcıları gerçek olarak paylaşılmıştı. Bir diğer örnekte ise, görüntünün Donald Trump’ın tutuklandığı anı gösterdiği iddiasıyla paylaşılmıştı. Ancak her iki görüntünün de Midjourney AI yapay zeka programıyla hazırlandığı sonucuna ulaşmıştık.

Sonuç olarak, konferansın ana temasını da oluşturan seçim dönemlerinde, yanlış bilgi yayılımının daha belirgin olduğu ve demokratik sürecin olumsuz etkilendiğinin ön plana çıktığı belirlendi. Bu anlamda doğrulama kuruluşlarının varlığı, seçimlerde şeffaflık ve bütünlüğün korunması için çok büyük bir öneme sahiptir. Bu kuruluşlar, seçim sürecini yakından takip ederek, seçmenlere doğru ve güvenilir bilgiyi ulaştırmaya yardımcı oluyor. Ayrıca doğrulama kuruluşları, seçim döneminde sosyal medyada yayılıma giren sahte, manipüle edilmiş, eski tarihli, hatalı ilişkilendirilmiş gibi birçok konuyu araştırarak seçmenleri medya okuryazarlığı konusunda eleştirel bakış açısı kazandırmaya çalışıyor. Seçmenler, yanlış bilgilerin önlenmesine ve seçim süreçlerinin güvenilirliğinin korunmasına katkı sağlayan doğrulama organizasyonlarının yaptığı çalışmaları takip ederek bu süreçte yayılan yanlış bilgilerden kendini korumayı deneyebilir.

Savaş dezenformasyonu: İsrail-Filistin çatışmaları sırasında en çok karşılaştığımız yanlış bilgi türleri

7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e yönelik başlattığı Aksa Tufanı, 45 gündür sosyal medyanın odağında yer alıyor. Ancak sosyal medyadan doğru bilgiye ulaşma olanağı her geçen gün biraz daha azalıyor. İsrail-Filistin arasındaki çatışmalar üzerine yoğunlaşan dezenformasyon türleri, savaşın sosyal medyaya da sirayet etmesine yol açıyor.

7 Ekim 2023’te başlayan İsrail-Filistin çatışmaları, 45 gündür devam ediyor. Dolayısıyla binlerce insanın hayatını kaybettiği çatışmalar ağırlıklı olarak hem medyanın hem de sosyal medyanın odağında yer alıyor. Ancak bu tür kriz anlarında özellikle sosyal medyada yanlış bilgi yayılımı da kaçınılmaz bir şekilde artıyor. Doğrula da bu süreçte İsrail-Filistin çatışmaları ile ilgili 37 doğrulama analizi kaleme aldı. Ortaya atılan bu iddiaların 25 tanesi, yani büyük bir çoğunluğu, yanlış ilişkilendirme yoluyla oluşturulmuştu. 7 tanesi uydurma, 2’si manipülasyon, 2’si yanlış bağlam kurma ve 1’i de çarpıtma içeriyordu.  

Analizlerde dikkat çeken nokta ise, analizlerimize konu olan tüm iddiaların birer görüntüyle ve çoğunlukla güncel olmayan görüntülerle ilişkilendiriliyor olmasıydı. Doğrula’nın 37 analizinden 20’si güncel olmayan görüntüler üzerinde yoğunlaştı. Öte yandan oyun görüntüleri, yanlış altyazıyla manipüle edilen videolar, bir filmin sahne arkası görüntüleri ve yapay zeka ile oluşturulan görüntüler de Doğrula’nın yakaladığı yanlış bilgiler arasındaydı. 

Analizlerimizin Büyük Çoğunluğu Yanlış İlişkilendirilmiş veya Uydurulmuş İçeriklerden Oluştu

Yanlış İlişkilendirme

Yukarıda da belirtildiği gibi, yanlış ilişkilendirme, İsrail-Filistin çatışmaları sürecinde sosyal medyada en çok karşımıza çıkan yanlış bilgi türü oldu. Üstelik bu yanlış iddialar her zaman bir görüntüyle ve genellikle güncel olmayan bir görüntüyle ilişkilendirildi. Örneğin, bir Suudi imamın Gazze’ye destek çağrısı yaptığı için tutuklandığı iddiası ortaya atıldığında bunu desteklemek için bir video da kullanılmış.

Kaynak

Ancak söz konusu video, 2018’de Medine’de kaydedilmiş. Üstelik Gazze’de gerçekleşen çatışmalar ile bir ilgisi de bulunmuyor. Suudi haber kaynaklarından yapılan açıklamaya göre video, zihinsel rahatsızlıkları bulunan ve cuma namazından önce hutbe vermeye çalışan kişiyi gösteriyor.

İsrail-Filistin meselesi yalnızca şimdiki zamanla ilgili değil, esasında uzun yıllardır devam ediyor. Dolayısıyla bazı iddialar da iki ülke arasında geçmişte yaşanan çatışmalara dayanıyor. Yani içerik olarak bilgi doğru ve İsrail-Filistin meselesiyle ilişkili olsa bile güncelmiş gibi paylaşılarak dezenformasyona neden oluyor.

Kaynak

Filistin’e destek için sınırı geçmeye çalışan Lübnanlıları gösterdiği iddiasıyla paylaşılan video bu tür dezenformasyona örnek gösterilebilir. Video 11 gün devam eden İsrail-Filistin çatışmalarında kaydedilse de bu çatışmaların tarihi 2021 yılı; yani güncel değil.

Kaynak

Bu süreçte savaş oyunlarından alınan görüntüler de sıklıkla İsrail-Filistin arasındaki çatışmalara atfedildi. Örneğin Hamas’ın hava saldırısına uğrayan bir İsrail askerini gösterdiği iddiasıyla paylaşılan video esasında Squad oyununa gelen güncellemenin 7 Aralık 2022’de yayınlanan tanıtım içeriğini gösteriyordu.

Kaynak

Yanlış ilişkilendirilen görüntüler arasında bir kısa filmin sahne arkası görüntüleri de yer aldı. ‘Filistinlilerce öldürülen İsrailli çocuk’ iddiası yaymak için gerçekleştirilen çekimleri gösterdiği iddiasıyla paylaşılan video da Doğrula’nın incelemeleri arasındaydı. Video aslında, 2022’de çekilen ve Filistinli Ahmed Manasra’nın hayatını anlatan ‘Empty Space’ isimli kısa filmin sahne arkasını gösteriyordu.

Uydurma

Doğrula İsrail-Filistin çatışmaları ile ilgili ortaya atılan Gazze’ye yönelik saldırılar durdurulmazsa Katar’ın küresel gaz ihracatını keseceği iddiası, Kim Jong-Un’un Kudüs’ün işgali hakkında Müslümanlara yönelik söylemi gibi uydurma iddiaları da inceledi. Bunlardan bazıları görsel veya yazılı hiçbir kaynağa dayandırılmazken bazıları ise üzerinde düzenleme yapılan video içerikleri kaynak gösteriyordu. İki ülke arasında yaşanan ve tüm dünyayı etkileyen çatışma, gerilim gibi durumlarda dünya liderlerinin söylemediği sözler onlara atfedilebilir. Bu, sosyal medya kullanıcılarını yönlendirmek üzere kullanılan bir yöntemdir. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in ABD’yi savaşa girme konusunda uyardığı iddiası veya Kim Jong-Un’un Müslüman liderler hakkındaki söylemine dair iddia buna örnek gösterilebilir. İddialardan ilkinde kaynak olarak altyazısı değiştirilmiş bir video kullanılırken, ikincisinde görsel veya yazılı hiçbir kaynağa rastlanmıyor. Kim Jong-Un iddiası tamamen uydurulmuş bir şekilde sosyal medyada paylaşılmış. 

Kaynak

Putin’in ABD’yi Filistin-İsrail savaşına dahil olma konusunda uyardığı iddiasında ise kullanılan video Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Aralık 2022’de nükleer silahların kullanımı hakkında verdiği demeci gösteriyor. Hali hazırda güncel olmayan videodaki altyazılar ise orijinalinden farklı şekilde, yanlış aktarılmış.

Bir diğer uydurma paylaşım, KKTC bayrağının İsrail bayrağına cevaben Necmettin Erbakan tarafından tasarlandığı iddiasıydı. İddiaya göre, İsrail bayrağının anlamı Fırat ve Nil arası Yahudilerin olana dek dünyada kan durmayacağı; KKTC bayrağının anlamı ise Türkiye olduğu sürece Fırat ve Nil arası İsrail’e yar olmayacağıymış.

Kaynak

Ancak her iki bayrağın da anlamlarına dair resmi açıklamalarda iddia edilen Fırat-Nil arası hakimiyet anlatısına rastlanmıyor. Üstelik KKTC bayrağını tasarlayan kişi de Necmettin Erbakan değil, Emin Çizenel. Dolayısıyla ortaya atılan bu iddia tamamen uydurulmuş bir içerik olarak sınıflandırılıyor.

Doğrula’nın 7 Ekim’den bu yana incelediği 37 iddia, çoğunlukla yanlış ilişkilendirmeye ve güncel olmayan görüntülere dayanıyor. Bunun yanında manipülasyon, çarpıtma ve uydurma gibi yanlış bilgi türlerine de rastlamak mümkün. Bu tür yanlış bilgiler genellikle gelişen teknoloji ile beraber yapay zeka, montaj, photoshop gibi yöntemlerle oluşturuluyor. Ancak yukarıda bahsedilen ve ‘güncel olmayan görüntülere’ dayanan yanlış bilgi selinden anlaşılacağı üzere, kişiler dezenformasyon yaratmak için ekstra bir çabaya veya araca ihtiyaç duymuyor. Elbette, türü ne olursa olsun, yanlış bilgi hem sürece hem de süreci doğrudan veya dolaylı yaşayan kişilere olumsuz etki ediyor. Bu nedenle bilhassa savaş, doğal afet gibi kriz zamanlarında sosyal medyada maruz kaldığımız her bilgiye şüpheyle yaklaşmak ve yalnızca resmi yayın organlarını takip etmek büyük önem taşıyor.