fbpx

Ankara’daki ‘raylı sistem’ tartışması nasıl okunmalı

Metro konusu nasıl tekrar gündeme geldi?

ABB Başkanı Mansur Yavaş, 12 Haziran 2022 Pazar günü ‘Ankara için 110 proje‘ konulu halka açık bir konuşma gerçekleştirdi. Kendi başkanlığından önceki dönemlerde metro yapımı ile ilgili şu söylemleri tartışmaya yol açtı:

Göreve başladığımızda maalesef Ankara’da bırakın devam edeni, projesi hazır çizilmiş bir tane metro hattı yoktu. Metro konusu hep ötelenmiştir. Geçmişi hatırlıyoruz…Sayın Murat Karayalçın burada. Onun döneminde bu kente 23 kilometrelik metronun mimarıdır. Kendisine hepinizin önünde bir kez daha teşekkür ediyorum. Çok kısa sürede bu metroların Ankara halkına kazandırmıştır. Ondan sonraki 25 yılda ise belediye 1 metre metro yapmadı.’

kaynak

Bunun üzerine, eski ABB Başkanı İbrahim Melih Gökçek,  30 Haziran 2022 tarihinde Twitter hesabı üzerinden paylaştığı bir videoda bu söylemlere karşılık verdi:

Önce metrodan başlayalım. Ne demiş bu Mansur Yavaş seçim öncesi? Size 58 kilometre metro yapacağım, söz veriyorum 5 senede. İlk 9 ay proje, 4 sene içerisinde de 58 kilometre metro… Geldikten sonra, aman Ya Rabbi! Ne bahaneler, ne bahaneler, ne bahaneler…Bir de üstüne bana iftira atıyor. Diyor ki, Melih Gökçek 1 metre metro yapmadı, diyor.  Teker teker hepsini belgeli belgeli bu attığım tweet’in arkasından göstereceğim.’

kaynak

kaynak

İki siyasetçinin de gerek sosyal medyada gerekse haber sitelerinde metro ile ilgili birçok savı bulunmakta. Bu sebeple, incelememizde her bir söylemi teker teker ele almak yerine, Ankara’daki raylı toplu taşım sistemlerinin tarihine odaklandık.

Ek olarak, incelememiz Büyükşehir Belediyesi kapsamında olduğundan Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları A.Ş.’ye ait olan Başkentray banliyö trenini  hariç tuttuk. 07.02.1982 tarihli Bakanlar Kurulu Kararıyla birlikte Ankara’da ulaşım hizmetlerini veren ve Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı bir kuruluş olan EGO’nun (Elektrik Gaz Otobüs Genel Müdürlüğü) işlettiği (A1) ANKARAY ve metro (M1M2M3M4) hatlarına odaklandık.

Ankara’da toplu taşım planlamasında raylı sistemler

1970’li yıllarda Ankara’da yaşanan kent içi ulaşım bir sorun haline gelir. Bu soruna çözüm olarak 7 Ekim 1969 tarihinde yapılan kent içi ulaşım etüdünde Ankara’da metro kurulması ilk kez önerilir.  Bu çalışma tümü tünelde olmak ve iki aşamada tamamlanmak üzere, toplam 14 km’lik metro sistemini önermiştir. Her aşama 7’şer km’lik hat uzunluğuna sahiptir. Birinci aşamanın Kavaklıdere-Dışkapı, ikinci aşamanın ise Dikimevi-Beşevler arasında yapımı öngörülmüştür.

Kavaklıdere-Dışkapı arasındaki hat, altyapı sorunları nedeniyle yapılamaz. Dikimevi-Beşevler  hattı ise günümüzde (A1) ANKARAY hattının durakları arasında yer almaktadır.

Hatlarla ilgili birçok etüt çalışması yapılsa da 1994 yılında kadar hiçbiri onay alamaz. 1994 yılında onaylanan plan, Mehmet Altınsoy’un ABB Başkanı olarak görev yaptığı dönemde çalışmalarının yapıldığı Ankara Ulaşım Ana Planıdır. Bu plan, Murat Karayalçın döneminde, Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi tarafından 07.03.1994 tarih ve 130 sayılı kararı ile kabul edilmiş ve Ankara Ulaşım Koordinasyon Merkezi (UKOME) tarafından 10.3.1994 tarih ve 94/3 sayılı kararı ile onay almıştır.

Ankara Ulaşım Ana Planı’na göre metro sisteminin 2015 yılına kadar 44,5 km’lik bir ağa sahip olması hedeflenir. Bu metro sistemi 4 hattan oluşur:

  • Kızılay – Batıkent (Günümüzde M1 hattı),
  • Kızılay – Çayyolu (Günümüzde M2 hattı),
  • Ulus – Keçiören (M1’den M4’e aktarmalı hat),
  • TBMM – Dikmen (Yapılamamıştır).

Aralarında ilk hizmete açılan hat, 1997 yılında açılan (M1) Kızılay-Batıkent hattıdır. Bu hat, Ankara Kentsel Ulaşım Ana Planı’nda bulunan projelerden biri olan (A1) ANKARAY (1996) ile birlikte planlanarak bir yıl arayla hizmete girmiştir. Kızılay – Çayyolu ve  Ulus – Keçiören hatları ise 2014 ve 2017 yıllarında işletilmeye başlanmıştır.

90’lı yılların sonu: (A1) ANKARAY ve (M1) Batıkent – Kızılay Metrosu

1996 yılında hizmete giren ANKARAY hattı, Ankara’da raylı toplu taşımanın ilk örneğidir. 8.527 m. hat uzunluğundaki bu sistem, Ankara kent merkezinin önemli bir aksında, Ankara Şehirlerarası Terminal İşletmesi (AŞTİ) ve Dikimevi arasında hizmet vermektedir. Yaklaşık 15 kilometre uzunluğundaki (M1) Batıkent-Kızılay hattı ile birlikte planlanmıştır.

Mehmet Altınsoy görev yaptığı dönemde, (M1) Kızılay-Batıkent hattı, UKOME Genel Kurulu Kararı (22.09.1986, 86/22) ile Kentsel Ulaşım Çalışmasıyla belirlenen Ankara Raylı Toplu Taşım Sistemi’nin Birinci Aşması olarak onay alır. Altınsoy’un görevi bittikten yaklaşık dokuz ay sonra, ANKARAY projesi ilk kez 24 Aralık 1989 tarihinde yatırım projeleri arasında Resmi Gazete‘de yayımlanır.

Bu iki hat için tekliflerin alındığı ve inşasına başlandığı dönemde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Murat Karayalçın’dır. 1989-1990 yılları arasında bu iki proje için teklif alınır. Ancak verilen dört teklifin arasında teknolojik açıdan bazı farklılıklar bulunuyordu. Bu sebeple kurulan  ‘Ankaray Danışma Kurulu’, Ankara’da raylı toplu taşım sistemleri hakkında çalışmalar yürüttü.

Yapılan çalışmaların ardından, ilk olarak 13 Mayıs 1991 tarihinde, iki hat arasında aktarma yapılması yapılması planlanan Kızılay istasyonun inşaatı başlar. Akabinde 7 Nisan 1992 tarihinde ANKARAY’ın inşaatı ve 29 Mart 1993’te (M1) Batıkent-Kızılay metrosunun inşaatı başlar. İnşaat başladıktan sonra, aynı yılın Eylül ayında, Murat Karayalçın’ın görevi son bulur.

21 Eylül 1993 ila 27 Mart 1994 tarihleri aralığında devam eden inşaat çalışmaları sırasında Vedat Aydın görevdedir. Planlamadaki bazı eksiklikler sebebiyle, öngörülen inşaat süresinde 2 yıllık bir gecikme olmuştur.

Melih Gökçek, 27 Mart 1994 tarihinde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olarak göreve başlar. Görevinin 2. yılında, 30 Ağustos 1996 tarihinde (A1) ANKARAY, Ardından 28 Aralık 1997 tarihinde (M1) Kızılay-Batıkent hattı işletmeye açılır.

2000’ler: (M2) Kızılay – Çayyolu, (M3) Batıkent – Sincan Metrosu, (M4) Keçiören-Atatürk Kültür Merkezi-Kızılay

Melih Gökçek’in görevde olduğu dönemde açılan bu üç hat, Altınsoy döneminde hazırlanan ve Karayalçın döneminde onaylanan Ankara Ulaşım Ana Planı‘nda yer alan projelerdir.

İlk olarak 2001 yılının Şubat ayında (M3) Batıkent-Sincan hattının temeli atılır. Takip eden yılın eylül ayında (M3) Kızılay-Çayyolu hattının; 2003 yılının Temmuz ayında ise (M4) Keçiören-AKM-Kızılay hattının inşasına başlanır.

Bu hatların inşaları, planlanandan çok daha uzun sürer ve 30 Nisan 2011 tarihli basın toplantısında ABB Başkanı Gökçek, şu açıklamayı yapar:

‘Mali gücümüz yeterli olmadığı için Başbakanımızdan, hükümetimizden talepte bulunduk. Bu talep kabul edildi. Metronun Ulaştırma Bakanlığı’na devriyle ilgili 4 ayrı protokol imzaladık. Bu protokol, Çayyolu-Kızılay, Batıkent-Sincan, Tandoğan-Keçiören ve Ankara Metrosu Elektromekanik İşleri protokolü imzaladık.’

6001 sayılı kanun düzenlemesiyle birlikte önce 25 Nisan 2011 tarihinde (M4) Keçiören- AKM hattı ve akabinde 7 Mayıs 2011 tarihinde (M2) Kızılay-Çayyolu ve (M3) Batıkent-Sincan hatları Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’na devredilir.

Devir töreni sırasında Gökçek, hatların Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan kısımlarıyla ilgili açıklama yapar.

Açıklamaya göre,

  • Kızılay-Çayyolu hattının kaba inşaatının birinci aşamasının bittiğini ve ikinci aşamasının %85.21’i,
  • Batıkent-Sincan metrosunun %71,78’i,
  • Tandoğan-Keçiören metrosunun ise %41,03’ü

Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından tamamlanmıştır.

Ulaştırma Bakanlığı tarafından, 13.12.2011 tarihinde (M2) Kızılay-Çayyolu, (M3) Batıkent-Sincan ve (M4) Keçiören-AKM hatlarının ihaleleri yapılır. Bu hatların sözleşmeleri, 2012 yılının şubat ayında birkaç gün arayla yapılır. M2 ve M3 metro hatları, 13 Mart 2014 tarihinde hizmete açılırken (M4) Keçiören-AKM hattı ise 05.01.2017 tarihinde işletmeye açılır.

Sonuç

ANKARAY ve tüm metro hatları, 1985-1987 yıllarında hazırlanan ve 1994 yılında onaylanan Ankara Ulaşım Planı‘nın kapsamındadır. Dönemin Belediye Başkanı Mehmet Altınsoy tarafından Ankara’nın toplu taşıması ile ilgili araştırmalar yapılarak projelendirilmiştir. Aynı dönemde (A1) Ankaray ve (M1) Batıkent-Kızılay metro hattı için onay alınmıştır.

Mansur Yavaş’ın ‘Murat Karayalçın’ın mimarı olduğu 23 kilometrelik metro hattı’ sözlerinde kastedilen hatlar, ANKARAY (9 kilometre) ve (M1) Kızılay – Batıkent’tir (15 kilometre). Murat Karayalçın’ın Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olarak görev yaptığı  1989-1993 yılları arasında bu iki raylı toplu taşım hattının gerekli onayları alınmış ve yapımına başlanmıştır. Öngörülemeyen bazı aksaklıklar sebebiyle bu iki hattın yapım süreci uzamış ve Melih Gökçek’in Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu 1996-1997 yıllarında hizmete açılmıştır.

2001-2003 yılları arasında yapımına başlanan (M2) Kızılay – Çayyolu, (M3) Batıkent – Sincan Metrosu, (M4) Keçiören-AKM-Kızılay hatları da aynı plan kapsamında yer almaktadır. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin finansal açıdan sorun yaşaması nedeniyle 2011 yılında Ulaştırma Bakanlığı’na devredilmiştir. Melih Gökçek yaptığı açıklamada metro hatlarının ne kadarının belediye tarafından bitirildiğine dair oranları paylaşmıştır. Ancak bununla ilgili resmi bir belge paylaşılmamıştır.

Sonuç olarak, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olarak görev almış iki siyasetçinin de söylemlerinde tarihsel açıdan yeterli bilgi bulunmamaktadır. Bu hatların projelerinin yapıldığı ve onay aldığı tarihlerde Mehmet Altınsoy, A1 ve M1 hatlarının projesinde değişiklikler yapıldığı ve inşasının başladığı dönemde Murat Karayalçın ve bu hatların hizmete başladığı dönemde Melih Gökçek Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı olarak görev yapmaktadır.

9.Global Fact konferansında neler konuşuldu?

The International Fact-Checking Network’e üye tüm doğrulama organizasyonlarının katıldığı 9.Global Fact konferansı Oslo’da düzenlendi. 4 gün boyunca süren konferansına sanal olarak katıldık. Bu sene konferansın sponsorları Google News Initiative, Meta ve TikTok oldu. Konferansta konuşulan bazı konuları sizin için özetledik.

İddia kontrolünün etkisi

Yakın zamanda yaşadığımız salgın döneminde virüs, hastalık ve tedaviyle ilgili yanlış bilgilerin kolaylıkla yayılabildiğine şahit olduk. Söz konusu sağlık olduğu için yayılan bu yanlış bilgilerin daha tehlikeli sonuçlara yol açabildiği bir gerçek. Sağlık iddiaları üzerine yapılan çalışma, insanların yanlış bilgileri temel alarak gerçekleştirebileceği tedavilerin etkilerini ele alıyor. Önleyici, tedavi edici veya yatıştırıcı olabilen bu tedavilerin etkileriyle ilgili ortaya atılan iddiaların analiz çerçevesi çiziliyor. Bu anlamda düşünülmesi gereken faktörler ise bilgilerin yanlış yorumlanmasına neden olan en yaygın yolları ve kullanıcıların çıkan iddiaları doğru değerlendirmesi için kullanabilecekleri araçlar olarak belirleniyor.

Medya okuryazarlığı; tanımlar, çabalar, öngörüler

Günümüzde dijital medya çalışma yöntemleri hızla değişiyor ve kargaşaya yol açabilen yanlış bilgiler kolaylıkla yayılıyor. Bu noktada teyitçiler, gazeteciler ve kullanıcıların medyadaki iddialar hakkında uygun anlayışı bulup sürdürmesi büyük önem taşıyor. Medya okuryazarlığı üzerine gerçekleştirilen panelde, konuşmacılar dünyanın çeşitli bölgelerinde inceledikleri farklı anlayışlardan bahsediyor. Çalışmalar aslında yanlış bilgi yayılımının önüne geçerek medya okuryazarlığının gelişmesi için gereken nitelikleri vurguluyor. Örneğin Fin haber izleyicileriyle yapılan araştırma, bu anlamda güven duygusunun önemli olduğuna dikkat çekiyor. Araştırmada Fin kullanıcıların sosyal medyaya şüpheyle, haber kaynaklarına ise güvenle yaklaşması arasında muhtemel bir denge olabileceği belirtiliyor.

Seçimler sırasında doğruluk kontrolü

Seçim zamanları özellikle doğruluk kontrolcüleri için çok yoğun ve çok önemli oluyor. 2023 yılında yapılması planlanan seçim öncesi de Doğrula olarak bizim için de çok önemli bir sınama olacak. Konferansta da panellerden biri bu konu hakkındaydı. Panelde Brezilya’dan, Kenya’dan, Filipinler’den ve Bosna Hersek’ten doğruluk kontrolcüleri katıldı. Katılımcılar seçim zamanlarında kendi stratejilerini ve karşılaştıkları güçlükleri anlattı. Katılımcılar diğer organizasyonlarla işbirliği yapmanın önemini vurgularken dezenformasyonun hızla yayılmasına karşın doğruluk kontrollerinin yavaş olmasının problem yarattığını söylediler. Ayrıca katılımcılardan biri doğruluk kontrolü organizasyonlarının TikTok influencerları kadar etki edemediğini ve insanların ilgisini çekmekte zorlandıklarını belirtti.

Politika ve düzenleme: doğruluk kontrolcüleri için artan odak noktası

Konferansta gerçekleşen panellerin birinde dezenformasyona karşı atılan politik adımlar konuşuldu. Türkiye’de de gündemde olan dezenformasyon yasası teklifi bu paneli bizim için önemli kılıyor. Bu yasa ile ilgili yazımızı buradan okuyabilirsiniz. Panelde devletlerin çoğunlukla sansür ya da sosyal medya şirketlerin kendi düzenlenme yapması yolunu seçtiği söyleniyor. Bu konuda endişe duyulan konulardan biri hükümetlerin neyin doğru olduğunu tekel olarak belirlemesi.  Diğer bir konu ise doğruluk kontrolcülerin taciz edilmesi. Türkiye’de de bu durumlardan oldukça endişe ediliyor.

Ünlü isimleri kullanılarak açılan Twitter hesapları bilgi kirliliğini artırıyor

Bilgi ve yargı içeren cümleler hafızaya aktarılırken yani ‘öğrenim sürecinden önce’ mutlaka kaynakla ilişkilendirilir. Bu ilişkilendirme ne kadar güçlü olursa hafızada o kadar sağlam bir zemine oturur. Bir örnekle açıklayacak olursak, altında Sokrates yazan, yani Sokrates’e atfedilen bir cümleyi kabullenmeniz ve kavramanız daha kolay olur.

Hatta bu durumu ‘koşulsuz öğrenme süreci’ olarak da isimlendirebiliriz. Ya da, sorgulayan bir birey değilseniz yanlış bir verinin altında gösterilen ‘OECD’ imzası da sizin o veriyi o haliyle kabullenmenize, öğrenmenize sebep olabilir. Bu noktada dikkatinizi çekmesi gereken nokta, dezenformasyonu üreten bireyin uyguladığı ‘iletişim stratejisidir.’ Kötü niyetli birey, ‘bir ideolojiyi, yargıyı, fikri, bilgiyi ya da görüşü yaymak için hatalı kaynak kullanımı yapıyor’ olabilir. Zira böylelikle yalın haliyle kabullenilmeyecek, hatta dikkati dahi çekmeyecek cümlenin altına bir ünlünün ismini yazarak hesabın etkileşimini güçlendirmiş olacaktır.

Bahsi geçen bu yöntem hemen her gün farklı bir ünlü ismin kullanılmasıyla karşımıza çıkıyor. Ünlü isimler adına açılan sahte veya parodi hesaplar pek çok kişiden etkileşim alıyor. Üstelik hesap açıklamasında ‘not official account’‘parodi fan hesabıdır’ gibi ifadeler yer alması dezenformasyonu engellemiyor; çünkü bu hesaplardan yapılan paylaşımlar Twitter ana sayfada önümüze düştüğünde çoğu zaman hesabın gerçekliğini sorgulamıyoruz. Dolayısıyla hesabın gerçek olmadığını bilmek büyük önem taşıyor.

Sosyal medyada ünlüler adına açılan sahte hesapların gerçek olmadığı çoğunlukla mevzubahis ünlülerin resmi Twitter veya Instagram adreslerinden açıklama yapmasıyla anlaşılıyor. Ancak kimi zaman da hesabın gerçekliğini sorgulamak biz takipçilere düşüyor. Açıklama kısmında ‘not official’ veya ‘parodi’ yazan hesapların gerçek olmadığı kolaylıkla anlaşılıyor. Eğer burada hesabın gerçekliğiyle ilgili bilgi verilmemişse, söz konusu paylaşım, adına paylaşılan kişinin ismiyle birlikte Twitter, Google ve YouTube gibi platformlardan aratılarak kişilerin gerçek hesap ve ifadelerine ulaşılabilir. Böylelikle güvenilir kaynaklar taranarak paylaşımın gerçekten ünlü kişiye ait olup olmadığı öğrenilebilir.

Ünlüler adına açılan sahte ve parodi hesaplara örnekler:

Kaynak
Kaynak
Kaynak
Kaynak
Kaynak
Kaynak
Kaynak
Kaynak
Kaynak
Kaynak
Kaynak

*Alper Bakırcıgil örneğinde, diğer sahte hesaplardan farklı olarak, sahte hesap geçmişte kullanılan kullanıcı adlarından ortaya çıkıyor. Hesabın eski bir paylaşımına bakıldığında kullanıcı adının geçmişte @oyabasar34 olduğu açıkça görülüyor.

Kaynak
Kaynak
Kaynak
Kaynak
Kaynak

Sahte ve parodi hesap örnekleri, yeni hesaplar tespit edildikçe güncellenmektedir.

Reuters Enstitüsü 2022 Dijital Haber Raporu’ndan önemli notlar

Oxford Üniversitesi ve Reuters Enstitüsü’nü ortaklaşa hazırladığı 2022 Dijital Haber Raporu 15 Haziran’da yayınlandı. 2012’den beri her sene hazırlanan raporda dijital haber mecralarına bakıştaki değişim inceleniyor. Rapor pek çok önemli medya ve sivil toplum kuruluşu tarafından da destekleniyor. Geçen sene de Doğrula bu rapor ile ilgili bir yazı yazmıştı. Yazıyı buradan okuyabilirsiniz.

Araştırmanın içeriği

Raporda sunulan araştırma, Türkiye dahil 46 ülkede yapılan anket sonuçlarıyla hazırlandı. Anket her ülkede iki binin üzerinde kişiyle yapıldı. 46 ülkenin çoğu liberal demokratik ülkelerdir. Örneğin Rusya, İran, Çin ve Suudi Arabistan yer almadı. Raporda anketin sonuçları ve bu sonuçlardan hareketle araştırmacıların çıkarımları yer alıyor.

Rapora göre dünyadaki eğilimler

Geçen seneye göre 46 ülkenin yarısından çoğunda medyadaki haberlere duyulan güven azalırken; sadece yedi ülkede artış gözlemlendi. Ankete katılanların tümünün yalnızca yüzde 42’si haberlere güveniyor. Anketlere göre haber mecralarına güven en düşük yüzde 26 ile Amerika Birleşik Devletleri’nde.

Haberlerden kaçınan insan sayısı artıyor

Geleneksel haber kaynaklarının (TV, gazete gibi) kullanımı azalmaya devam ederken online haber kullanımı ortaya çıkan boşluğu tam olarak doldurmadı. Bunun yerine haberlere duyulan ilgi azaldı. Raporun sonuçlarına göre haberlerden kaçınan insan sayısı arttı. Bunun nedeni sorulduğunda ankete katılanların %43’ü haberlerde çok fazla politika ve Covid-19 konularının işlendiğini, %36’sı haberlerin ruh haline zarar verdiğini ve %29’u haberlerin güvenilmez olduğunu söyledi.

Haberlere duyulan güven

Tüm katılımcıların %54’ü internette neyin gerçek olup olmadığı ile ilgili endişe duyduğunu söyledi. Geçen seneye göre yanıltıcı bilgiye karşı duyulan endişede büyük bir fark olmadı. Ankete katılanlara hangi konularda yanıltıcı bilgi ile karşılaştığı sorulunca, çoğunlukla Covid-19 ve siyaset konularında yanıltıcı bilgi ile karşılaşıldığını söyledi.

Haberleşmede sosyal ağların rolü

Raporda 2014’ten bu yana sosyal ağlar içerisinde haberlere ulaşmak için en çok Facebook’un(%30) kullanıldığı ardından Youtube (%19), Whatsapp (%15), Instagram(%12) ve Twitter(%11) geldiğini söylüyor.

Bunlara ek olarak rapor Ukrayna – Rusya çatışması, kutuplaşma ve iklim krizi gibi konularda medyanın rolünü de analiz ediyor. Bu analizleri okumak için raporu buradan okuyabilirsiniz.

Raporun Türkiye kısmı

Raporun Türkiye bölümünde son yıllarda zorlaşan Türkiye ekonomik koşullarından bahsediliyor. Bu ekonomik problemlerin ve muhalif medyaya verilen cezaların muhalif medyayı zorlayacağı söyleniyor. Bunun yanında medyanın politik olarak baskılandığını ve gazetecilerin tutuklanmalar ve gözaltılara maruz kaldığı belirtiliyor. Bunun yanında bağımsız medyanın da baskı altında olduğunun ve gazetecilerin şiddete maruz kaldığının altı çizildi.

Diğer yandan sosyal medya üzerinden haber takip etmenin arttığı söyleniyor. Buna rağmen rapora göre yalan ve yanıltıcı haber konusundaki endişe hala yüksek (%62) ve ankete cevap verenlerin politika(%53) ve Covid-19(%46) hakkında yanlış bilgilere karşılaştığını söylüyor. Rapor bu konuda Teyit’in ve TikTok’un işbirliğinin öneminin altını çiziyor.

En çok takip edilen haber kaynakları

Raporda en çok takip edilen haber kaynakları yer alıyor. Buna göre Türkiye’de hem internet üzerinden hem de geleneksel medyadan en çok takip edilen ilk iki haber kaynağının Fox ve Sözcü olduğu belirtiliyor. CNN Türk ise geleneksel medyada 3. Sırada iken online haber kaynaklarında 4.dür. Online kaynaklarda 3. Sırada sondakika.com yer alıyor.

En güvenilen haber kaynakları

En güvenilir haber kaynaklarına baktığımızda ise sırasıyla Fox, Sözcü, Cumhuriyet, NTV ve CNN Türk yer alıyor. Diğer 45 ülke ile karşılaştırıldığında medyaya güvende Türkiye 31. sırada bulunuyor. Ankete katılanların yalnızca %36’sı medyaya güveniyor ve %23’ü medyanın siyasetin etkisinde olmadığına inanıyor.

Bunlara ek olarak ankete katılanların %43’ü Youtube, %40’ı Instagram, %35’i Twitter, %32’si Facebook ve %31’i Whatsapp üzerinden haber paylaşıyor.

Alpay Özalan’ın arkasındaki tabloya ‘çalıntı’ denilebilir mi?

Siyasilerin Gezi davası üzerine yaptığı açıklamalar merakla izlenirken ana muhalefet partisi CHP’nin grup başkanvekili Özgür Özel‘in dava çıkışında yaptığı açıklama ve AKP İzmir Milletvekili Alpay Özalan‘ın Özel’e tepki gösterdiği video, bambaşka bir konunun gündeme gelmesine sebep oldu.

Özalan’ın CHP’li Özgür Özel ve onun gibi densizlere sesleniyorum! başlığıyla paylaştığı videonun arka planında bir tablo görülüyor. Levent Kazak, bu tablonun orijinalinin Avusturyalı ressam Friedrich Gauermann tarafından yapıldığını belirtip Özalan’ın ‘fikir hırsızlığı’ ürünü olan bir tablonun önünde beyanat verdiğini söyledi. 

Levent Kazak’ın bu Tweet’inin arkasından birçok haber sitesi ve Twitter kullanıcısı, “Alpay Kazan’ın arkasındaki çalıntı tablo” başlıkları ile paylaşım yaptı.

Kaynak

 

Kaynak

Sosyal medya kullanıcılarının bir kısmı Levent Kazak’ın yorumu üzerinden ‘fikir hırsızlığı’ eleştirisi yaparken azımsanmayacak bir kısmı ise tablonun TDK’deki ilk anlamıyla çalındığını düşündü.  

TBMM açıklama yaptı

Gündemdeki konuya ilişkin 27 Nisan’da açıklama yapan TBMM Genel Sekreterliği, tablonun 2010-2012 yılları arasında yaptırıldığını ve eserin sahibi bilinmediğinden ‘anonim’ yağlı boya tablosu olarak kayıtlara geçtiğini ifade etti.

TBMM

Alpay Özalan’ın makamındaki eserin aslının halihazırda Milli Saraylar Resim Müzesi’nde Osmanlı Sarayı’nda Manzara bölümünde sergilendiği belirtilmiş. Bu bilgi, tablonun ilk anlamıyla çalındığı iddiasının yanlış olduğunu gösteriyor.

Özalan, TBMM’nin açıklamasından sonra yaptığı paylaşımla kendisine yönelik bir karalama kampanyası gerçekleştirildiğini söyledi.

Tabloda fikir hırsızlığı olduğu iddiası

TBMM’nin açıklamasında, eserin Milli Saraylar tarafından yaptırıldığı ve ‘anonim’ olarak müzede sergilendiği belirtilmiş. Bu açıklama, Levent Kazak‘ın durum tespiti yaptığı ve bu tabloyla ilgili, fikir hırsızlığı ürünü” ifadelerini yalanlamaya yetip yetmediği hala tartışma konusu.

Tablo üzerinde Google’da araştırma yaptık. Atlara Su İçiren Adam ile Çamaşır Yıkayan Kadınlar ismini arattığımızda verimli hiçbir sonuç çıkmıyor.

Tarama yaptığımızda Avusturyalı ressam Friedrich Gauermann’ın Pferde an der Tränke in sommerlicher Landschaft tablosuna ulaştık.

  • Alpay Özalan‘ın arkasında bulunan tabloyla kıyaslandığında resmin üzerine orijinalinden farklı olarak, erkeğe sarık kadınlara ise başörtüsü eklenerek ve manzarada belli belirsiz değişiklikler yapılarak çizildiği anlaşılıyor.
MutualArt  

Tabloyla ilgili incelemelere devam ettiğimizde Friedrich Gauermann‘ın bu tablosunun bir başka versiyonuna daha ulaştık. Alman ressam Ludwig Hartmann  tarafından yapılan “Bauer mit Pferden am Waldteich” isimli eseri ile Gauermann’ın tablosu arasındaki farkı ayırt edebilmek ne kadar zor olsa da kullanılan renklerin tonlarında bir farklılık olduğu görülüyor.

artnet.com

TBMM’deki tablonun aslı Resim Müzesi’nde

TBMM, eserin Milli Saraylar Resim Müzesi’nde Osmanlı Sarayı’nda Manzara bölümünde sergilendiği belirtmişti. İlgili tabloyu yerinde incelemek adına Dolmabahçe Sarayı’nda bulunan Milli Saraylar Resim Müzesi’ne gittik. Tablonun giriş katında, “Osmanlı Sarayında Manzara” kısmında bulunduğunu gördük.

Manzara odasındaki tüm eserlerin künyesinde ressamların ismi verilmişken iddiaya konu olan tablonun künyesinde eseri yapan kişi için “anonim” notu düşülmüş.

TBMM’nin açıklaması, çalıntı iddialarından yalnızca birini yanlışlamaya yetiyor

Olayın gelişim süreci ve bizim araştırmalarımız birleştiğinde TBMM’nin ‘çalıntı’ iddialarından yalnızca birinin yanlış olduğunu ortaya çıkardığını söyleyebiliriz. Yani eser asıl yerinden çalınan kayıp bir tablo değil. Milli Saraylar tarafından yaptırılmış ve halihazırda sergileniyor. Alpay Özalan’ın arkasındaki tablo, Resim Müzesi’ndeki yağlı boya tablonun dijital bir kopyasından başka bir şey değil.

Geriye, yalnızca fikir hırsızlığı yani ‘intihal’ iddiası kalıyor. Sözlük anlamına göre başkasının eserini kendi yaptığı çalışma gibi kullanarak, kaynak göstermeksizin sergilemek “intihal” anlamına gelir.

Milli Saraylar tarafından yaptırılan bir tablonun ilham ve ressamının belirtilmemesi, düzeltmenin güvenilirliği üzerinde soru işaretleri bırakabilir. Ancak, tablonun ünlü bir sanatçı tarafından resmedilmiş olması ve oluşturulma tarihi, intihal yerine ‘topluma mal olmuş bir eser, esinlenilebilir’ görüşünü de tartışmaya açabilir.

Malumatfuruş da bu konuyla ilgili bir inceleme yayımladı.

Maymun çiçeği hastalığı hakkında ne biliyoruz?

Covid-19 pandemisi etkilerini hafifletmeye başlarken Avrupa’da görülen maymun çiçeği (monkeypox) vakaları tüm dünyanın yeniden tedirgin olmasına sebep oldu.

İlk olarak 6 Mayıs 2022’de İngiltere’de görülen maymun çiçeği Birleşik Krallık Sağlık Güvenliği Ajansı (UKHSA) tarafından rapor edilmişti. Son vakalar ile birlikte yalnızca İngiltere’de bu sayı 9’a yükselirken İspanya, Portekiz, Fransa, Belçika, İtalya, İsveç, Kanada, ABD ve Avustralya‘da vaka tespitleri gelmeye başladı.

Portekiz; maymun çiçeği virüsünün 17 Mayıs’ta 5 kişide tespit edildiğini, 15 kişinin de şüpheli durumda gözetim altına alındığı belirtilmişti. İspanya’nın başkenti Madrid’de 8, Portekiz’in başkenti Lizbon’da 5 kişide tespit edildiği açıklandı. Daha sonra bu şüpheli sayısı 15’e yükseldi.

İspanya, 18 Mayıs 2022 itibariyle, Madrid Toplum Sağlığı Departmanı, 23 olası maymun çiçeği enfeksiyonu vakası daha tespit etti. Böylece İspanya’daki vaka sayısı 30’a yükseldi.

Maymun çiçeği (Monkeypox) nedir?

Maymun çiçeği Afrika’da çok sık rastlanan bir çiçek hastalığı türüdür. Virüs, Poxviridae ailesinden Orthopox cinsinin bir üyesidir. İlk olarak 1958 yılında maymun kolonilerinde görülmüştür.

İnsandalar üzerinde de hastalığa yol açtığı ilk vaka 1970’de rapor edilmiştir.  Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde, 9 yaşındaki bir çocukta tanımlanan bu hastalık o zamandan bu yana nadir de olsa Afrika’nın kırsal bölgelerinde rapor edildi. 1970’den beri, 11 Afrika ülkesinde insanda maymun çiçeği vakaları bildirilmiş.

Nijerya, 2017’den bu yana 500’den fazla şüpheli vaka, 200’den fazla teyit edilmiş vaka ve yaklaşık %3’lük bir ölüm oranı ile büyük bir salgın yaşadı.

Afrika dışında ilk vaka: 2003 – ABD

Maymun çiçeğinin Afrika dışındaki ilk vakası 2003 yılında ABD’de tespit edildi. Enfektenin sebebi, evcil çayır köpeği temasıyla ilişkilendirilmiş.

Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre bu evcil hayvanlar, ülkeye Gana’dan ithal edilmiş olan Gambiya keseli sıçanlar ile aynı yurtta barındırılmıştı. Bu salgın ABD’de 70’in üzerinde maymun çiçeği vakasına yol açmıştır.

Maymun çiçeği ayrıca Eylül 2018’de Nijerya’dan İsrail’e; 2018, 2019, 2021 ve son olarak 2022’de Birleşik Krallık’a;2019’da Singapur’a ve 2021’de ABD’ye gelen gezginlerde tespit edilmişti. 2021 ve Mayıs 2022’de, Mayıs 2019’da Singapur’a seyahat edenlerde bildirilmiştir.

Maymun çiçeği, İngiltere ve diğer Avrupa şehirlerinde arka arkaya gelen vaka açıklamalarından önce bölgesel bir hastalık olarak görülüyordu. Son vakalar, bu virüsün küresel anlamda ciddiye alınması gereken bir hastalık olduğunu gösterdi.

Orta ve Batı Afrika’nın tropik yağmur ormanlarında ortaya çıkan ve zaman zaman diğer bölgelere ihraç edilen viral (virüs kaynaklı), zoonotik yani hayvan temelli bir hastalıktır.

Klinik belirtileri çiçeğe benzer, tek fark büyümüş servikal ve inguinal lenf bezlerinin görülmesidir. Aşı yapılırsa %85 koruma sağlar. (Damon,2014). Bu nedenle, önceki çiçek aşısı daha hafif hastalığa neden olabilir.

Maymun çiçeği nasıl bulaşır?

Maymun çiçeği virüsü yakın temas yoluyla bulaşır:

  • Enfekte bir kişi tarafından kullanılan giysiler, yatak takımları veya havlularla temas,
  • Enfekte bir kişinin öksürüğü ve hapşırmasından kaynaklanan solunum damlacıkları ile temas,
  • Maymun çiçeği lezyonları ve kabukları ile temas.

Hayvandan insana (zoonotik) bulaşma ise enfekte hayvanların kan, vücut sıvıları veya kutanöz veya mukozal lezyonları ile doğrudan temastan meydana gelebilir. Afrika’da, ip sincapları, ağaç sincapları, Gambiya’da haşlanmış fareler, farklı maymun türleri dahil birçok hayvanda maymun çiçeği virüsü enfeksiyonunun kanıtı bulunmuştur.

Yetersiz pişmiş et ve enfekte hayvanların diğer hayvansal ürünlerini yemek olası bir risk faktörü olarak sayılıyor. Ormanlık alanlarda veya yakınında yaşayan insanlar, enfekte hayvanlara dolaylı veya düşük düzeyde maruz kalabilir.

Dünya Sağlık Örgütü, şiddetli vakaların çocuklar arasında daha sık görüldüğünü söylüyor. Hastalığın evrimi virüse maruz kalma derecesine, hastanın sağlık durumuna ve komplikasyonların ciddiyetine bağlı olarak değişir.

Maymun çiçeği belirtileri neler?

Maymun çiçeğinin başlıca belirtileri şu şekilde:

  • Deride döküntü ve kabarıklıklar
  • Ateş
  • Sırt ve kas ağrıları
  • Şişmiş lenf düğümleri
  • Kızarıklık
  • Titreme
  • Bitkinlik

Genellikle yüzde başlayan ve daha sonra vücudun diğer bölgelerine, özellikle eller ve ayaklara yayılan bir döküntü gelişebilir.

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre bu belirtiler 2 ila 4 hafta arasında kendini gösterir. Ağır vakaların ortaya çıkma ihtimali var. Son zamanlarda vaka ölüm oranı %3-6 civarında.

Maymun çiçeği virüsü, ne ölçüde risklidir?

Maymun çiçeği, çiçek hastalığından daha az bulaşıcıdır ve daha az ciddi hastalığa neden olur. Çiçek hastalığını yok etme programı sırasında kullanılan aşılar da yine maymun çiçeği hastalığına karşı koruma sağladığı için yüksek riskli olarak görülmez. Maymun çiçeğinin önlenmesi için onaylanmış olan daha yeni aşılar da geliştirilmiştir.

Çiçek hastalığı için geliştirilen antiviral ajan, hayvan ve insan çalışmalarından elde edilen verilere dayanarak 2022 yılında Avrupa Tabipler Birliği (EMA) tarafından maymun çiçeği için lisanslanmıştır. Henüz yaygın olarak mevcut değil.

Birleşik Krallık Sağlık Güvenliği Ajansı (UKHSA), virüsün insanlar arasında kolayca yayılmadığını açıkladı. Riskin hala düşük görüldüğünü belirtti. Ajansa göre, enfekte bir kişiyle yakın temas halinde olduğunda enfeksiyon yayılabilir, ancak genel nüfusa bulaşma riski çok düşüktür.

Türkiye’de henüz maymun çiçeği virüsü tespit edilmedi. 

Eğitimciler eleştirel dijital okuryazarlık için Ankara’da buluştu

Eğitimciler yanlış bilgi sorununa karşı geliştirdikleri çözümleri paylaşmak ve eleştirel dijital okuryazarlığı meslektaşları ve eğitim paydaşlarıyla birlikte konuşmak için ‘Eğitimde Öğretmenlerle Eleştirel Dijital Okuryazarlık Zirvesi’nde buluştu. 

Teyit ve Öğretmen Ağı işbirliğinde, Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu ve Çankaya Belediyesi destekleriyle 11 Haziran 2022’de gerçekleşen Eğitimde Öğretmenlerle Eleştirel Dijital Okuryazarlık Zirvesi’nde, öğretmenlerin ve eğitimcilerin yanı sıra öğrenciler, veliler, akademisyenler, sivil toplum temsilcileri ve farklı meslek gruplarından katılımcılar yer aldı.

Teyit ve Öğretmen Ağı’nın 2020 yılından bu yana 19 ilden çok sayıda farklı branş ve kademeden öğretmenlerle yürüttüğü çalışmaların bir parçası olarak düzenlenen zirve, eleştirel dijital okuryazarlığın sınıflarda ve eğitim paydaşları arasında ortak bir değer olmasında öğretmenlerin dönüştürücü gücüne odaklanıyor.

Zirvede dijital vatandaşlık, dijital ebeveynlik, medya okuryazarlığı tartışıldı

Eleştirel dijital okuryazarlığa eğitimde neden ihtiyaç duyduğumuza ilişkin kapsamlı bir panelle başlayan zirvede, İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kenan Çayır, eleştirel dijital okuryazarlığın aslında demokratik yurttaşlık meselesi olduğu belirtti. Medya ve İletişim Sistemleri Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aslı Tunç okulda erken yaşlarda dezenformasyona ve nefret söylemine duyarlı dirençli nesiller yetiştirmenin önemine değinirken, Türk Alman Üniversitesi Kültür ve İletişim Bilimleri Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ayşe Elif Posos Devrani dijital ebeveynliğin sadece velinin bakımını üstlendiği çocuğu doğru yönlendirilmesinden değil, öncelikle kendisinin de bir dijital vatandaş, iyi bir eleştirel dijital okuryazar olabilmesinden geçtiğini vurguladı. Öğretmen Ağı Değişim Elçisi Merve Bursa, öğretmenlerin bu alanda okullarda yapabilecekleri temel çalışmalara değinerek, kendi deneyimlerinden bahsetti.  

Paralel oturumlarda öğretmenler, akademisyenler ve teyitçiler kendi deneyim ve içgörülerini aktardı

Zirvede farklı meselelerin üzerinde daha derinlikli tartışmalar yürütebilmek için Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezinin farklı mekanlarında eş zamanlı oturumlar düzenlendi. 

Katılımcıların bir kısmı eleştirel dijital okuryazarlığı bir 21. yüzyıl becerisi olarak ele aldı ve bu yetkinliğin edinilebilmesi için gerekenleri ve çözüm önerilerini tartıştı. Bir diğer oturumda katılımcılar öğretmenlerin ve velilerin eleştirel dijital okuryazar olmakla ilgili kendilerine koydukları engeller ve önyargıları konuştu ve öğretmenlerin kendi uzmanlıklarının eğitim ortamında nasıl fırsatlar yaratabileceğinden bahsetti. Öğretmenlerin yürüttüğü bir atölyede ise katılımcılar herkesin bildiği masallarındaki karakter ve anlatıları kullanarak, eleştirel dijital okuryazarlık kavramının benimsenmesi için kendi masallarını yazdı. Bu masallardaki karakterler tık tuzağı ile mücadele etti, komplo teorilerine karşı doğru bilgiyi savundu, şüphe kaslarını çalıştırarak dezenformasyon baş etmeye çalıştı.

Yaratıcı çözümler farkındalığı artırıyor

Zirveye, Ankara Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde eş zamanlı düzenlenen bir sergi eşlik etti. Bu sergide öğretmenlerin meslektaşları, öğrencileri ve velilerinin eleştirel dijital okuryazarlık becerilerini güçlendirmek için tasarladığı yaratıcı çözümler yer aldı. Ayrıca 2020’den beri Teyit ve Öğretmen Ağı işbirliğindeki çalışmalar kapsamında tasarladıkları yaratıcı çözümleri sınıflarda uygulayan Öğretmen Ağı Değişim Elçileri, sergilenen yaratıcı çözümlerin yaygınlaşabilmesi için eğitimcilere çağrı yaptı.

Zirvede konuşan AB Türkiye Delegasyonu Stratejik İletişim Sorumlusu Lale Dündar ve Çankaya Belediye Başkan Yardımcısı Gülsün Bor Güner ise yanlış bilgi sorununun önemine dikkat çekerek bu alana çözüm geliştirmek için işbirliklerinin öneminden söz etti.

‘Gerçekleri yansıtmayan ayna’ 

10-11-12 Haziran’da üç gün boyunca, Kuğulu Park’a yerleştirilen etkileşimli ayna ile yurttaşların internette karşılaşabilecekleri yanlış bilgilere dikkat çekildi. Deforme bir görüntü veren ayna ile fotoğraf çektirenler #gerçekleriyansıtmayanayna etiketiyle sosyal medyada paylaşımlar yaptı.

Hedef ‘eleştirel’ bakışı güçlendirmek 

Teyit ve Öğretmen Ağı, 2020 yılından bu yana 19 farklı şehirden Değişim Elçisi öğretmenle birlikte “Eğitimde Öğretmenlerle Eleştirel Dijital Okuryazarlık” projesi yürütüyor. Eleştirel düşünmenin okul sıralarında ortak değer haline gelmesini hedefleyen çalışmalar kapsamında öğretmenlerin, öğretmenler için hazırladığı Eğitimde Eleştirel Dijital Okuryazarlık El Kitabı öğretmenlerin hem alana dair farkındalığı artıracak bilgiler hem de eğitim ortamlarında uygulayabilecekleri yaratıcı çözümler sunuyor. 

Yanlış bilgi salgınına karşı ‘cezai yaptırımlara’ değil ‘toplumsal farkındalığa’ odaklanılmalı

Yanlış bilgi yayılımı toplumsal bir sorun. Günümüzde, bu sorunla en geçerli mücadele aracı şüphesiz bağımsız doğrulama organizasyonları. Bu organizasyonların ortaya koydukları metodoloji; işlevsellik konusunda tüm taraflar, kurumlar ve medya aktörleri tarafından kabul görmüş ve kanıksanmıştır. Neticede bu organizasyonların, yanlışla mücadele konusunda tecrübe edilmiş ‘kriz, sosyal meseleler ve birçok seçimle dolu’ yılları var. Hal böyleyken, konu dezenformasyon veya yanlış bilgi yayılımıysa bu işin bilirkişisi kesinlikle doğrulama organizasyonlarıdır.

26 Mayıs 2022’de Kahramanmaraş Milletvekili Ahmet Özdemir, İstanbul Milletvekili Feti Yıldız ve 65 milletvekili Meclis’e ‘Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi‘ni sundu. Kanun teklifi henüz komisyonda. Söz konusu teklifle 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 217’nci maddesine ekleme yapılması teklif edildi. Bu madde ‘Kamu Barışına Karşı Suçlar’ ile ilgilidir. Kanun;

“Madde 217- (1) Halkı kanunlara uymamaya alenen tahrik eden kişi, tahrikin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.”

Bu maddeye ek olarak aşağıdaki kısım eklenmek isteniyor:

“MADDE 217/A- (1) Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır”
“(2) Suçun, failin gerçek kimliğini gizlemek suretiyle veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır.”

Diğer ülkeler nasıl önlemler alıyor?

IFCN’nin en son 2020 ağustosunda güncellediği rapora göre 38 ülke “mezenformasyon”a yönelik eyleme geçmiş. Bu ülkeler içerisinde:

  • 13 ülkede “mezenformasyon”a  yönelik farkındalığı artırmayı hedeflemeye,
  • 8 ülkede “mezenformasyonları” gözetime almaya
  • 25 ülkede ise “mezenformasyonu” yayanlara karşı cezai yaptırımlar uygulamaya yönelik eylemlerde bulunulmuş.

Cezai yaptırım uygulayan ülkeler

Mezenformasyona yönelik eyleme geçen 25 ülkenin pek çoğunda cezai yaptırım uygulanmadığı görülüyor. Yalnızca Belarus, Kenya, Vietnam, Çin, Rusya, Tayland, Kamboçya, Burkina Faso, Singapur ve Endonezya yanlış bilginin cezalandırılmasına yönelik yasalar çıkardı. Malezya’da ise böyle bir yasa çıkarılmış olmakla birlikte daha sonra kaldırıldı.

Ayrıca, CPJ’nin verilerine göre 2021 yılında dünyada 47 gazeteci yalan haber paylaşımından dolayı hapis cezasına çarptırıldı. Bunun 17 tanesi Mısır, 17 tanesi Myanmar, 5 tanesi Ruanda, 4 tanesi Kamerun ve diğerleri Nijerya, Kamboçya, Etiyopya, Cezayir’dedir.

Yaptırım uygulayan ülkelerde basın özgürlüğü

Türkiye’de yanlış bilgi yayılımının önüne geçmek için sunulan yasa teklifinin hapis cezası gibi yaptırımlar içermesi, basın ve fikir özgürlüğü için tehdit olarak görülüyor.

Sınır Tanımayan Gazeteciler Organizasyonu’nun hazırladığı Basın Özgürlüğü Listesi’nde 180 ülke arasından Myanmar 176’ncı, Çin 175’nci, Vietnam 174’ncü Mısır 168’nci, Rusya 155’nci, Belarus 153’üncü, Kamboçya 142’nci, Singapur 139’uncu, Ruanda 136’ncı, Kamerun 118’nci, Endonezya 117’nci, Tayland 115’nci, Kenya 69’uncu ve Burkina Faso 42’ncidir. Türkiye ise bu sırada 149’uncudur.

Doğrulama ve medya aktörleri ne diyor?

Türkiye’deki yasa tasarısına yönelik en önemli endişelerden biri, teklifin sansür yasasına dönme ihtimali. Çıkan yasada paylaşılan bilgilerin yanlış olduğunun nasıl belirleneceği, tam olarak kime yaptırım uygulanacağı, yasa tasarısındaki “kamu barışını bozmaya elverişli şekilde” ifadesinin yoruma çok açık olması gibi sebeplerden dolayı yasa tasarısından endişe duyulmaktadır. Ayrıca, bu yaptırımları yasallaştıran ülkelerde de mezanformasyonun yayılımı hala devam etmekte ve bu ülkelerde basın özgürlüğü tehdit altındadır.

Konu hakkında yanlış bilgi yayılımı konusunda bilirkişi diyebileceğimiz, medya ve doğrulama aktörlerine de görüşlerini de sorduk.

NewsLabTurkey Araştırma Koordinatörü Dr. Sarphan Uzunoğlu, yeni kanun teklifinin alandaki yapısal eksiklikleri gördüğünü söylerken internet medyasının gazete statüsü taşımasına yönelik tartışmanın çok eskiye dayandığının altını çiziyor. Teklifin, günümüzdeki mecra çeşitliliğini tam olarak kapsamayacak şekilde yalnızca internet haber sitesi odaklı olduğunu belirten Uzunoğlu, teklifi veren tarafın siyasal ajandalarını kontrol altına almasının da önünün açıldığını söyledi:


“Eğer teklif, dezenformasyonla ilgili cezai yaptırımlara dair maddeleri içermek yerine yalnızca sektörel problemleri çözmeyi hedeflese ve daha hazırlanış aşamasından başlayarak farklı arka planlara sahip kurumları içerseydi gerçekten bir çözüm olarak bakılabilirdi. Bu hâliyle, platformlardan yayıncılara ve hatta doğruluk kontrol kurumlarına zaten aktörleri arasında ifade özgürlüğü ve sürdürülebilirlik bağlamında çok mühim sıkıntılar yaşanan bir alana devlet eliyle bir hakikât kontrolü ceza mekanizması eklenmesi alanın verimliliğine varoluşsal bir tehdit oluşturuyor.”


Sarphan Uzunoğlu, devletin bu şekilde müdahale etmesinin medya için daha derin bir krizi işaret edebileceğini söylerken Teyit.org’un İletişim Sorumlusu Can Semercioğlu da çok katmanlı yanlış bilgi sorununun, cezalandırma odaklı girişimler ile çözülemeyeceğini vurguluyor:


 “Bir ülkede özgür ifade olanağı ne kadar darsa, o ülke yanlış bilgiye o kadar kırılgan hale geliyor. Rusya, Çin, Burkina Faso, Kamboçya, Tanzanya, Tayvan, Tayland, Kenya, Myanmar, Singapur, Malezya gibi onlarca örnek bize çözümün hapis cezasından geçmediğini gösteriyor”


Can Semercioğlu, sorunun çözümü için takip edilmesi gereken yolun dijital medya okuryazarlığı farkındalığının yaygınlaşmasından geçtiğini söylüyor:


“Bu sorunun çözümü kapsayıcı bir eleştirel dijital okuryazarlık vizyonu ile toplumdaki farkındalık ve yetkinliği artırmaktan ve Teyit gibi bağımsız teyit kuruluşlarına alan açılmasından geçiyor. Bu yöntemlerin çalıştığını Finlandiya ve Nijerya gibi örneklerde görüyoruz. Dolayısıyla ihtiyacımız cezalandırma değil, kalıcı etki yaratan çözümler.”


Semercioğlu, eleştirel dijital okuryazarlığı eğitiminin okullarda öğretmenlerden öğrenci ve velilere dek verilmesi gerektiğini belirtiyor.

Türkiye’nin ilk doğrulama platformu olan Doğruluk Payı adına görüş bildiren Şef Editör Koray Kaplıca da diğer isimlerle aynı görüşü paylaşıyor. Kaplıca, Türkiye’deki teklifin, dezenformasyona müdahale yetkisini otoriteye tanıdığını ancak yanıltıcı bilginin ne olduğu ve kimin karar vereceği gibi ifade özgürlüğüne tehdit oluşturabilecek soruları da ortada bıraktığını söyledi:


“Türkiye’deki teklif, doğası gereği kamusal alanda bilgi çeşitliliğine müdahale edebilecek yetkileri otoriteye tanıyor. Bunun yanında yanıltıcı bilginin ne olduğu ve kimin karar vereceği gibi ifade özgürlüğüne tehdit oluşturabilecek soruları da ortada bırakıyor. Her ne kadar yanlış bilgi salgını geniş yelpazede insanların sağlıklı karar vermesine yönelik bir tehdit olarak ortaya çıksa da devlet müdahalelerinin yarardan çok zarar getireceğine inanıyorum. Bu sorun bilgi ekosistemi içinden ve bilgi tüketicilerinin bilinçlendirerek çözülebilecek bir sorun.


Doğruluğu Ne? platformu kurucusu Doc.Dr. Selman Selim Akyüz, paylaştığı görüş metninde çözümün de tıpkı sorun gibi çok boyutlu olması gerektiğini vurguladı. Hükümetin, dezenformasyonla mücadele için adım atmasını ve internet medyasının da “resmi” saymasını olumlu karşılayan platform, muğlak bırakılan kısmın ifade ve basın özgürlüğünü kısıtlayabileceği fikrinin üzerinde duruyor:


 “Yeni medyanın yapısı, anonim kalmaya izin verdiği için platformlar da bu yasanın muhatabı. Dezenformasyon faaliyetleri ağırlıklı olarak anonim ilişkiler ağı üzerinden üretilirken gerçek kullanıcılar tarafından yayılıyor. Bu bağlamda üretme ve yayma yani paylaşma arasında taslakta bir ayrım görünmüyor. Dolayısıyla kasıtsız olarak (mezenformasyon) bu bilgileri yayanlar da hapis cezasıyla karşı karşıya kalabilecek ve gerek yargının işinin zorlaşması gerekse ifade özgürlüğünün kısıtlanması sonuçlarına yol açabilir.”


Akyüz’e göre yasa, yanlış bilgi ile mücadelede alınacak önlemlerden yalnızca biri:


 “İnsanlar hoyratça, hiçbir müeyyideye uğramayacağı özgüveniyle sahte haberleri üretip paylaşamamalı, evet ancak medya okuryazarlığı eğitiminin geliştirilmesi, devlet ve sivil toplum işbirliğiyle eleştirel düşüncenin yaygınlaştırılmasına yönelik çalışmalar ve sahte haberlerin gerek önüne geçilmesi gerekse tespiti ve doğru bilginin yaygınlaşması adına bağımsız doğrulama platformlarının etkinliğinin arttırılmasına destek olunması olmazsa olmaz tedbirler arasında olmalıdır.”


2015’ten bu yana “yanlışlama” girişimi olarak çalışan Malumatfuruş‘un görüşleri de diğer organizasyonlar ile uyuşuyor. Malumatfuruş, hapis gibi ağır bir yaptırım içeren bir yasa teklifindeki subjektif ifadeler üzerinde durduğu paylaşımında şunları söyledi:


“Uzun süredir yanlış bilgi sorunuyla mücadele eden bir yanlışlama girişimi olarak önceliğin eğitimin, medya okuryazarlığının, eleştirel düşüncenin ve basın etik ilkelerinin güçlendirilmesine odaklı olması gerektiği kanaatindeyiz. Dezenformasyon yasası süregelen sorunu çözmeyecek. Katkı sunup sunmayacağı da ‘adil’ uygulanmasına bağlı. Yasalarında yalan haber için hapis cezası öngören ülkeler bu durumun ipucunu veriyor. Taslaktaki ‘saik’, ‘aleniyet’, ‘gerçeğe aykırı bilgi’ gibi tanımlar subjektif yapıya sahip. Tasarının (basın meslek örgütlerinin, ilgili STK’ların, doğrulama girişimlerinin ve diğer siyasi partilerin katılımıyla) kapsamlı bir uzlaşı ürünü olması daha anlamlı olurdu.”


‘Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin akışını ve Doğrula.org olarak görüşümüzü açıkladık. Aynı konuyla ilgili doğrulama organizasyonlarının fikirlerini alarak paylaştık. Tüm doğrulama organizasyonları ortak bir görüş ile teklifin fikir ve basın özgürlüğü için tehdit oluşturabileceğini söylüyor. Önerilen çözüm ise, dijital okuryazarlığın kitleler arasındaki yayılımını işlevsel hale getirmek.

Katkıda bulunanlar: Ersel Alemdar

Mayısta Doğrula Sepeti’nde fiyatlar %7,25 arttı

Bu yazımızda her ayın 3’ünde gündem olan enflasyon oranlarını konu aldık. Doğrula olarak da bir ürün sepeti oluşturup bir aylık fiyat değişimini ölçtük. Öncelikle temel kavramlar olarak enflasyonu ve TÜFE’yi açıklamak istiyoruz. Mayıs’ta Doğrula Sepeti’nde fiyatların değişimini bulduk.

Temel kavramlar

Enflasyon: Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’na göre enflasyon fiyatların genel seviyesindeki değişimdir. Toptan eşya fiyat endeksleri, tüketici fiyat endeksleri, üretici fiyat endeksleri ve özel kapsamlı TÜFE göstergeleri gibi çeşitli endeksler aracılığı ile ölçülmektedir.

TÜFE: Tüketici tarafından satın alınan mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki değişimleri ölçen endekstir. TÜFE hesaplanırken örnek bir kitlenin mal ve hizmete ne kadar para harcadığı bulunarak TÜFE hesaplamasında mal ve hizmetlerin ağırlığı belirlenir. Her ay mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki değişim ölçülür ve ağırlıkları ile çarpılır. Çıkan sonuç TÜFE’dir.

Enflasyon neden önemlidir?

Öncelikle enflasyonun olması demek tüketicilerinin aynı para ile daha az mal ve hizmet alması demektir. Ayrıca, reel faiz enflasyon oranı ile doğrudan bağlantılı olduğu için nominal faiz oranının belirlenmesinde de enflasyon göz önünde bulundurulur.

Türkiye’de enflasyon

Her ayın 3’ünde TÜİK enflasyon oranlarını açıklamaktadır. Başta Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası olmak üzere pek çok kamu ve özel kuruluş TÜİK’in enflasyon oranlarına göre karar vermektedir.

Enflasyon oranını paylaşan diğer kuruluş ENA Grup

TÜİK’in yanında Enflasyon Araştırma Grubu(ENAGrup) da Türkiye’deki tüketici enflasyonunu ölçmektedir. Sosyal medyada TÜİK’in yanında bu grubun da enflasyon oranı paylaşılmaktadır. ENAGrup’un enflasyon oranları ile TÜİK’in enflasyon oranları birbirinden farklı çıkmakta ve bu sebeple de sosyal medya kullanıcıları TÜİK oranlarından şüphe duymaktadır. Çoğunlukla ENAGrup’un tüketici enflasyon oranı daha yüksek çıkmaktadır.

TÜİK ve ENA Grup enflasyon oranları

TÜİK’e göre Tüketici Fiyat Endeksi yıllık bazda yüzde 73,5 artarken aylık bazda yüzde 2,98 arttı. Gıda enflasyonu ise yüzde 1,63’dür.

ENA Grup’ta ise TÜFE yıllık bazda yüzde 160,76 arttığını hesaplarken aylık bazda yüzde 5,46 arttığını hesaplamıştır. Gıda enflasyonunu ise aylık bazda 6,03’dır.

Doğrula aylık fiyat artışı hesaplaması

Doğrula olarak bizde aylık olarak bazı tüketici ürünlerindeki fiyat değişimini ölçmek istedik. Metodolojimiz ve aldığımız fiyatların kaynaklarını da paylaşarak size ürün sepetimizdeki ürünlerin Mayıs ayındaki fiyat değişimini gösteriyoruz.

Doğrula Sepeti’mizin Mayıs ayındaki fiyat artışı

Doğrula sepetinin fiyatındaki bir aylık (Mayıs Ayı) artış yüzde 7,25 dir. Gıda sepetinin fiyat artışı ise yüzde -0,72’dir.

Sepetimizdeki fiyatlarda fiyatı en çok artan 20 ürünü ise aşağıda verdik.

ENA Grup ve TÜİK ile bizim sepetimiz arasındaki farkın sebeplerinden ikisi bizim sepetimizde daha az ürün olması ve aldığımız fiyatların kaynaklarının farklı olmasıdır. Aşağıdaki Excel dosyasında ürünlerin ortalama fiyatlarını, fiyat artışını artışını, ürünlerin sepetteki ağırlıkların, alt sepet gruplarının ve tüm sepetin fiyat değişimini bulabilirsiniz.

Mayıs ayı enflasyon

Metodolojimiz

Fiyat değişimini incelerken 145 ürün grubunu baz aldık. TÜİK’ten aldığımız enflasyon sepetindeki bazı ürünleri çıkardık ve bazılarının ağırlıklarını değiştirdik. Amacımız bir ailenin bir ayda temel olarak tüketebileceği ürünlerdeki fiyat değişimini ölçmekti. Bu sebeple temel olmayan gıda ürünlerini ve kıyafet, otomobil gibi her ay alınması gerekmeyen ürünleri çıkardık.

Hangi kaynakları kullandık?

İncelememizi yaparken sadece web sitelerini kullandık. Gıda ürünlerinin, kişisel bakım malzemelerinin, temizlik malzemelerinin ve gıda sarf malzemelerinin fiyatlarını dört marketin online alışveriş sitesinden aldık. Bu marketler Migros, A101, Carrefour ve Şok’tur. Bu marketler ülkenin en yaygın olan marketlerindendir. BİM’in internet sitesinde fiyatlar yazmadığı için BİM’i incelemedik.

İlk olarak ortalama kirayı ölçmek için Endeksa, Sahibinden ve Zingat’a baktık ve üç büyük şehrin yani ,İstanbul, Ankara ve İzmir’in, kira ortalamalarını aldık. Sonra, su faturası için İski, Aski ve İzsu’ya, elektrik ücreti için EPDK’ya, doğalgaz için İGDAŞ, Başkentgaz, İzmirgaz, İzgaz ve Enerya’ya baktık. Tüp gaz ücreti için Aygaz, İpragaz ve Milangaz’ı ele aldık. Benzin, motorin ve LPG için Petrol Ofisi, BP ve Shell’in fiyatlarına baktık. Metro ve belediye otobüsleri için İstanbul, Ankara ve İzmir fiyatlarını inceledik. Cep telefonu paketlerinin fiyarlarını Vodafone, Turkcell, Türk Telekom ve PTTCELL’den aldık. İnternet paketlerinin fiyatların için ise Superonline, Türk Telekom, Türknet ve Netspeed’i inceledik.

Fiyat değişimini nasıl hesapladık?

145 ürün grubunun her birinin bir kaç kaynaktan aldığımız fiyatlarının ortalamasını bulduk. Belirtmek isteriz ki fiyatlarını aldığımız ürünlerin gramajı birbirine çok yakındır. TÜİK’ten aldığımız sepetin ürünlerinin ağırlıklarında bazı değişimlere gittik. Bu ağırlıklara karar verirken Türkiye’deki bir kişinin bir ayda tükettiği ürün miktarını baz aldık. Aşağıda ürünlerin sepetteki ağırlıklarını bulabilirsiniz.

Sepet-Agirliklari

Aralık ve Kasım ayı için elimizdeki ortalama fiyatlar ile ürünlerin ağırlıklarını çarptık ve bu ağırlıkları toplayarak sepet fiyatını bulduk. Sonunda elimizdeki iki ayın sepet fiyatı vardı.  Sonra, Aralık ayının sepet fiyatından Kasım ayının sepet fiyatını çıkardık ve çıkanı Kasım ayının sepet fiyatına bölüp 100 ile çarptık. Sonuçta elimizdeki sepetin fiyatının bir ayda yüzde kaç arttığını bulduk. Bu işlem ile tüketici fiyat endeksini bulmuş olduk.

Yrd. Doç. Dr. Oktay Kızılkaya’nın hazırladığı slayttan alınmış Tüketici Fiyat Endeksi örneği

Metodolojimiz ile alakalı eleştirilerinizi ve önerilerinizi bekliyoruz. Eleştirilerinizi veya önerilerinizi e-mail yoluyla erselalemdar@doğrula.org adresine yada Doğrula’nın sosyal medya adreslerine gönderebilirsiniz.

TURKEN Vakfı belgeleri sorgulanabilir ve açık kaynaklı

Geçtiğimiz gün öğle saatlerinde ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu, resmi Twitter hesabında saat 22’yi işaret ederek bazı önemli bilgiler paylaşacağını şu ifadelerle belirtmişti:

[su_quote]”Suça bulaşmış bürokrat, beni iyi dinle. Toplu bir kaçış planı yürürlükte. Kaçmanın hazırlıklarını hızlandırdılar. Erdoğan, vakıf süsü verdiği Türkiye merkezli paralel yapılarla, yurt dışına devasa paralar aktarıyor. Bu yurt dışındaki yapıların başındaki yapıların başında da Erdoğan’ın aile bireyleri geliyor.”  [/su_quote]

Bazı bürokratların bir plan dahilinde yurt dışına kaçacağını belirten Kılıçdaroğlu, bunun yanı sıra akşam saat 22’de Twitter hesabından paylaştığı videoda, TÜRGEV ve Ensar Vakfı ile ilgili bir bazı açıklamalar yaparak ellerinde belgeler olduğunu söyledi. Söz konusu belgelerde TÜRGEV ve Ensar Vakfı’nın ABD’ye para kaçırmak için kurulmuş vakıflar olduğunu söyleyerek, bunun bir paravan organizasyon olduğunu, başında da Erdoğan’ın ailesinden bir kişi bulunduğunu belirtmişti.

Daha sonra CHP Parti Meclisi Üyesi Emre Yılmaz Twitter hesabından TÜRGEV ve Ensar vakfı ile ilgili bir dizi yazılı belge paylaştı.

Tweet Kaynağı

CHP’nin kamuyla paylaştığı belgeler doğrulanabilir

Kemal Kılıçdaroğlu’nun saat 22’de paylaştığı videoda, TÜRGEV ve Ensar Vakfı’nın ABD merkezli TURKEN Vakfı’na yaptığı para transferlerini gösterdiği iddiasıyla paylaşılan belgeleri doğrulamak mümkün.

Bunun için Emre Yılmaz’ın paylaştığı görselleri incelendiğinde belge, evrak numarası bir ibareye rastlanmıyor. Görülebilen tek ipucu yazılı belgelerin altında bulunan “NSD/FARA” yazısı ile belgenin sisteme geçtiği tarih.

  • NSD” ibaresinin bulunması, belgenin Amerika Birleşik Devletleri Adalet Bakanlığına bağlı, ulusal güvenlik ve istihbarat işleriyle ilgilenen Ulusal Güvenlik Bölümü (NSD) sisteminde bulunduğunu gösteriyor
  • FARA” ibaresi, bize belgenin Foreign Agents Registration Act (Yabancı Temsilciler Kayıt Yasası) bünyesindeki girdi arşivlerinde mevcut olduğunu belirtiyor.

ABD Adalet Bakanlığı sisteminde, ilgili departmanda sorgulama “Foreign Principals” sekmesinden, ülke olarak “Turkey” olarak seçip filtreli arama yapıldığında hem TÜRGEV’in hem de Ensar Vakfı’nın gelir-gider tabloları, hangi harcamaları ne zaman yaptığı liste halinde TURKEN foundation görülmekte.

Arşivlenmiş doküman – 1

Arşivlenmiş doküman – 2

Dolayısıyla belgeler gizli ve yeni değil; ABD’nin Yabancı Temsilciler Kayıt Yasası sisteminden sorgulanabiliyor.

Kaynak: FARA üzerinden doküman sorgulama ekranı

Söz konusu belgenin gelir sayfasının tablolaştırılmış hali şöyle:

Söz konusu belgede, TÜRGEV ve Ensar Vakfı’ndan 2014-2020 yılları arasında, ABD merkezli TURKEN’e 27 farklı para transferi görünüyor. Transfer edilen toplam para miktarı, 60 milyon 520 bin 732 ABD doları. Para transferlerinde gerekçe olarak gösterilen ‘inşaat’ ifadesinden, ABD’de yapımı devam eden öğrenci yurdunun giderlerinin kastedildiğini anlıyoruz.

 

Söz konusu belgenin gider sayfasının tablolaştırılmış hali şöyle:

Belgenin gider bölümünde arsa alımı, personel maaş, ofis, yemek, seyahat, inşaat, finansal destek, vergi gibi bir çok gider kalemi belirtilmiş. Belgede, 2014 – 2022 hazirana kadar toplamda 91 milyon 885 bin 102 ABD doları gider olarak gösterilmiş.

  • Konuyla ilgili TÜRGEV kamouyu açıklaması yapmış ve konuşmasının bir kısmında işbu belgelerle alakalı şu cümleleri aktarmıştı:

[su_quote]… Amerikan makamları ile paylaşılmış ve açık kaynaklardan dileyen her vatandaşın ulaşabileceği bilgilerin, gizemli bir hava ile adeta servis edilmesini ve ülkemize dönük bir lekeleme kampanyasının piyonu olunmasını esefle kınıyoruz.[/su_quote]

Kamouyu açıklamasının tamamına TÜRGEV’in web sitesi üzerinden ulaşılabilir.

  • Ensar Vakfı’nın da konuyla ilgili açıklamalarına ulaşmak mümkün. Ensar Vakfı da söz konusu belgelerin şeffaf olduğu ve açık kaynaklardan sorgulanabileceğini belirtti:

[su_quote]Amerikan makamları geçtiğimiz yıl, ABD’de mukim Türk vatandaşları tarafından yönetilen TURKEN Vakfı’nı FARA olarak bilinen yasal çerçeve içerisine almak istemişler, bu çerçevede gerekli yasal prosedürlerin tamamlanmasının ardından geçtiğimiz günlerde kayıt işlemini tamamlamışlardır. Bu kayıt işlemi ABD yasalarına bağlı çalışan vakfın, denetime açık ve şeffaf yapısının doğal bir sonucudur ve dileyen herkesin ulaşabileceği dökümanlar Amerikan Adalet Bakanlığı’nın sitesine yüklenmiştir.[/su_quote]

Kamuoyu açıklamasının tamamına Ensar Vakfı’nın web sitesi  üzerinden ulaşılabilir.

Daha önce de bu iddialar gündeme gelmişti

Sosyal medyada Kılıçdaroğlu’nun bahsettiği kişinin kim olabileceği hakkında net bir görüş olmadığı görülüyor. Bazı sosyal medya kullanıcıları TÜRGEV yönetim kurulunda bulunan Esra Albayrak’ın yanı sıra kurucu isim olarak Bilal Erdoğan’ın da olabileceği üzerinde durmuşlar. Fatmanur Altun’un da ismi geçenler arasında.

TÜRGEV’in web sitesinde yönetim kuruluna ulaşılabilir.

Kaynak: TÜRGEV yönetim kurulu sayfası

Açık kaynaklarda yönetim kurulunda Fahrettin Altun’un eşi Fatmanur Altun’un başkan, Cumhurbaşkanının kızı Esra Albayrak’ın ise yönetim kurulu üyesi olduğu görülüyor. Dolayısıyla yönetim kurulunda iddia edildiği gibi Erdoğan’a yakın isimlerin bulunduğu söylenebilir

2014’te TÜRGEV ve Ensar Vakfı’nın ABD’de faaliyet göstermek amaçlı kurduğu TURKEN Foundation’ın (TURKEN Vakfı) kuruluşunda Cumhurbaşkanının oğlu Bilal Erdoğan’ın imzasının olduğu belirtilmiş.

TURKEN Foundation’ın web sitesinde yönetim kurulunda Bilal Erdoğan’ın ismine rastlanmıyor, Meclis üyesi olarak görülüyor.

Kaynak: TÜRGEV Meclis üyeleri

İlgili paylaşımlarda TURKEN Foundation’ın, ABD’nin Delaware eyaletinde 2014 yılında kayda geçtiği görülüyor. Bu bilgileri FARA’nın altyapısında arattığımızda Bilal Erdoğan’ın da TURKEN Foundation’ın kayıt belgesinde TÜRGEV başlığı altında “kurucu” olarak imzası olduğu görülüyor.

Kaynak: FARA

Arşivlenmiş doküman – 3

Bilal Erdoğan TURKEN Foundation’ın kayıt belgelerinde “kurucu” olarak ismi geçse de, TÜRGEV’in web sitesinde herhangi bir kurucu ibaresi bulunmuyor.

Kaynaklar: FARAFARA - IIFARA - IIITÜRGEVTÜRGEV - IIEnsar Vakfı