Fitch Rating, Türkiye’deki döviz kuru oynaklığının İstanbul, İzmir ve Antalya belediyelerinin döviz borçlarının sürdürülebilirliği üzerinde baskı kurabileceğini raporladı. Analizde, belediyeleri iflas edeceği hakkında herhangi bir ifade kullanmadı.
Öte yandan, Fitch Rating’in İBB (bbb-), İzmir Büyükşehir Belediyesi(bbb) ve Antalya Büyükşehir Belediyesi (bb-) kredi notları ile Türkiye’nin genel kredi notunu(BB-) karşılaştırmak anlamsızdır. Belediyeye verilen kredi notu sadece belediye kurumunu kapsarken ülke kredi notu tüm ülkeyi kapsar.
Fitch Rating belediyeler ile ilgili yazısıyla ne anlatıyor?
Bir kredi derecelendirme kuruluşu olan Fitch 4 Ocak 2021 tarihinde bir Türkiye’deki belediyeler hakkında bir yazı yayınladı. Fitch bu yazısını yıl sonunda yayınladığı Türkiye’deki yerel yönetimler ile ilgili raporu üzerine yazdı. Yazıda özellikle İstanbul Büyükşehir, İzmir Büyükşehir ve Antalya Büyükşehir belediyelerinden bahsedildi. Fitch Türkiye’deki döviz kuru oynaklığının büyükşehir belediyelerinin borç sürdürülebilirliğinin üzerinde baskı kurabileceğini belirtti. İstanbul, İzmir ve Antalya belediyelerinin döviz borçlarının ortalama %77’sinin hedge edilmediğini ve bu sebeple döviz oynaklığının bu belediyeleri çok etkilediğini söyledi.
Hedge etmek nedir?
Hedge finansal kaynakların karşılaşabileceği bir riskleri azaltmak amacıyla izlenen bir stratejidir. Bir kaynağın hedge edilmesi ile kar edilemez. Fakat, hedge edilerek gelecekte oluşabilecek olumsuz olaylara karşı finansal kaynak belli bir ölçüde korunur. Türkiye’de döviz oynaklığının yüksek olması sebebiyle özellikle döviz borcu alınırken borcun belli bir kura sabitlenmesi borcu alan için riski azaltır. Fakat, Fitch’in bu yazısına göre bu belediyelerin borçlarının ortalama %77’sinde hedge stratejisi izlenmedi.
Belediyelerin kredi notları
Yazıda aynı zamanda belediyelerin kredi notlarına da yer verildi. Türkiye’nin Fitch kredi notu “BB-“dir. Fitch belediyelere ise ayrıca kredi notu vermektedir. Fitch İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne “bbb-“, İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne “bbb”, Antalya Büyükşehir Belediyesi’ne “bb-“, Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne “a”, Muğla Büyükşehir Belediyesi’ne “bbb”, Mersin Büyükşehir Belediyesi’ne “bb” ve Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne “bb” verdi. Fakat, bu kredi notlarıyla Türkiye’nin kredi notunun karşılaştırılması anlamsızdır. Belediyeye verilen kredi notu sadece belediye kurumunu kapsarken ülke kredi notu tüm ülkeyi kapsar.
Bu yazımızda her ayın 3’ünde gündem olan enflasyon oranlarını konu aldık. Doğrula olarak da bir ürün sepeti oluşturup bir aylık fiyat değişimini ölçtük. Öncelikle temel kavramlar olarak enflasyonu ve TÜFE’yi açıklamak isteriz.
Temel Kavramlar
Enflasyon:Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’na göre enflasyon fiyatların genel seviyesindeki değişimdir. Toptan eşya fiyat endeksleri, tüketici fiyat endeksleri, üretici fiyat endeksleri ve özel kapsamlı TÜFE göstergeleri gibi çeşitli endeksler aracılığı ile ölçülmektedir.
TÜFE: Tüketici tarafından satın alınan mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki değişimleri ölçen endekstir. TÜFE hesaplanırken örnek bir kitlenin mal ve hizmete ne kadar para harcadığı bulunarak TÜFE hesaplamasında mal ve hizmetlerin ağırlığı belirlenir. Her ay mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki değişim ölçülür ve ağırlıkları ile çarpılır. Çıkan sonuç TÜFE’dir.
Enflasyon neden önemlidir?
Öncelikle enflasyonun olması demek tüketicilerinin aynı para ile daha az mal ve hizmet alması demektir. Ayrıca, reel faiz enflasyon oranı ile doğrudan bağlantılı olduğu için nominal faiz oranının belirlenmesinde de enflasyon göz önünde bulundurulur.
Türkiye’de enflasyon
Her ayın 3’ünde TÜİK enflasyon oranlarını açıklamaktadır. Başta Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası olmak üzere pek çok kamu ve özel kuruluş TÜİK’in enflasyon oranlarına göre karar vermektedir.
Enflasyon oranını paylaşan diğer kuruluş ENA Grup
TÜİK’in yanında Enflasyon Araştırma Grubu(ENAGrup) da Türkiye’deki tüketici enflasyonunu ölçmektedir. Sosyal medyada TÜİK’in yanında bu grubun da enflasyon oranı paylaşılmaktadır. ENAGrup’un enflasyon oranları ile TÜİK’in enflasyon oranları birbirinden farklı çıkmakta ve bu sebeple de sosyal medya kullanıcıları TÜİK oranlarından şüphe duymaktadır. Çoğunlukla ENAGrup’un tüketici enflasyon oranı daha yüksek çıkmaktadır.
TÜİK ve ENA Grup Enflasyon oranları
TÜİK’e göre Tüketici Fiyat Endeksi yıllık bazda yüzde 36,08 artarken aylık bazda yüzde 13,58 arttı. Gıda enflasyonu ise yüzde 15,99’dır.
ENA Grup ise TÜFE’yi yıllık bazda yüzde 82,81 olarak hesaplarken aylık bazda yüzde 19,35 hesaplamıştır. Gıda enflasyonunu ise aylık bazda %35,75’dir.
Doğrula aylık fiyat artışı hesaplaması
Doğrula olarak bizde aylık olarak bazı tüketici ürünlerindeki fiyat değişimini ölçmek istedik. Metodolojimiz ve aldığımız fiyatların kaynaklarını da paylaşarak size ürün sepetimizdeki ürünlerin Kasım ayındaki fiyat değişimini gösteriyoruz.
Doğrula Sepetimizin Kasım ayındaki fiyat artışı
Doğrula sepetinin fiyatındaki bir aylık (Aralık Ayı) artış yüzde 14,59’dur. Gıda sepetinin fiyat artışı ise yüzde 18,18’dir.
Sepetimizdeki fiyatlarda fiyatı en çok artan 20 ürünü ise aşağıda verdik.
ENA Grup ve TÜİK ile bizim sepetimiz arasındaki farkın sebeplerinden ikisi bizim sepetimizde daha az ürün olması ve aldığımız fiyatların kaynaklarının farklı olmasıdır. Aşağıdaki Excel dosyasında ürünlerin ortalama fiyatlarını, fiyat artışını artışını, ürünlerin sepetteki ağırlıkların, alt sepet gruplarının ve tüm sepetin fiyat değişimini bulabilirsiniz.
Fiyat değişimini incelerken 145 ürün grubunu baz aldık. TÜİK’ten aldığımız enflasyon sepetindeki bazı ürünleri çıkardık ve bazılarının ağırlıklarını değiştirdik. Amacımız bir ailenin bir ayda temel olarak tüketebileceği ürünlerdeki fiyat değişimini ölçmekti. Bu sebeple temel olmayan gıda ürünlerini ve kıyafet, otomobil gibi her ay alınması gerekmeyen ürünleri çıkardık.
Hangi kaynakları kullandık?
İncelememizi yaparken sadece web sitelerini kullandık. Gıda ürünlerinin, kişisel bakım malzemelerinin, temizlik malzemelerinin ve gıda sarf malzemelerinin fiyatlarını dört marketin online alışveriş sitesinden aldık. Bu marketler Migros, A101, Carrefour ve Şok’tur. Bu marketler ülkenin en yaygın olan marketlerindendir. BİM’in internet sitesinde fiyatlar yazmadığı için BİM’i incelemedik.
145 ürün grubunun her birinin bir kaç kaynaktan aldığımız fiyatlarının ortalamasını bulduk. Belirtmek isteriz ki fiyatlarını aldığımız ürünlerin gramajı birbirine çok yakındır. TÜİK’ten aldığımız sepetin ürünlerinin ağırlıklarında bazı değişimlere gittik. Bu ağırlıklara karar verirken Türkiye’deki bir kişinin bir ayda tükettiği ürün miktarını baz aldık. Aşağıda ürünlerin sepetteki ağırlıklarını bulabilirsiniz.
Aralık ve Kasım ayı için elimizdeki ortalama fiyatlar ile ürünlerin ağırlıklarını çarptık ve bu ağırlıkları toplayarak sepet fiyatını bulduk. Sonunda elimizdeki iki ayın sepet fiyatı vardı. Sonra, Aralık ayının sepet fiyatından Kasım ayının sepet fiyatını çıkardık ve çıkanı Kasım ayının sepet fiyatına bölüp 100 ile çarptık. Sonuçta elimizdeki sepetin fiyatının bir ayda yüzde kaç arttığını bulduk. Bu işlem ile tüketici fiyat endeksini bulmuş olduk.
Yrd. Doç. Dr. Oktay Kızılkaya’nın hazırladığı slayttan alınmış Tüketici Fiyat Endeksi örneği
Metodolojimiz ile alakalı eleştirilerinizi ve önerilerinizi bekliyoruz. Eleştirilerinizi veya önerilerinizi e-mail yoluyla erselalemdar@doğrula.org adresine yada Doğrula’nın sosyal medya adreslerine gönderebilirsiniz.
Ocak 2020’de Dünya Sağlık Örgütü(DSÖ), koronavirüsü “uluslararası endişe veren” küresel bir sağlık krizi olarak tanımladı. Birkaç ay sonra Mart ayında Birleşmiş Milletler sağlık kuruluşu, virüsün neredeyse her kıtaya yayıldığını söyleyerek salgını “pandemi” olarak nitelendirdi.
2021 Mart ayından bu yana, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada ve Batı Avrupa’dakiler de dahil olmak üzere birçok ülkede, COVID-19 pandemisi bir miktar hafifledi. Çoğu Batı Avrupa ülkesi ve Kanada 2021’in ilk çeyreğinde, alınan önlemler ve ABD’de tamamen aşılanmış nüfusun payının artmasıyla hızlı sonuçlar alındı. Fakat, bu evrede daha bulaşıcı ve daha ölümcül Delta varyantının ortaya çıkması nedeniyle pandemiyi bitireceği düşünülen sürü bağışıklığının sağlanması mümkün olmadı.
Normalle geçiş süreci mümkün mü?
Kullanılan aşılar, COVID-19’a bağlı ciddi hastalıkları önlemede oldukça etkili olmaya devam ederken İsrail, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri’nden alınan son veriler, bu aşıların Delta varyantına karşı koruyuculuğu hakkında yeni soruları gündeme getirdi. Yeni varyant kaygıları bazı yüksek gelirli ülkeleri, yüksek riskli popülasyonlara destekleyici dozlar sunmaya sevk etti. Bu olaylar ve bulgular, pandeminin ne zaman sona ereceği konusunda yeni soruları gündeme getirdi.
Aslında Birleşik Krallık örneği, bir ülkenin Delta kaynaklı vaka dalgasını atlattıktan sonra, halk sağlığı önlemlerini gevşetebileceğini ve normale geçiş sürecine devam edebileceğini gösteriyor. Normalleşmeye geçişin sağlanması için aşılama oranlarının artırılması gerekli görülüyor. Bununla birlikte aşı tereddütü, Delta varyantının yayılmasını önlemenin ve sürü bağışıklığına ulaşmanın önündeki en büyük engel.
Bunların ötesinde normalleşmeye geçiş için daha kesin çözüm, sürü bağışıklığına ulaşılması değil, COVID-19’un endemik bir hastalık olarak yönetilebilecek kadar kontrol edilebilmesi görüşü. Pandemi ile mücadelede en büyük risk; daha bulaşıcı, hastaneye yatışlara ve ölümlere neden olma olasılığı daha yüksek veya aşılanmış insanları daha fazla enfekte etme gücüne sahip yeni bir varyantın ortaya çıkması. Uzmanlar, aşı bağışıklıktan kurtulmayı başararak ciddi enfeksiyona neden olan bir varyantın daha fazla sorun çıkaracağını söylüyor.
Omicron ve diğer değişkenler normalleşme için engel mi?
Aralık 2021’de Omicron varyantına bağlı vakaların görülmesiyle basın toplantısı yapan Dünya Sağlık Örgütü Genel Müdürü Tedros Adhanom Ghebreyesus, Omicron’un birçok mutasyonun “pandeminin seyri üzerinde büyük bir etkisi olabileceğini” söyledi. Ancak Brewer, yeni varyantların ortaya çıkmasının özellikle şaşırtıcı olmadığını ve COVID-19 hastalığını endemik hale getirme hedefinin devam etmesi gerektiğini söyledi. Şiddetli bir hastalığa neden olup olmadığı ve aşıların ne kadar koruma sağladığı da dahil olmak üzere, Omicron hakkında pek çok şey bilinmiyor.
Normalleşmenin tek çözümü sürü bağışıklığı mı?
”COVID-19 salgı bitti” demek için iki ihtimalin üzerinde duruluyor ya tamamen normale geçiş ya da sürü bağışıklığı. Normale geçiş, insanlar pandemi öncesi faaliyetlere kademeli olarak devam ederken bazı halk sağlığı önlemlerinin yürürlükte kalmasıyla birlikte, sosyal ve ekonomik yaşamın yönlerini kademeli olarak normalleştirecektir. Birçok yüksek gelirli ülke, bu yılın ikinci çeyreğinde normale doğru böyle bir geçişe başladı, ancak Delta varyantının neden olduğu ve aşı karşıtlığının arttığı yeni bir vaka dalgasıyla karşı karşıya kaldılar.
Gerçekten de, dünya genelinde daha adil bir aşılama yöntemi geliştirilseydi, muhtemelen şimdiye kadar COVID-19 hastalığı sürü bağışıklığına ulaşmış olacaktı. Ancak, her yeni varyant bir popülasyonda daha yaygın hale geldiğinden sürü bağışıklığı elde edilebilmesi için bu popülasyondaki daha fazla insanın aşılanması da gerekiyor.
‘Pandeminin sonu’ gerçekten ne anlama geliyor?
Duke Üniversitesi’nde Bulaşıcı Hastalık Uzmanı Dr. Chris Woods, “Birinin ‘Tamam, pandemi bitti’ dediği bir gün olmayacak.” diyor. Pandeminin sonunu işaret eden evrensel bir kriter belirlenmemesine rağmen, ülkelerdeki akut vakalarda sürekli azalma görülmesinin belirleyici olacağı düşünülüyor. Bilim insanları, COVID-19’un sonunda grip gibi daha öngörülebilir bir virüs haline geleceğini yani mevsimsel salgınlara neden olacağını ancak, şu andaki gibi öldürücü olmayacağını öngörüyor. Yani pandemi sona erse de COVID bizimle olmaya devam edecek.
Bir pandeminin ne zaman başlayıp ne zaman bittiğine ve küresel bir salgının ne kadar tehdit oluşturduğuna dair net bir tanım yok. Dünya Sağlık Örgütü’nün Acil Durumlar Şefi Dr. Michael Ryan, “Bu biraz öznel bir yargı çünkü sadece vaka sayısıyla ilgili değil bu ciddiyetle ve etkiyle ilgili” diyor. DSÖ, virüsün artık uluslararası endişe verici acil bir durum olmadığına karar verdiğinde pandeminin sona ermesi olası. Fakat küresel salgının ne kadar tehdit oluşturduğu da ülkeden ülkeye değişiklik gösteriyor.
2022 yılı için İstanbul’daki su birim fiyatı ile ilgili yapılan haberlerde yanlış yönlendirme var
Özet: ✔️2022 Ocak’ta, 2021 Aralık’a göre İstanbullu suyu yüzde 6 daha ucuza kullanacak.
✔️2022 yılı için su birim fiyatına yüzde 17,8 zam gelse de bu suyun beşte biri, insani su kullanım hakkı altında, ücretsiz olacak.
✔️Fakat insani su kullanım hakkı 2019 Mayıs ayından 2021 Ekim ayına kadar yürürlükteydi. Mevzuatta olan bir problem sebebiyle bu hak Ekim ayında kaldırılmış, daha sonrasında bu problem çözülerek 2022 yılında bu hak tekrar yürürlüğe girmesi planlandı.
2022 yılı için su birim fiyatı ile ilgili haberler
Haber mecralarında ve sosyal medyada yayılan bir iddiaya İstanbul’da suya yüzde 17,8 oranında zam yapıldı. Paylaşımlarda 15 Aralık 2021 tarihinde yapılan İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi toplantısı sonucunda su faturasına yüzde 17,8 oranında zam yapılacağı söyleniyor. Twitter’daki bazı kullanıcılarİstanbul’da suya zam geldiğini belirtti. 15 Aralık 2021’de Anadolu Ajansı, Habertürk,Sözcü ve Cumhuriyet’te İstanbul’da suya zam başlığı ile haber yaptılar. Öte yandan bazı haber siteleri ve Twitter paylaşımları ise aslında İstanbul’da suya yüzde 6 indirim yapıldığını belirtti.
İstanbul’daki su fiyatları
2021 yılının başında ayda 0-15 metreküp arası su kullanan konutlardaki su birim fiyatı 4,81 TL’idi. 16 metreküp üstüne ise metreküp başına 7,22 TL ödeniyordu. 9 Eylül 2021 tarihinde ise bu fiyatlara zam geldi. Su fiyatı, 0-15 metreküp arası su kullanan konutlar da metreküp başına 5,56 TL olurken 16 metreküp üzeri kullanan konutlarda metreküp başı 8,35 TL oldu. 15 Aralık 2021’de ise İstanbul Büyükşehir Meclisi 2022 yılında uygulanacak su fiyatları için toplandı.
Olağanüstü İSKİ Genel Kurul Toplantısı
15 Aralık’taki toplantı da İSKİ 2022 yılındaki su fiyatları için bazı tekliflerde bulundu. İBB’nin açıklamasına göre İSKİ toplantıda su birim fiyatına yüzde 36,2 zam teklifinde bulundu. Bu teklife mecliste çoğunluğun oyuyla reddedildi. AK Parti ve MHP grubu ise yüzde 17,8 zam teklifinde bulundu. Bu teklif ise mecliste oy çoğunluğu ile kabul edildi. Kabul edilen teklife göre ayda 0-15 metreküp arası su kullanan konutlardaki su birim fiyatı 6,55 TL oldu. 16 metreküpten fazla su kullanan konutlarda ise metreküp başına 9,83 TL oldu.
Teklife itirazlar geldi
CHP Grup Sözcüsü Tarık Balyalı ve İYİ Parti Grup Başkanvekili İbrahim Özkan ise bu teklife itiraz ettiler. Bunun sürdürülebilir olmadığını ve İSKİ’nin batmasına sebep olacağını belirttiler. Balyalı, yüzde 17,8 zam ve insani su kullanım hakkı ile aslında suya yüzde 6 oranında indirim yapıldığını söyledi. Dahası Balyalı İSKİ’nin zarar edeceği bir teklifin yasal olmadığını ifade etti. AK Parti’nin açıklamasına göre ise su fiyatının 5,56 TL’den 6,55’e çıktığını belirterek su da indirim olmadığını söyledi. Meclis aynı zamanda insani su kullanım hakkını kabul etti.
İnsani su kullanım hakkı
İnsanı su kullanım hakkı 2010 yılında Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi tarafından kabul edilmiş bir haktır. Buna göre insanın temiz, güvenli, yeterli, ulaşılabilir ve uygun fiyatlı suya ulaşma hakkı vardır. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre bir kişi için yeteri kadar su günlük 50 ile 100 litre arasıdır. Bu hak ile alakalı olarak 15 Mayıs 2019 tarihli İSKİ 5 Nolu kararı ile İstanbul’da yaşayanlara insani su kullanım hakkı geldi. Teklifi Ak Parti Grup Başkanvekili Mehmet Tevfik Göksu sundu. Teklif oy birliği ile kabul edildi. Bu teklife göre hanelerde tüketilen her 2,5 metreküp suyun 0,5 metreküpü ücretsiz verilecektir. Bu hak 30 metreküpe kullanıma kadar geçerlidir.
Sayıştay’ın kararı
Sayıştay bu yıl 2020 yılı İSKİ Denetim Raporu’nu yayınladı. Raporda insani su kullanım hakkının mevzuata aykırı olduğunu buldu. İSKİ yönetim kurulu bunun üzerine uygulamayı 14 Aralık’tan itibaren durduracağını açıkladı. İBB ise bu hakkın tekrar yürürlüğe girmesi için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na başvurdu. 15 Aralık 2021 tarihli ve 4920 Cumhurbaşkanı kararı ile, belediye meclislerine, insani su kullanım hakkı adı altında, hane halkının toplam kullanımın 5’te biri kadarki su kullanımını ücretsiz ya da indirimli hale getirme hakkı tanındı. 15 Aralık’ta da İBB Meclisi insani su kullanım hakkını tekrar yürürlüğe koydu.
İndirim mi, zam mı?
Sosyal medyada ve basın organlarında suya zam iddiası yayılmasıyla İSKİ bir duyuru yaptı. Duyuruda 1. kademe su birim fiyatının 5,56 liradan 6,55 liraya çıkartıldığını belirtti. Bu haliyle yüzde 17 zam olduğu gözüküyor. Fakat İSKİ aynı zamanda insani su kullanım hakkının da yürürlüğe girmesi sebebiyle fiyatta yaklaşık yüzde 6 azalma olacağını söyledi. Örnek vererek 10 metreküp suyun 2021 Aralık’ta 55,6 TL olurken 2022 Ocak’ta 52,4 TL olacağını açıkladı. Daha detaylı açıklamak gerekirse Aralık’ta metreküpü 5,56 liradan 10 metreküp su 55,6 liraya denk gelir. Ocak’ta ise 10 metreküp sudan 8 metreküpü ücretlendirilecek. 6,55 liradan 8 metreküp suya ise 52,4 lira ödenmesi gerekir. Böylece yüzde 6,1 oranında indirim olması gerekir. Fakat burada çok kısa bir süre için bu hakkın var olmadığını göz önünde bulundurmak gerekir.
20 Aralık 2021 tarihinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kabine toplantısı sonrası kurdaki dalgalanmayı durdurmak amacıyla Türk Lirası mevduatlarına yeni düzenlemeler getirileceğini açıkladı. Daha önce hızla yükselen döviz kurları Erdoğan’ın bu açıklamasından sonra düşmeye başladı. Bu yeni düzenlemelere kur korumalı TL vadeli mevduat deniyor. Doğrula olarak biz de bu mevduat sistemi açıklamaya çalışacağız.
Kur korumalı TL vadeli mevduat sistemi nedir?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a göre yeni bir finansal alternatif olan bu sistem kişilerin paralarını TL’de tutmalarını sağlayacak. Bu sistem ile Türk bankalarında mevduat hesaplarında bulunan TL varlığına döviz kuru artışına karşı güvence getirilecek. Buna göre kur getirisi mevcut mevduat kazancından daha yüksek olduğu zaman aradaki fark hesabın sahibine ödenecek. Mevduat kazancı kur getirisinden yüksek olduğu zamanda hesap sahibi mevduat kazancını elde etmiş olacak. Yani hesap açılış ve vade tarihleri arasındaki USD döviz kuru değişimi ile mevduatın faiz oranı karşılaştırılacak. En yüksek olan oranda kazanç hesabın sahibine ödenecek. Aynı zamanda bu mevduat hesaplarına stopaj da uygulanmayacak.
Konuyla ilgili Hazine ve Maliye Bakanlığı da açıklama yaptı
Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın açıklamasına göre isteyen banka bu sisteme katılabilecek. Hesap Mevduat hesapları ise 3, 6, 9 veya 12 ay vadeler ile açılabilecek. Minimum faiz oranı da Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın politika faizi olacak. Vadesinden öncesinde hesaptan para çekilirse hesap vadesize dönecek ve faiz oranı uygulanmayacak. Ayrıca, hesabın açılış ya da kapanış tarihlerindeki en düşük kur üzerinden hesap bakiyesi güncellenecektir.
Sistem 1960’lardaki ve 1970’lerdeki dövize çevrilebilir mevduat sistemine benziyor
Eski Hazine bürokratı ve Gelecek Partisi Ekonomi Politikaları Başkanı Kerim Rota bu sistemi 1960’larda uygulanan dövize çevirebilir mevduat sistemine benzetti. O senelerde yurtdışında yaşayan Türklerin ve yabancı bankaların ülkeye döviz getirmesini teşvik etmek amacıyla bu politikaya başvuruldu. Bu sistem bağlamında yurtdışında çalışan Türklere Türkiye’de dövize mevduat hesabı açma hakkı tanınıyor. Bu hesaplar Merkez Bankası’na devrediliyor ve Merkez Bankası, Hazine adına, kur garantisi veriyor. Yani kur farkı hazineden ödenmesi planlanıyor. Bunun sonuncunda 3,5 milyar dolara yakın döviz Türkiye’ye gelir. Fakat daha sonra hazineye çok yük olduğu için bu politikadan vazgeçilir. Kerim Rota Erdoğan’ın tanıttığı sistemi 1960’lardaki sisteme benzetse de İktisatçı Mahfi Eğilmez ise buna katılmadığını açıkladı. Bunun nedeni olarak ise o yıllarda Türkiye’de normal şartlarda dövizi satın almanın veya satmanın mümkün olmamasına bağlıyor.
Ekonomistler bu sistem hakkında ne diyor?
Kerim Rota’nın yanında pek çok ekonomistte bu konu hakkında yorum yaptı. Ekonomi profesörü Selva Demiralp bu politikanın başarısız olması durumunda hazineye çok büyük yük olacağını ve para basılmak zorunda kalınacağını belirtti. Ünlü ekonomist Dani Rodrik ise hükümetin “faiz enflasyonun sebebidir” anlayışına bu politikanın uygun olduğunu söyledi. Dahası eğer dolar kuru spekülasyondan dolayı artıyorsa bu politika çözüm olabileceğini ifade etti. Fakat eğer makro dengesizliklerden kaynaklanıyorsa bu politikanın uzun süreli çözüm olmayacağını belirtti. Ekonomist Emre Alkın ise bunun doğru bir reçete olmasa da güçlü bir ilaç olabileceğini söyledi. Fakat kurun artışının asıl sebeplerini çözmedikçe bu politikanın yan etkileri olacağını bildirdi. Bunlara ek olarak pek çok ekonomistte bu politikanın hazine çok yük bindireceği uyarıda bulundu. Ayrıca bu politikaya örtülü faiz artışı diyen de var.
Günlük hayatta çok sık karşılaştığımız fakat zamanla halk arasında farklılaşarak söylemiyle birlikte anlamı da değişen atasözleri ve deyimler, haliyle yanlış kullanımlara neden oluyor. Fakat yanlış telaffuz ettiğimiz atasözleri ve deyimlere o kadar alıştık ki doğrusu ”o” zannediyoruz. İşte yanlış söylenilen o atasözleri, deyimler ve doğrusu…
1-“Göz var nizam var” değil, “Göz var izan var.”
Düzen, kural anlamına gelen nizam kelimesi yerine; anlayış, anlama yeteneği demek olan izan kelimesi kullanıldığında cümlenin anlamı hiç de yadsınamayacak kadar değişiyor. Bu doğrultuda insanın, yaptığı iş konusunda mantık ve aklı ile beraber gözlerini çok dikkatli kullanması gerekir. Aynı zamanda bir şeye dokunmak suretiyle iyi olup olmadığı anlaşılarak dikkatli biçimde elde edilmelidir.
2-“Aptala malum olur” değil, “Abdala malum olur”
Abdal halk arasında Allah’a yakın ve ermiş, bilen derviş anlamında kullanılmaktadır. Bu kişilerin daha yaşanmadan olayları sezdiği ve haber verdiği yaygın olarak görülür. Ancak, bu sözcük yerine, “aptal” denilerek, yakında ne olup biteceğini sezip haber veren kimselerle alay etmek için kullanılan bir deyim haline gelmiştir.
3-“Eşek hoş laftan ne anlar” değil, “Eşek hoşaftan ne anlar”
TDK sözlük doğru kelime kullanımı ”hoşaf” olan atasözünü: Bilgisiz, görgüsüz kimse ince, güzel şeylerin zevkine varamaz, değerini ölçemez` anlamında kullanılan bir söz olarak tanımlamıştır.
4-“Kısa kes Aydın havası olsun” değil, “Kısa kes Aydın abası olsun”
Aba bir giysidir ve Aydın efeleri aba giyerler. “Kısa kes Aydın abası olsun” sözü, aydın aba‘sının diz üstünde bitmesine gönderme yapmaktadır. Dolayısıyla diğer aba’lara göre daha kısadır. Sözün aslı da buradan gelmektedir.
5- “Zürafanın düşkünü beyaz giyer kış günü” değil “Zürefanın düşkünü beyaz giyer kış günü.”
Buradaki zürefa, zarif kimse anlamına gelir. Deyim doğru kelime kullanımıyla, yersiz ve uygunsuz davranışta bulunulduğunu ifade eder. Zerafine düştün olan kimsenin kış mevsiminde bile beyaz giymesinin alay konusu olacağı, asıl vurgulanmak istenendir.
6- “Ateş olsa ‘cürmü kadar yer yakar” değil “Ateş olsa cirmi kadar yer yakar.”
Karıştırılan iki kelime: cürüm ve cirim. Cürüm suç, kabahat anlamında. Cirim ise hacim, büyüklük. Onun için karşı tarafı küçümsemek için söylenen “ateş olsan cürmün kadar yer yakarsın” ifadesinin doğrusu “ateş olsan cirmin kadar yer yakarsın”dır.
7- “Ane gibi yar Bağdat gibi diyar olmaz” değil ”Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz.”
Ana Gibi Yar Bağdat Gibi Diyar Olmaz” atasözünün aslında “Ane Gibi Yar, Bağdat Gibi Diyar Olmaz” olduğu iddia ediliyor. Bağdat yolu üzerinde Ane adında bir yer olması gerekçe olarak gösteriliyor. Fakat, Ane’de bahsedildiği gibi “ünlü” ve “sarp” bir “uçurum” yok. Bu yanlış algı, “yâr” kelimesinin “uçurum” ve “sevgili” (eş)anlamlarına gelmesinden kaynaklanıyor. Ana gibi yar Bağdat gibi diyar olmaz, atasözünün doğru kullanılışı. Malumatfuruş adlı doğrulama platformu da bu iddiayı doğruladı.
“Geçti Bolu’nun pazarı, sür eşeği Niğde’ye” değil, “Geçti Bor’un pazarı, sür eşeği Niğde’ye” atasözünün doğru kullanımıdır. “Artık iş işten geçti” anlamında kullanılan atasözünün doğrusunun “geçti Bor’un pazar, sür eşeği Niğde’ye” olduğu TDK’nin Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü‘nde de belirtilmektedir. Bilindiği üzere Bor, Niğde’nin bir ilçesidir. Eşekle alınabilecek mesafe düşünüldüğünde, atasözünde Bolu yerine Bor’un kastedilmiş olması daha akla yatkındır.
9-“Su uyur düşman uyumaz” değil, “Sü uyur düşman uyumaz”
Sü kelime Öz Türkçede asker, ordu anlamına gelmektedir. Su uyur düşman uyumaz atasözünde sü kelimesinin doğru yerde kullanılmasıyla anlam, ”asker uyur ama düşman tetiktedir” olarak değişir.
10- “Haydan gelen huya gider” değil “Hayy’dan gelen Hu’ya gider”
Gerçek anlamı dışında kullanılan bir atasözü de “Hayy’dan dan gelen Hu’ya gider.” Burada ‘Hayy’ Allah’ın isimlerinden ve ‘Hü’ Arapça ‘O’ Allah anlamına gelmektedir. Hayy’dan gelen Hu’ya gider atasözü, kolay ve emeksiz kazanılan pek çok şeyin kıymeti bilinmeden yeniden Allah’a döner, anlamı taşımaktadır.
Son günlerde Twitter’da asgari ücret etiketi gündem oldu ve olmaya devam ediyor. Uzmanlar dolar artışından ve enflasyon oranlarından dolayı asgari ücretin geçmiş yıllara nazaran daha çok artacağını düşünüyor. 2021 yılında dolar kuru arttığı için asgari ücretin dolar bazında karşılığı bir hayli düştü. Sosyal medyada Türkiye’deki asgari ücretin pek çok ülkeden daha düşük olduğu söyleniyor. Doğrula olarak bizde gayrisafi milli hasılası en yüksek elli ülke içinde Türkiye’nin durumunu incelemek istedik. IMF’nin World Economic Outlook raporunun Ekim ayı verilerine göre Türkiye gayri safi milli hasıla sıralamasında 21’inci sıradadır. Türkiye’nin gayri safi milli hasılası yaklaşık 795,952 milyar dolardır. Aşağıda ekonomik olarak en büyük 50 ülkeyi gayri safi milli hasılaya göre sıraladık.
Gayrisafi yurtiçi hasılada en büyük 50 Ekonomide Türkiye 21. sırada yer almaktadır. Kaynak: IMF-World Economic Outlook-Ekim
Ayrıca, kişi başına düşen milli gelir 9 bin 406 dolardır. Bu sayı ile 50 ülke arasında Türkiye 38.sırada yer alıyor. Aşağıda ekonomik olarak en büyük 50 ülkeyi kişi başına düşen milli gelire göre sıraladık.
Kişi başına düşen milli gelirde en büyük 50 Ekonomide Türkiye 38. sırada yer almaktadır .Kaynak: IMF-World Economic Outlook-Ekim
Dolar bazında Asgari Ücret
2021 yılında Türkiye’de asgari ücret brüt olarak 3 bin 477 TL’dir. 10 Aralık 2021 tarihinde bu ücret dolar bazında 258 dolara denk gelmektedir. OECD, Trading Economics, EUROSTAT, ILO gibi veri bankalarından aldığımız verilerden oluşturduğumuz tabloda ekonomisi en büyük 50 ülke arasında 258 dolar ile 33. sıradadır. Fakat, ilk 50 ülkenin 7’sinde asgari ücret kullanılmamaktadır. Türkiye 258 dolarlık asgari ücret ile Peru, Kolombiya, Filipinler, Malezya, Çin, Endonezya gibi ülkelerin arkasında yer almaktadır. 258 dolardan daha az asgari ücrete sahip olan ülkelerden bazıları ise Güney Afrika, Tayland, Brezilya, Rusya, Mısır ve Vietnam’dır. Fakat bu asgari ücretler konusunda belirtmemiz gereken bir durum var. Bu asgari ücretler brüt ücretlerdir. Bazı devletler bu asgari ücretlerden daha fazla vergi alırken bazıları daha az vergi alabiliyor. En büyük 50 ekonomiyi Dolar bazında asgari ücrete göre sıraladık. Aşağıda Türkiye’nin yerini gösterdik.
Dolar bazında asgari ücrette en büyük 50 Ekonomide Türkiye 33. sırada yer almaktadır. Kaynak: OECD, Eurostat, Trading Econmics
Ortalama maaş ve gelir
Yine OECD, World Bank, EUROSTAT gibi veri bankalarından aldığımız verilerle ülkelerdeki ortalama maaşı bulmak istedik. 2021 yılının verileri bulunmadığı için veriler 2020 yılının aylık ücretlerini bulduk. Türkiye için ortalama maaş yerine TÜİK’ten fert başına geliri aldık. 2020 yılında aylık fert gelirini şu anki dolar kuru ile dolara çevirdiğimizde yaklaşık 200 dolar olmaktadır. Diğer ülkelerin ortalama maaşları ise 2020 yılının ücretlerinin direkt dolar bazındaki halini aldık. Belirtmek isteriz ki birkaç ülke haricinde (Arjantin, Brezilya, Şili ve Mısır) ülkeler döviz kurunda ve enflasyonda çok önemli bir değişiklik olmadığı için ortalama maaşlarda çok büyük bir değişiklik olmadığını varsayıyoruz. Buradan hareketle yıllık 2400 dolar ile de Türkiye 50 ülke arasında 48.nci oluyor. Aşağıda Türkiye’nin sıralamasını görebilirsiniz.
Yıllık ortalama dolar bazında gelirde en büyük 50 Ekonomide Türkiye 48. sırada yer almaktadır.Kaynak: OECD, Eurostat, World Bank
Big Mac Endeksi
The Economist dergisi her yıl Big Mac endeksi yayınlar. Bu endeks ile basitçe ülkelerin satın alma gücü karşılaştırmak için kullanılır. Biz de bulduğumuz asgari ücretler ile bu ülkelerde kaç tane Big Mac alınabileceğini ölçmek istedik. Big Mac fiyatlarına Expensitivity’den baktık. Türkiye’de Big Mac’in fiyatı ise 30 TL(10 Aralık kuru ile 2,16 dolar). Buradan hareketle, 2,16 dolar ile dolar bazında en uygun fiyatlı Big Mac fiyatlarından biri Türkiye’dedir.
Türkiye’de Big Mac’in fiyatı 2,16 dolardır ve en büyük 50 ekonomideki Big Mac fiyatları içinde Türkiye’deki Big Mac fiyatı 45. sırada yer almaktadır. Kaynak: Expensitivity
Türkiye’de bir aylık brüt asgari maaş ile 120 adet Big Mac satın alınabiliyor. Diğer 49 ülke ile karşılaştırdığımızda Türkiye’nin 28’nci olduğunu görüyoruz. Fakat bu sıralamaya asgari ücretin olmadığı Nordik Ülkeleri, Singapur, Birleşmiş Arap Emirliği ve İtalya dahil değil. Ayrıca, Mc Donalds’ın olmadığı Bangladeş, İran ve Nijerya da dahil değil.
Brüt asgari ücret ile Türkiye’de 120 adet Big Mac alabilir ve bu sayıyla en büyük 50 ekonomi içinde Türkiye 28. sırada yer almaktadır. Kaynak: Expensitivity
Yıllık ortalama maaşlara göre hesapladığımızda ise yıllık bir ortalama maaş ile Türkiye’de bir kişi 1111 adet Big Mac satın alabilir. Bu sayıyla 50 ülke arasında Türkiye 45’inci oluyor. Bu sıralamaya yine Mc Donalds’ın olmadığı Bangladeş, İran ve Nijerya dahil değildir.
Yıllık ortalama gelir ile Türkiye’de 1111 adet Big Mac alınabilir ve bu sayıyla en büyük 50 ekonomi içinde Türkiye 44. sırada yer almaktadır. Kaynak: Expensitivity
Güncelleme: 2022 yılı için asgari ücret açıklandı. Brüt asgari ücret 5 bin 4 TL oldu. Net ücret ise 4 bin 253 TL oldu. 17 Aralık 2021 dolar kuruyla brüt asgari ücret 313,98 dolardır (net asgari ücret 266,66). Böylelikle Türkiye 33. sıradan 30. sıraya yükselmiştir.
Gelir eşitsizliği tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de çözülmeyi bekleyen bir sorun. Tam olarak çözülmesi mümkün olmasa da bunu en dibe çekmek hükümetlerin elinde. Gelir eşitsizliği, refah seviyesi yüksek olmayan ülkelerin, refah seviyesi yüksek olan ülkelerin standartlarını yakalayabilmesi için çözülmesi gereken öncelikli problemler arasında bulunmakta.
Öncelikle “Gelir nedir? Gelir eşitsizliği nedir?” bunlardan bahsedelim. Gelir, hane halkının belirli bir yıldaki net kazancıdır. Gelir eşitsizliği ise gelirin bireylere adil ve düzenli bir şekilde dağılmadığını anlatır. Gelir eşitsizliğini ekonomik ve sosyal bir gösterge olarak kabul edebiliriz. Bu eşitsizliğin yoğun olduğu bir ülkeyi ‘gelişmemiş’ veya ‘gelişmekte olan’ bir ülke olarak görmek mümkün fakat; sermaye yoğun ülkelerde illa gelir dağılımı adaletli olacak diye bir koşul yok. Buradan şunu anlayabiliriz, bir ülkenin zengin olması o ülkenin gelirinin adaletli bir şekilde dağıldığını göstermez. Gelirin büyük bir kısmı ülkedeki nüfusun küçük bir yüzdesinin elindeyse bu ülkeler için gelir eşitsizliği var diyebiliriz.
Gelir eşitsizliğini açıklarken gini katsayısı terimini kullanacağız. Bu terim bizlere ülkelerdeki gelir dağılımında görülen adaletsizliği gösterecek. 1 ile 0 arasında bir değer alan bu sayı 0’a yakın oldukça gelir eşitsizliği az, 1’e yakın oldukça gelir eşitsizliği fazla demektir.
7 Aralık 2021’de World Inequality Database’in açıkladığı Dünya Gelir Eşitsizliği Raporu küresel olarak ülkelerin gelir dağılımında yaşanan adaletsizlikleri ortaya koyuyor. Rapora göre milyarderlerin sayısı 2021 yılında artarak yeni bir rekora imza attı. Milyarderlerin servetleri önceki yıla göre yaklaşık %75 oranında arttı.
Aylık gelirlerimiz arasındaki fark
Türkiye’de bir yetişkinin ortalama geliri yıllık 85 bin tl. Ortalama gelir, toplam gelirin nüfusa bölünmesi ile elde edilir.
Buna karşılık en yoksul %50’nin ortalama geliri yıllık 20 bin 260 Türk Lirası iken en zengin %10 bu oranın 23 katı kadar daha fazla kazanıyor yani 463.020 Türk Lirası. Yıllık sadece 20 bin 260 lira kazanan grubun eline aylık bin 688 lira geçiyor ki bu sayı asgari ücretin bile kat kat altında. Ağustos 2021’de Türk-iş’ in açıkladığı verilere göre açlık sınırı 2 bin 927 lira yoksulluk sınırı ise 9 bin 533 lira.
En zengin yüzde %10, gelirin %54,5’ini alırken, en yoksul yüzde %50’nin payı ise %12 olarak açıklanmıştır. Küçük bir grubun gelirden büyük bir pay alması her zaman için değişik parametrelere bağlı karmaşık bir meseledir. Ulusal servet oranımız artmasına rağmen aranın bu kadar açılması servet dağılımının dengesizleştiğini gösteriyor.
Sırayla en yoksul %50’lik kesim milli servetin %4’ünü, %40’lık orta kesim %29’unu ve en üst kesimdeki %10 ise milli servetin %67’sini elinde tutuyor. Görülen ters orantı zaten bizlere sınıf farkını ortaya koyuyor. Bugün yüzde 10’luk kesimin elinde servetin yarısından fazlası olmasaydı sınıf farklılıkları diye de bir şey olmayacaktı fakat kapitalist bir ekonomide bahsettiğimiz durum altın bir kuraldır.
En yoksul %50’lik kesimin servetinin 8 bin 910 liradan az olması yoksulluğun çok boyutlu ve karmaşık bir olduğunu ortaya çıkarıyor. Yoksulluk tüm dünya için genel bir sorundur. Küreselleşmenin hızlanarak devam ettiği bu günlerde asla bitmeyecek gibi görünüyor. İhtiyaçların sonsuz, kaynakların kısıtlı olmadığı bir dünyada belki olabilir.
Coğrafya Kader midir?
Raporda yer alan başka bir dikkat çekici bilgiye göre gelirin en eşit dağıldığı bölge Avrupa ve eşitsizliğin en yoğun olduğu bölge Orta Doğu ve Kuzey Afrika olarak karşımıza çıkmakta. Avrupa daha çok üretim ve teknoloji yoğun bir gelire sahipken Orta Doğu ve Kuzey Afrika için aynı şeyi söyleyemeyiz çünkü bu ülkelerin hammadde yoğun bir geliri var. Sahip oldukları petrol ve doğalgaz rezervlerinden dolayı zenginleşen bu ülkelerde gelirin büyük bir çoğunluğu küçük bir zümrenin elinde toplanmıştır. Sıradan halk ise daha çok yoksulluk sınırında ve pek servet birikimine sahip olmadan hayatını sürdürmektedir.
Türkiye’de son 15 yılda eşitsizlik gitgide arttı
Gelir dağılımını etkileyen faktörlerin başında işsizlik, enflasyon oranının yükselmesi, kayıt dışı para dolaşımının çok olması, nüfus artış hızı, eğitim seviyesi düşüklüğü, teknolojik gelişmeler ve ülkenin ne kadar istikrarlı bir ekonomiye sahip olduğu gibi unsurlar sayılabilir.
Türkiye’deki yıllara göre işsizlik oranları
Raporda yer alan verilere göre Türkiye’de gelir dağılımındaki eşitsizlik son 15 yılda tırmanışta. Ülkemizde işsizlik verilerine bakıldığında 2010-2012 yılları hariç son yıllarda işsizlik oranlarının arttığını görüyoruz. İşsiz kesim, geliri olmadığı için toplumun en yoksul tabanını oluşturur, ülkedeki yoksulluk seviyesini arttırır ve milyarderlerin servetine servet katıyorken gelir dağılımı eşitsizliğinin artmasına neden olurlar. Bu nedenle gelir dağılımındaki eşitsizliği araştırılırken ‘işsizlik oranı’, incelenmesi gereken en mühim verilerdendir.
İşsizlik oranlarıyla Türkiye’deki gelir eşitsizliğinin son 10 yılını karşılaştırdığımızda paralel seyrettiğini görebiliriz çünkü Gini Katsayısı olarak bahsettiğimiz veri de TÜİK‘e göre son 10 yılın en yüksek seviyesinde.
Gelir dağılımındaki adaletsizliğin en vurucu noktası: en zengin %10’luk kesim gelirin %54,5’luk payını alırken, en yoksul %50’lik kesim sadece %12’lik bir pay almasıdır. En zengin kesimin bu kadar yüksek bir pay alıyor olması bugüne kadar ‘gelir eşitsizliği’ sorununun sosyal politikalarla çözülemediğini gösteriyor.
Maddi yoksunluk oranı arttı
Avrupa devletlerinde Avrupa Birliği Gelir ve Yaşam Koşulları İstatistikleri düzenlenerek hazırlanan gelir dağılımı ve yaşam koşulları Türkiye’nin AB’ye giriş sürecinde Eurostat anketiyle ölçümlenmeye başlamış ve 2009 yılında TUİK tarafından halka sunulmuştur.
Maddi yoksunluk oranı, TUİK ve Eurostat’ın tanımlamalarına göre finansal olarak sıkıntıda olma durumunu ifade etmektedir. Çamaşır makinesi, renkli televizyon, telefon ve otomobil sahipliği, beklenmedik masrafları karşılayabilme, evden uzakta bir haftalık tatil masrafını karşılama, kredi, konut kredisi, faizli borçları ödeyebilme, iki günde bir et yemek, evin ısınma giderlerini karşılama gibi kriterler ‘maddi yoksunluk’ ifadesini anlatır. Bu oranlar aynı zamanda Eurostat’ın kullandığı maddi yoksunluk kriterleridir.
Maddi yoksunluk insanların yaşadıkları ülke şartlarını göz önünde bulundurarak belirli bir yaşam standartına sahip olmaları için mal ve hizmetlere sahip olma ile tanımlanabilir. Türkiye’de oran bir önceki yıla göre 1,1 puan artarak %27,4’e yükseldi.
TUIK’in yıllara göre maddi yoksunluk oranı tablosu.
Yoksulluk ve yoksunluk birbirinden farklıdır
Yoksulluk ve yoksunluk birbirinden farklıdır. Yoksulluk, yeme, içme, barınma, giyim kuşam, temiz suya erişim, eğitim alamama gibi temel ihtiyaçları karşılayamama durumu olarak tanımlanabilir. Kısacası yoksunluk daha iyi yaşam standartları için yeteri kadar paraya sahip olamama hali iken; yoksulluk en temel ihtiyaç olan ‘yemeğe’ bile ulaşamama durumdur.
Günümüzden geçmişe baktığımızda geçmişte yoksulluğun genelde savaş, doğal afetler, kıtlık gibi felaketler sonucunda ortaya çıktığını görülüyor. Zengin kesim ile fakir kesim arasında uçurumlar bugünkü kadar yoktu. Günümüzde ise milyarderler ile yoksullar arasında bariz bir fark bulunmakta. Bir tarafta içecek suyu bile bulunmayan Afrika ülkeleri, bir tarafta kişisel geliri çoğu ülkenin milli hasılasını geçen dev milyarderler… Küresel ekonomi araştırmalarında ulaşılanlar bir hayli ilgi çekici. Günlük 1 dolara çalışan Kamboçyalı işçilerle saniyede 4.630 dolar kazanan Bill Gates gibi milyarderleri aynı anda tartışabiliyoruz.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 1948’de İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi‘ni (İHEB) kabul ettiği gün olan 10 Aralık, Dünya İnsan Hakları Günü ilan edildi. İHEB: ırk, renk, din, cinsiyet, dil, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğum veya diğer statüleri ne olursa olsun herkesin insan olarak sahip olduğu devredilemez hakları ilan eden bir belgesidir. 500’den fazla dile çevrilmiş olan bu belge, dünyanın en çok tercüme edilen belgesi olma özelliğini de taşıyor.
Eşitlik ve ayrımcılık yapmama ilkeleri insan haklarının merkezinde yer alıyor. ”2030 Gündemi ve Kimseyi Geride Bırakmamaya İlişkin Ortak Çerçeve” başlığı belirleyen BM’nin amaçlarını, ‘’Sürdürülebilir Kalkınmanın Kalbinde Eşitlik ve Ayrımcılık Karşıtlığı’’ belgesi özetliyor. En temel amacı ise diğerleri olarak tanımlanan; kadınlar ve kızlar, yerli halklar, Afrika kökenli insanlar, göçmenler ve engelliler de dahil olmak üzere toplumlardaki en savunmasız insanları etkileyen köklü ayrımcılıkların ele alınması ve çözüm bulunması. Eşitlik, kapsayıcılık ve ayrımcılık yapmama, yani insan haklarına dayalı bir yaklaşım..
BM gündemi belirleyerek 2030 yılı hedeflerini listeledi
10 Aralık İnsan Hakları Günü bildirisini resmi web sitesinde yayımlayan BM, belirlediği gündemi ve 2030 yılına kadar gerçekleştirmek istediği hedefleri duyurdu.
BM 2030 yılı hedeflerinin listesi şöyle..
İnsan haklarına dayalı ekonomi, yoksulluk döngülerini kırabilir
Yaygın yoksulluk, yaygın eşitsizlikler ve yapısal ayrımcılık insan hakları ihlalleridir ve zamanımızın en büyük küresel sorunları arasındadır. Bunları etkin bir şekilde ele almak, insan haklarına dayalı önlemleri, yenilenen siyasi taahhütleri ve başta en çok etkilenenler olmak üzere herkesin katılımını gerektirir. Gücü, kaynakları ve fırsatları daha adil bir şekilde paylaşan ve insan haklarına dayalı sürdürülebilir bir ekonominin temellerini oluşturan yeni bir sosyal sözleşmeye ihtiyacımız var.
Yeniden yapılan fuar: yeni bir sosyal sözleşme
Ekonomik, sosyal ve kültürel hakların yanı sıra gelişme hakkı ve güvenli, temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevre hakkı da dahil olmak üzere insan hakları, daha iyi, daha adil ve daha sürdürülebilirliği destekleyen insan haklarına dayalı yeni bir ekonomi inşa etmenin merkezinde yer alır. Şimdiki ve gelecek nesiller için toplumlar. İnsan haklarına dayalı bir ekonomi, yeni bir toplumsal sözleşmenin temeli olmalıdır.
Gençler için eşit fırsatlar
Ardışık mali ve sağlık krizlerinin milyonlarca genç üzerinde uzun süreli ve çok boyutlu etkileri oldu. İnsana yakışır işler ve sosyal koruma dahil olmak üzere hakları korunmadıkça, “COVID nesli” artan eşitsizlik ve yoksulluğun zararlı etkilerine yenik düşme riskiyle karşı karşıyadır.
Aşı eşitsizliği ve adaletsizliğinin geri döndürülmesi
Adil olmayan aşı dağıtımı ve istifleme yoluyla aşı adaletsizliği, uluslararası yasal ve insan hakları normlarına ve küresel dayanışma ruhuna aykırıdır. Hükümetler ve halkları arasında ortak bir gündem ve yeni bir sosyal sözleşme çağrısı, güveni yeniden inşa etmek ve herkes için onurlu bir yaşam sağlamak için günün ihtiyacıdır.
Sağlıklı çevre ve iklim adalet hakkının geliştirilmesi
İklim değişikliği, kirlilik ve doğa kaybı dahil olmak üzere çevresel bozulma, savunmasız durumdaki kişileri, grupları ve halkları orantısız bir şekilde etkiler. Bu etkiler, mevcut eşitsizlikleri şiddetlendirmekte ve mevcut ve gelecek nesillerin insan haklarını olumsuz yönde etkilemektedir. HRC’nin temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevre insan hakkını tanımasının ardından, bu hakka saygı duyulması, korunması ve yerine getirilmesi için acil önlemler alınmalıdır. Bu tür bir eylem, COVID-19’dan yeşil bir toparlanma ve adil bir geçiş üretecek insan haklarına dayalı yeni bir ekonominin temel taşı olmalıdır.
Çatışmanın önlenmesi ve eşitlik, kapsayıcılık ve insan hakları yoluyla dayanıklılık inşa edilmesi
İnsan hakları, şikayetleri ele alarak, eşitsizlikleri ve dışlanmayı ortadan kaldırarak ve insanların hayatlarını etkileyen karar alma süreçlerine katılmalarına izin vererek, çatışma ve krizin temel nedenleriyle mücadele etme gücüne sahiptir. Herkes için insan haklarını koruyan ve destekleyen toplumlar, daha dirençli toplumlardır, insan hakları yoluyla pandemiler ve iklim krizinin etkileri gibi beklenmedik krizlerin üstesinden gelmek için daha donanımlıdır. Eşitlik ve ayrımcılık yapmama, önlemenin anahtarıdır: Herkes için tüm insan hakları, herkesin insan haklarının önleyici faydalarına erişmesini sağlar, ancak belirli insanlar veya gruplar dışlandığında veya ayrımcılığa maruz kaldığında, eşitsizlik çatışma ve kriz döngüsünü yönlendirecektir.
BM Yüksek Komiseri dünyaya ”eşitlik çabası” çağrısı yaptı
2030 Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi ve ülkelerin kimseyi geride bırakmama taahhütleri yolunda ilerlerken, haysiyet ve haklar içinde eşitlikçi bir yaşamın herkes için yaşanmış bir gerçeklik olduğu bir dünya için çaba göstermek gerektiği vurgusu yapan Bachelet, bu krizden daha iyi, daha adil ve daha yeşil bir şekilde kurtulmak için herkesi eşitlik çabalarına katılmaya davet etti.
İnsan hakları konusunda ortak kanaat şu ki; en büyük küresel krizlerinin çözümü, eşitliktir. İnsani haklara önem vermek, şikayetleri iyi analiz etmek ve insani dışlanmayı ortadan kaldırılmak tüm idari yönetimlerin ortak görevidir. İnsanların, hayatlarını etkileyen karar alma süreçlerine katılmasına izin veren yönetimler, çatışma ve krizle mücadele etme gücüne sahiptir. Herkes için, insan haklarını koruyan ve destekleyen toplumlar daha dayanıklı ve beklenmedik küresel krizlerin üstesinde gelmede daha başarılıdır.
Bu yazımızda her ayın 3’ünde bolca konuşulan enflasyon oranlarını konu aldık. Doğrula olarak da bir ürün sepeti oluşturup bir aylık fiyat değişimini ölçtük. Öncelikle temel kavramlar olarak enflasyonu ve TÜFE’yi açıklamak isteriz.
Temel Kavramlar
Enflasyon:Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’na göre enflasyon fiyatların genel seviyesindeki değişimdir. Toptan eşya fiyat endeksleri, tüketici fiyat endeksleri, üretici fiyat endeksleri ve özel kapsamlı TÜFE göstergeleri gibi çeşitli endeksler aracılığı ile ölçülmektedir.
TÜFE: Tüketici tarafından satın alınan mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki değişimleri ölçen endekstir. TÜFE hesaplanırken örnek bir kitlenin mal ve hizmete ne kadar para harcadığı bulunarak TÜFE hesaplamasında mal ve hizmetlerin ağırlığı belirlenir. Her ay mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki değişim ölçülür ve ağırlıkları ile çarpılır. Çıkan sonuç TÜFE’dir.
Enflasyon neden önemlidir?
Öncelikle enflasyonun olması demek tüketicilerinin aynı para ile daha az mal ve hizmet alması demektir. Ayrıca, reel faiz enflasyon oranı ile doğrudan bağlantılı olduğu için nominal faiz oranının belirlenmesinde de enflasyon göz önünde bulundurulur.
Türkiye’de enflasyon
Her ayın 3’ünde TÜİK enflasyon oranlarını açıklamaktadır. Başta Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası olmak üzere pek çok kamu ve özel kuruluş TÜİK’in enflasyon oranlarına göre karar vermektedir.
Enflasyon oranını paylaşan diğer kuruluş ENA Grup
TÜİK’in yanında Enflasyon Araştırma Grubu(ENAGrup) da Türkiye’deki tüketici enflasyonunu ölçmektedir. Sosyal medyada TÜİK’in yanında bu grubun da enflasyon oranı paylaşılmaktadır. ENAGrup’un enflasyon oranları ile TÜİK’in enflasyon oranları birbirinden farklı çıkmakta ve bu sebeple de sosyal medya kullanıcıları TÜİK oranlarından şüphe duymaktadır. Çoğunlukla ENAGrup’un tüketici enflasyon oranı daha yüksek çıkmaktadır.
TÜİK ve ENA Grup Enflasyon oranları
TÜİK’e göre Tüketici Fiyat Endeksi yıllık bazda %21,31 artarken aylık bazda %3,51 arttı. Gıda enflasyonu ise %3,92’dir.
ENA Grup ise TÜFE’yi yıllık bazda %58,65 hesaplarken aylık bazda %9,91 hesaplamıştır. Gıda enflasyonunu ise aylık bazda %9,11’dir.
Doğrula aylık fiyat artışı hesaplaması
Doğrula olarak bizde aylık olarak bazı tüketici ürünlerindeki fiyat değişimini ölçmek istedik. Metodolojimiz ve aldığımız fiyatların kaynaklarını da paylaşarak size ürün sepetimizdeki ürünlerin Kasım ayındaki fiyat değişimini gösteriyoruz.
Doğrula Sepetimizin Kasım ayındaki fiyat artışı
Doğrula sepetinin bir aylık fiyat artışı %8,11’dir. Gıda enflasyonu ise %4,16’dır.
Sepetimizdeki fiyatlarda fiyatı en çok artan 20 ürünü ise aşağıda verdik.
ENA Grup ve TÜİK ile bizim sepetimiz arasında bu kadar farkın olmasının sebeplerinden ikisi bizim sepetimizde daha az ürün olması ve aldığımız fiyatların kaynaklarının farklı olmasıdır. Aşağıdaki Excel dosyasında ürünlerin ortalama fiyatlarını, fiyat artışını artışını, ürünlerin sepetteki ağırlıkların, alt sepet gruplarının ve tüm sepetin fiyat değişimini bulabilirsiniz.
Fiyat değişimini incelerken 145 ürün grubunu baz aldık. TÜİK’ten aldığımız enflasyon sepetindeki bazı ürünleri çıkardık ve bazılarının ağırlıklarını değiştirdik. Amacımız bir ailenin bir ayda temel olarak tüketebileceği ürünlerdeki fiyat değişimini ölçmekti. Bu sebeple temel olmayan gıda ürünlerini ve kıyafet, otomobil gibi her ay alınması gerekmeyen ürünleri çıkardık.
Hangi kaynakları kullandık?
İncelememizi yaparken sadece web sitelerini kullandık. Gıda ürünlerinin, kişisel bakım malzemelerinin, temizlik malzemelerinin ve gıda sarf malzemelerinin fiyatlarını dört marketin online alışveriş sitesinden aldık. Bu marketler Migros, A101, Carrefour ve Şok’tur. Bu marketler ülkenin en yaygın olan marketlerindendir. BİM’in internet sitesinde fiyatlar yazmadığı için BİM’i incelemedik.
145 ürün grubunun her birinin bir kaç kaynaktan aldığımız fiyatlarının ortalamasını bulduk. Belirtmek isteriz ki fiyatlarını aldığımız ürünlerin gramajı birbirine çok yakındır. TÜİK’ten aldığımız sepetin ürünlerinin ağırlıklarında bazı değişimlere gittik. Öncelikle ürünlerin ağırlıklarını yüzde yüze eşitlemek amacıyla ürünlerin sepetteki ağırlıklarını iki ile çarptık. Daha sonra ağırlıklarda bazı değişimlere gittik. Aşağıdaki Excelde ürün ağırlıklarını ve değişim yaptığımız ürünleri görebilirsiniz.
Eylül ve Ekim ayı için elimizdeki ortalama fiyatlar ile ürünlerin ağırlıklarını çarptık ve bu ağırlıkları toplayarak sepet fiyatını bulduk. Sonunda elimizdeki iki ayın sepet fiyatı vardı. Sonra, Ekim ayının sepet fiyatından Eylül ayının sepet fiyatını çıkardık ve çıkanı Eylül ayının sepet fiyatına bölüp 100 ile çarptık. Sonuçta elimizdeki sepetin fiyatının bir ayda yüzde kaç arttığını bulduk. Bu işlem ile tüketici fiyat endeksini bulmuş olduk.
Yrd. Doç. Dr. Oktay Kızılkaya’nın hazırladığı slayttan alınmış Tüketici Fiyat Endeksi örneği
Metodolojimiz ile alakalı eleştirilerinizi ve önerilerinizi bekliyoruz. Eleştirilerinizi veya önerilerinizi e-mail yoluyla erselalemdar@doğrula.org adresine yada Doğrula’nın sosyal medya adreslerine gönderebilirsiniz.