Son günlerde yabancı öğrencilerin Türkiye’deki üniversitelere kabul şartları tartışılıyor. Üniversitelerde yabancı öğrenci oranının arttığı, yabancıların Türk vatandaşlarına göre daha kolay üniversitelere girdiği iddia ediliyor. Bu konuya bir mercek tutalım.
Yurtdışından öğrenci kabulüne yönelik esaslar
Bu konuyu incelemek için Yükseköğretim Kurulu’nun hazırladığı Yurtdışından Öğrenci Kabulüne Yönelik Esaslar’ı incelemek gerekir. Öncelikle Türk üniversitelerine başvuran yabancıların lise son sınıfta veya lise mezunu olması gerekir. Burada yabancı tanımına yabancı uyruklu olanlar, yabancı uyruklu olup sonradan Türk vatandaşı olanlar, ortaöğretimini (lise eğitimini) Türkiye ve KKTC hariç ülkelerde tamamlayan Türk vatandaşları ve KKTC uyruklu olup KKTC’de ortaöğrenimini görüp GCEAL sınav sonuçlarına sahip olanlar girer.
Üniversiteler şartları belirliyor
Türkiye’deki üniversitelerin senatolarınca oluşturulan yönetmelik ile yurtdışından gelen öğrencilerin kabulü belirleniyor. Bu yönergelerde yabancı ülkelerin kendi ulusal sınavları, uluslararası sınavlar, ortaöğretim (lise) not ortalamaları, üniversiteler tarafından yapılan sınav gibi yöntemlerin minimum puanları yer alıyor. Bu yönerge YÖK’e gönderilip YÖK tarafından onaylanınca yürürlüğe giriyor. Üniversite kontenjanlarını ve yurt dışından gelecek öğrencilerin Türkçe düzeylerinin yeterlilik koşulunu yine üniversitelerin kendisi belirliyor.
Üniversitelerin şartları neler?
Üniversitelerin hepsi Türkiye’deki lise denklik diplomasına denk bir diploma istemektedir. Diplomada da minimum puan gereksinimi vardır. Bunların en bilinenleri arasında Uluslararası Bakalorya yer alır. Uluslararası Bakalorya diploma skoru en az 45 üzerinden 20 olmalıdır. Vakıf üniversiteleri bu puana göre burs da verebilir. Bunun yanında bazı üniversiteler ABD’deki üniversitelerde de geçerli olan SAT sınavı koşulu da getirebilir. Buna ek olarak üniversiteler yurtdışından gelen öğrencileri seçmek için Yabancı Öğrenci Seçme sınavı da düzenleyebilir. Yani kontenjana göre yabancı öğrenci seçiminin kriterleri üniversiteden üniversiteye ve bölümden bölüme değişiyor. Ayrıca yabancı öğrencilerden dönemlik ücret de alınıyor.
Bazı örnekler
Marmara Üniversitesi’nde İstatistik eğitim almak isteyen yabancı biri Marmara Üniversitesi’nin düzenlediği YÖS sınavından en az 50 puan almalı ve açılan 8 kişilik kontenjanın içinde olmalı. Buna ek olarak yıllık 4591 TL üniversite katkı payını ödemeli. Bu kişi istatistik değil de diş hekimliği okumak isterse en az 70 puan almalı ve yıllık 30141 TL ödemeli. ODTÜ’ye girmek isteyen birisi SAT-1 sınavından en az 1200 puan ve bazı sayısal bölümler için en az 680 matematik puanı almalıdır. ODTÜ’de bilgisayar mühendisliği eğitimi için 14 kişilik kontenjan açılırken tarih için 4 kişilik kontenjan açıldı. ODTÜ’de yeni başlayan yabancı bir mühendislik öğrencisi dönemlik 5000 TL öderler. Bazı üniversiteler (Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi gibi) YÖS şartı aramamaktadır. Fakat lise dengi diploma ve minimum puan gerekliliği yine de vardır.
Bir önceki yazımızda Suriyeli sığınmacıların çoğunun Geçici Koruma statüsünde olduğunu göstermiştik. Hem sosyal medyada hem de bazı muhalefet liderlerinin konuşmalarında Suriyeli sığınmacıların geri gönderilmesine dair bazı söylemler geliştirildiğini görüyoruz. Bazı muhalefet partileri iktidara geldikleri takdirde Suriyelileri göndereceklerine dair planlar yaptıklarını açıklıyor. Fakat bu politikanın hukuka ne kadar uygun olduğu konusu tartışmaya açık. Bu yazımızda da bu meselenin hukuksal boyutuna bakacağız.
Mültecilerin Hukuki Statüsüne ilişkin Sözleşme
İkinci Dünya Savaşı sonrasında mültecilerin korunmasına dair bir sözleşme imzalanmıştır. Türkiye’de çekince koyarak bu sözleşmeye üye olmuştur. Sözleşmenin ilk maddesi anlaşmanın mülteci olarak kimi kapsadığı ile alakalıdır.
“1. Madde
…
1 Ocak 1951’den önce meydana gelen olaylar sonucunda ve ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan, ya da söz konusu korku nedeniyle , yararlanmak istemeyen; yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen her şahsa uygulanacaktır.
…”
Sözleşmeye göre imzacı devletler sadece Avrupa’da meydana gelen olaylardan dolayı mı yoksa her yerde meydana gelen olaylardan dolayı mı mültecileri kabul edeceğini kendisi seçecektir. Türkiye de sadece Avrupa’da meydana gelen olaylardan dolayı gelenleri mülteci olarak kabul edeceğini açıklamıştı. 1967 yılında mültecilere dair bu sözleşmeye ek olarak bir protokol imzalanmış ve zaman ile coğrafya sınırları kaldırılmıştır. Fakat Türkiye bu protokolü imzalarken de mülteci sayılacak kişilerin sadece Avrupa’da meydana gelecek olaylardan dolayı gelen kişileri kapsayacağını tekrar beyan etmiştir. Bu sebeple Suriye’deki çatışma sonucunda gelen sığınmacılar mülteci statüsünde değildir. Bu mülteciler yalnızca geçici koruma statüsündedir.
(a) Bu kişiler geri kabul başvurusunun ibrazı esnasında Türkiye topraklarından bir Üye Devletin topraklarına doğrudan giriş için Türkiye tarafından düzenlenmiş geçerli bir vizeye sahip,
(b) Türkiye tarafından düzenlenmiş bir ikamet iznine sahip veya
(c) Türkiye topraklarında kaldıktan veya transit geçiş yaptıktan sonra Üye Devletlerin ülkesine yasadışı ve doğrudan giriş yapmış ise
Türkiye’ye geri kabul edilir. Aynısı Avrupa Birliği’nden Türkiye’ye yasadışı geçiş yapan üçüncü ülke vatandaşları için de Avrupa Birliği’ne geri kabulü için de geçerli. Fakat bu durum Avrupa Birliği’ne geçenlerden daha nadir.
Geçici koruma yönetmeliğine göre geri dönüş
6458 Nolu Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 91.maddesine göre “Ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak sınırlarımıza gelen veya sınırlarımızı geçen yabancılara geçici koruma sağlanabilir.” Bu konuyla alakalı genel hususlar Bakanlar Kurulu’nun çıkardığı yönetmelikle düzenlenir. Buna yönelik 2014 yılında Geçici Koruma Yönetmeliği yayınlandı.
Bu yönetmelik Suriyeli sığınmacıları geçici koruma statüsü ile alakalı genel hususları gösteriyor.
Yönetmeliğin 6. Maddesi:
“Bu Yönetmelik kapsamındaki hiç kimse, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye tabi tutulacağı veya ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatının veya hürriyetinin tehdit altında bulunacağı bir yere gönderilemez. (2) Genel Müdürlük, ilgili mevzuata göre ülkemizden gönderilmesi gerektiği halde, birinci fıkra kapsamında ülkemizden gönderilemeyecek yabancılar hakkında idari tedbirler alabilir.
…”
Yönetmeliğin 11. Maddesi:
“Geçici koruma uygulamasının sona ermesi
MADDE 11- (1) Bakanlık, geçici korumanın sona erdirilmesi için Cumhurbaşkanına teklifte bulunabilir. Geçici koruma, Cumhurbaşkanı kararıyla sonlandırılır.
a) Geçici korumayı tamamen durdurarak geçici korunanların ülkelerine dönmesine,
b) Geçici korunanlara, koşullarını taşıdıkları statünün toplu olarak verilmesine ya da uluslararası koruma başvurusunda bulunanların başvurularının bireysel olarak değerlendirilmesine,
c) Geçici korunanların, Kanun kapsamında belirlenecek koşullarda Türkiye’de kalmalarına izin verilmesine, karar verebilir.”
maddeye göre ise kişinin Türkiye’den kendi isteğiyle ayrılması veya üçüncü bir ülkenin korumasından faydalanması ile geçici koruma statüsü sona erer. 13 maddeye göre ise 12. Maddeye göre geçici koruma statüsünü kaybedenlerin Türkiye’ye geri döndüğü taktirde geçici koruma statüsünün uygulanıp uygulanmayacağına Genel Müdürlük karar verir.”
5. Maddenin ilk fıkrasında ise:
“Cumhurbaşkanının geçici korumanın sona erdirilmesi kararını müteakip, geçici korunanların Türkiye’den çıkış yapması esastır.”
Özetle; bu yönetmeliğe göre Cumhurbaşkanı’nın kararı doğrultusunda geçici korumanın sona erdirilmesine karar verdiğinde geçici korunanalar Türkiye’den çıkış yapmalıdır. Fakat bunun için geri dönecek sığınmacıların işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye tabi tutulmayacağından veya ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatının veya hürriyetinin tehdit altında bulunulmayacağından emin olunması gerekiyor. Tartışmalarda da temel konu bu oluyor. Ayrıca Türkiye’den ayrılan geçici korunanların bu statüsü iptal edilebilir.
Suriye artık güvenli mi?
Bu durumda Suriye’nin geri dönebilecek sığınmacılar için güvenli olup olmadığı konusu önemlidir. Bu konuda da iki ayrı görüş bulunuyor.
2021 yılının Mart ayında yayınlanan Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Suriyeli sığınmacıların uluslararası korunma statüsü ile ilgili bir rapor yayınladı. Bu rapora göre Suriye’de 2017’den bu yana önemli değişiklikler oldu. Suriye rejiminin kontrolü önemli ölçüde arttı. Fakat yine de sivilleri güvenliği tehlikede. Uluslararası insan hakları hukuku ve uluslararası insancıl hukuk ihlalleri devam ediyor. Bu raporda ayrıca Suriye rejiminin savaş suçu işlediğine, insanlığa karşı suçlar işlediğine ve sivillere yönelik saldırılar gerçekleştirdiğine dair raporlar olduğu bildiriyor. Birleşmiş Milletler ve insan hakları gözlemcileri özellikle rejim karşıtlarının keyfi tutuklamalara, hayatı tehlikeye atacak koşullarda gözaltına, işkenceye, adil yargılanma ihlallerine ve cinsel şiddete maruz kaldığı belirtiliyor. Ayrıca raporda rejimin 15 yaş altı çocukları askere aldığı ve kullanıldığı söyleniyor.
Refugee Protection Watch isimli 5 organizasyonun koalisyon 17 Kasım 2021 tarihindeki raporunda Suriye’nin geri dönüşler için güvenli olmadığı sonucuna vardı. Hatta Suriye’deki koşulların daha bozulduğunu bildirdi. Suriye’ye geri dönüp tekrar Suriye’yi terk edenlerin de arttığını söyledi.
Uluslararası Kızılhaç Komitesi doğru şartlarda Suriyeli sığınmacıların Suriye’ye dönmesinin pozitif bir gelişme olacağına inanıyor. Geri dönüşlerin güvenli, gönüllü ve onurlu şekilde olmasını öneriyorlar. Toplu geri dönüş yerine bireysel dönüşlerin olması gerektiğini söylüyorlar. Suriye’deki durumun hala karışık olduğunu, insan hakları ihlalleri ve şiddetin devam ettiğin ve sağlık sistemi ile altyapı önemli ölçüde zarar gördüğünü bildiriyorlar.
Human Rights Watch isimli organizasyon 20 Ekim 2021’de yayınladığı raporda Suriye’nin bölümlerinde 2018’den bu yana çatışmalar sona erse de, Suriye’nin güvenli olmadığı söyleniyor. Geri dönen Suriyelilerin insan hakları ihlalleri ile, işkencelerle ve kaçırılmalarla karşılaştığı bildiriliyor. Geri dönenlerin basit ihtiyaçlarını karşılamada ve hayatta kalmada zorlandıkları belirtiliyor.
Uluslararası Af Örgütü de yayınladığı raporda Suriye’ye geri dönen sığınmacıların tecavüz ile, cinsel şiddet ile, keyfi tutuklamalar ile, işkence ve diğer kötü muameleler ile ve gözaltında zorla kaybolma ve ölümler ile karşılaştığını belirtiyor.
Euromed Rights isimli organizasyon Avrupa Birliği’nin 6. Brüksel Konferansı için hazırladığı önerilerde Suriye’nin sığınmacılar için tehlikeli olduğunu bildirdi.
Suriyelilerin gönüllü geri dönüşüne yönelik ise Suriye Barometresi 2020 yılı raporunda Suriyeli sığınmacıların yüzde 77,8’i dönmeyi hiçbir şekilde istemiyor, yüzde 16’sı savaş biterse ve istedikleri yönetim şeklide olursa döneceklerini söylüyor.
Bu raporları göz önüne aldığımızda Suriyelilerin geri dönüşüne yönelik politikalar hukuka uygun olmayacaktır. Fakat Suriye rejimi 30 Nisan 2022 tarihinde bu tarihinden önceki terör suçlarını kapsayan genel af çıkarması gibi gelişmeler oluyor. Geri dönmesi beklenen sığınmacıların güvenliği sağlanabildiği taktirde sığınmacıların geri dönüşüne yönelik politikalar geliştirilebilir.
2010 yılında başlayan Arap Baharı ile Ortadoğu’da pek çok iç çatışma başlamıştı. 2011 yılında Suriye’de başlayan iç savaş ile Suriye’den diğer ülkelere milyonlarca insan sığındı. Bu da sığınmacı krizine sebep oldu. En çok sığınmacının barındığı ülke ise Türkiye oldu. Özellikle son dönemde Türkiye’de sığınmacı krizi en önemli sorunlardan biri olarak görülmeye başlandı. Yazımızın ilk bölümünde Türkiye’deki sığınmacıların durumunu inceleyeceğiz.
Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına göre Sığınmacıların durumu
İlk önce bu konuda kafa karıştıran tanımları açıklamak gerek.
Göçmen (5543 nolu İskan Kanuna göre): “Türk soyundan ve Türk kültürüne bağlı olup, yerleşmek amacıyla tek başına veya toplu halde Türkiye’ye gelip bu Kanun gereğince kabul olunanlardır.”
Göç (6458 nolu Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’na göre): “Yabancıların, yasal yollarla Türkiye’ye girişini, Türkiye’de kalışını ve Türkiye’den çıkışını ifade eden düzenli göç ile yabancıların yasa dışı yollarla Türkiye’ye girişini, Türkiye’de kalışını, Türkiye’den çıkışını ve Türkiye’de izinsiz çalışmasını ifade eden düzensiz göçü ve uluslararası korumayı ifade eder.”
Uluslararası Koruma: “Mülteci, şartlı mülteci veya ikincil koruma statüsünü ifade eder.”
Mülteci: “Avrupa ülkelerinde meydana gelen olaylar nedeniyle; ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncelerinden dolayı zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancıya veya bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen vatansız kişiye statü belirleme işlemleri sonrasında mülteci statüsü verilir.”
Şartlı Mülteci: “Avrupa ülkeleri dışında meydana gelen olaylar sebebiyle; ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncelerinden dolayı zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan, ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancıya veya bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen vatansız kişiye statü belirleme işlemleri sonrasında şartlı mülteci statüsü verilir. Üçüncü ülkeye yerleştirilinceye kadar, şartlı mültecinin Türkiye’de kalmasına izin verilir.”
İkincil Koruma: “Mülteci veya şartlı mülteci olarak nitelendirilemeyen, ancak menşe ülkesine veya ikamet ülkesine geri gönderildiği takdirde;
a) Ölüm cezasına mahkûm olacak veya ölüm cezası infaz edilecek,
b) İşkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye maruz kalacak,
c) Uluslararası veya ülke genelindeki silahlı çatışma durumlarında, ayrım gözetmeyen şiddet hareketleri nedeniyle şahsına yönelik ciddi tehditle karşılaşacak,
olması nedeniyle menşe ülkesinin veya ikamet ülkesinin korumasından yararlanamayan veya söz konusu tehdit nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancı ya da vatansız kişiye, statü belirleme işlemleri sonrasında ikincil koruma statüsü verilir.”
Geçici Koruma (Geçici Koruma Yönetmeliği): Ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak veya bu kitlesel akın döneminde bireysel olarak sınırlarımıza gelen veya sınırlarımızı geçen ve uluslararası koruma talebi bireysel olarak değerlendirmeye alınamayan yabancılara sağlanan korumayı belirtir.
Sığınmacılar kitlesel olarak geldiği ve gelen tüm sığınmacılar bireysel olarak uluslararası koruma talebinde bulunamayacağı için Suriye’den gelen sığınmacıların çoğu geçici koruma statüsündedir.
Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların sayısı
Suriyeli sığınmacıların sayısı da çokça konuşuluyor. Muhalefetteki bazı isimler resmi verilerin yanlış olduğunu dile getiriyor. 8 Mayıs 2022 tarihinde İçişleri Bakanlığı Bakan Yardımcısı İsmail Çataklı tarafından yapılan açıklamada Türkiye’de toplam 5 milyon 500 bin 690 yabancı var. Bu sayının 4 milyon 82 bin 693 tanesi sığınmacı ve 3 milyon 762 bin 686 tanesi geçici koruma kapsamındaki Suriyeli sayısı olduğunu söyledi. Ayrıca, ülkesine dönen Suriyeli sayısının 492 bin 983 olduğu açıkladı.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun 10 Mayıs 2022’deki açıklamasına göre Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Suriyeli sayısı ise 200 bin 950 ve bu sayının 113 bin 654’ü oy kullanabilecek yaştadır. 5 Mayıs 2022 tarihi için Göç İdaresi Başkanlığı’nın açıkladığı veriye göre Türkiye’de ikamet izni olan yabancı sayısı ise 1 milyon 414 bin 776’dır.
Muhalefetteki bazı isimlerin açıklamalarına göre sığınmacı sayısı
Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ Türkiye’de 8 milyon sığınmacı olduğunu belirtti. 900 bin Suriyelinin de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yapıldığını iddia etti. Suriye sınırında Türkiye kontrolündeki bölgede yaşayan sayıları da ekleyerek Özdağ Türkiye’nin toplam 11 milyon kişiye baktığını söyledi.
Eski MHP Milletvekili Sinan Oğan paylaşımlarında 3,7 milyon sığınmacı olduğunu, 1,5 milyon oturma izni sahibi olduğunu ve 200 bin de vatandaşlık alan Suriyeli olduğunu belirterek toplam sayının 5,4 milyon olduğunu söyledi. Kaçak ülke girenlerin sayısının da yaklaşık 600 bin ulaşabileceğini söyleyerek toplam sayının 6 milyon olabileceğini belirtti. Sonrasında diğer milletlerden gelenlerinde eklendiğinde sayının 10 milyona ulaşabileceğini ifade etti.
İstanbul Valisi Ali Yerlikaya İstanbul’da 1 milyon 179 bin 751 yabancı olduğunu ve bunun 535 bin 25 tanesinin geçici koruma kapsamındaki Suriyelilerden oluştuğunu söylerken İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ise İstanbul’da 2,5 milyon kadar yabancının olduğunu iddia etti.
Gelecek yazımızda sığınmacıların geri gönderilmesinin uluslararası hukuka uygunluğunu inceleyeceğiz. Sığınmacılar ile alakalı Göç İdaresi’nin hazırladığı bazı grafikleri aşağıda görebilirsiniz.
Bu yazımızda her ayın 3’ünde gündem olan enflasyon oranlarını konu aldık. Doğrula olarak da bir ürün sepeti oluşturup bir aylık fiyat değişimini ölçtük. Öncelikle temel kavramlar olarak enflasyonu ve TÜFE’yi açıklamak istiyoruz. Martta Doğrula Sepeti’nde fiyatların değişimini bulduk.
Temel kavramlar
Enflasyon:Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’na göre enflasyon fiyatların genel seviyesindeki değişimdir. Toptan eşya fiyat endeksleri, tüketici fiyat endeksleri, üretici fiyat endeksleri ve özel kapsamlı TÜFE göstergeleri gibi çeşitli endeksler aracılığı ile ölçülmektedir.
TÜFE: Tüketici tarafından satın alınan mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki değişimleri ölçen endekstir. TÜFE hesaplanırken örnek bir kitlenin mal ve hizmete ne kadar para harcadığı bulunarak TÜFE hesaplamasında mal ve hizmetlerin ağırlığı belirlenir. Her ay mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki değişim ölçülür ve ağırlıkları ile çarpılır. Çıkan sonuç TÜFE’dir.
Enflasyon neden önemlidir?
Öncelikle enflasyonun olması demek tüketicilerinin aynı para ile daha az mal ve hizmet alması demektir. Ayrıca, reel faiz enflasyon oranı ile doğrudan bağlantılı olduğu için nominal faiz oranının belirlenmesinde de enflasyon göz önünde bulundurulur.
Türkiye’de enflasyon
Her ayın 3’ünde TÜİK enflasyon oranlarını açıklamaktadır. Başta Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası olmak üzere pek çok kamu ve özel kuruluş TÜİK’in enflasyon oranlarına göre karar vermektedir.
Enflasyon oranını paylaşan diğer kuruluş ENA Grup
TÜİK’in yanında Enflasyon Araştırma Grubu(ENAGrup) da Türkiye’deki tüketici enflasyonunu ölçmektedir. Sosyal medyada TÜİK’in yanında bu grubun da enflasyon oranı paylaşılmaktadır. ENAGrup’un enflasyon oranları ile TÜİK’in enflasyon oranları birbirinden farklı çıkmakta ve bu sebeple de sosyal medya kullanıcıları TÜİK oranlarından şüphe duymaktadır. Çoğunlukla ENAGrup’un tüketici enflasyon oranı daha yüksek çıkmaktadır.
TÜİK ve ENA Grup enflasyon oranları
TÜİK’e göre Tüketici Fiyat Endeksi yıllık bazda yüzde 69,97 artarken aylık bazda yüzde 7,25 arttı. Gıda enflasyonu ise yüzde 13,38’dür.
ENA Grup’ta ise TÜFE yıllık bazda yüzde 156,86 arttığını hesaplarken aylık bazda yüzde 8,68 arttığını hesaplamıştır. Gıda enflasyonunu ise aylık bazda 9,31’dir.
Doğrula aylık fiyat artışı hesaplaması
Doğrula olarak bizde aylık olarak bazı tüketici ürünlerindeki fiyat değişimini ölçmek istedik. Metodolojimiz ve aldığımız fiyatların kaynaklarını da paylaşarak size ürün sepetimizdeki ürünlerin Kasım ayındaki fiyat değişimini gösteriyoruz.
Doğrula Sepeti’mizin ocak ayındaki fiyat artışı
Doğrula sepetinin fiyatındaki bir aylık (Nisan Ayı) artış yüzde 8,16 dir. Gıda sepetinin fiyat artışı ise yüzde 8,16’dır.
Sepetimizdeki fiyatlarda fiyatı en çok artan 20 ürünü ise aşağıda verdik.
ENA Grup ve TÜİK ile bizim sepetimiz arasındaki farkın sebeplerinden ikisi bizim sepetimizde daha az ürün olması ve aldığımız fiyatların kaynaklarının farklı olmasıdır. Aşağıdaki Excel dosyasında ürünlerin ortalama fiyatlarını, fiyat artışını artışını, ürünlerin sepetteki ağırlıkların, alt sepet gruplarının ve tüm sepetin fiyat değişimini bulabilirsiniz.
Fiyat değişimini incelerken 145 ürün grubunu baz aldık. TÜİK’ten aldığımız enflasyon sepetindeki bazı ürünleri çıkardık ve bazılarının ağırlıklarını değiştirdik. Amacımız bir ailenin bir ayda temel olarak tüketebileceği ürünlerdeki fiyat değişimini ölçmekti. Bu sebeple temel olmayan gıda ürünlerini ve kıyafet, otomobil gibi her ay alınması gerekmeyen ürünleri çıkardık.
Hangi kaynakları kullandık?
İncelememizi yaparken sadece web sitelerini kullandık. Gıda ürünlerinin, kişisel bakım malzemelerinin, temizlik malzemelerinin ve gıda sarf malzemelerinin fiyatlarını dört marketin online alışveriş sitesinden aldık. Bu marketler Migros, A101, Carrefour ve Şok’tur. Bu marketler ülkenin en yaygın olan marketlerindendir. BİM’in internet sitesinde fiyatlar yazmadığı için BİM’i incelemedik.
145 ürün grubunun her birinin bir kaç kaynaktan aldığımız fiyatlarının ortalamasını bulduk. Belirtmek isteriz ki fiyatlarını aldığımız ürünlerin gramajı birbirine çok yakındır. TÜİK’ten aldığımız sepetin ürünlerinin ağırlıklarında bazı değişimlere gittik. Bu ağırlıklara karar verirken Türkiye’deki bir kişinin bir ayda tükettiği ürün miktarını baz aldık. Aşağıda ürünlerin sepetteki ağırlıklarını bulabilirsiniz.
Aralık ve Kasım ayı için elimizdeki ortalama fiyatlar ile ürünlerin ağırlıklarını çarptık ve bu ağırlıkları toplayarak sepet fiyatını bulduk. Sonunda elimizdeki iki ayın sepet fiyatı vardı. Sonra, Aralık ayının sepet fiyatından Kasım ayının sepet fiyatını çıkardık ve çıkanı Kasım ayının sepet fiyatına bölüp 100 ile çarptık. Sonuçta elimizdeki sepetin fiyatının bir ayda yüzde kaç arttığını bulduk. Bu işlem ile tüketici fiyat endeksini bulmuş olduk.
Yrd. Doç. Dr. Oktay Kızılkaya’nın hazırladığı slayttan alınmış Tüketici Fiyat Endeksi örneği
Metodolojimiz ile alakalı eleştirilerinizi ve önerilerinizi bekliyoruz. Eleştirilerinizi veya önerilerinizi e-mail yoluyla erselalemdar@doğrula.org adresine yada Doğrula’nın sosyal medya adreslerine gönderebilirsiniz.
Daha önceki yazılarımızda konut fiyatlarını ve konut arzını incelemiştik. Bu yazımızda ise konut talebindeki değişimleri inceleyeceğiz ve talebin fiyata etkisine bakacağız. Yıllara göre konut satışı, yabancılara konut satışı, konut faizi, toplam konut kredisi ve hane halkı sayısını inceleyeceğiz.
Yabancılara yapılan konut satışı sayıları
12 Ocak 2017’de yayınlanan Resmi Gazete’de Türk Vatandaşlığı Kanunu’nun Uygulanmasına Yönelik Yönetmelik’te bazı değişikliklere gidildi. Buna göre 1 milyon ABD doları değerinde tapu alan ve üç yıl içinde bunun satılmaması için şerh koyduran kişiler Türk vatandaşı olabilecektir. 18 Eylül 2018’de yayınlanan karar ile de 1 milyon dolarlık miktar 250 bin dolara düşürülmüştür. Bunun yabancılara yapılan konut satışını artıracağı düşülmektedir.
Sosyal medyada ve siyasi tartışmalarda da yabancılara yapılan konut satışlarının fiyatları etkilediği söyleniyor. Merkez Bankası’ndan aldığımız verilerle oluşturduğumuz yabancılara satışı yapılan konut sayıları ile alakalı grafikleri aşağıda görebilirsiniz.
Grafiklerden de görüleceği üzere yabancılara yapılan konut satışı toplam konut satışına oranla çok azdır. Konut fiyatları ve yabancılara yapılan konut satışı sayısı arasında da bir ilişki görmek güç. Bazı zamanlarda fiyat artış oranı azalırken satışın yükseldiğini bazı zamanlarda da düştüğünü görmek mümkün. Fakat 2021 tarihinin sonlarında ikisinde de artış görmek mümkün.
Kredi faizi oranları ve konut satışı sayısı
Yine sosyal medyada ve siyasi tartışmalarda bahsedilen konut fiyatlarına etki eden diğer bir etmen ise konut kredi faizleridir. Konut kredi faizleri düştüğünde konut satışlarının arttığı ve bu sebeple fiyatların arttığı söyleniyor. Merkez Bankası’ndan ve Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurumu’ndan aldığımız verilerle oluşturduğumuz konut kredisi faiz oranlarını ve alınan kredi miktarını görebilirsiniz.
Bu grafikten konut kredisi faiz oranları ile konut kredisi alımı arasında çok güçlü bir bağ olmadığı gözüküyor. Faiz oranları çok dalgalansa da kredi alımında değişim çok daha az oluyor. Örneğin konut kredisi faiz oranı 2020 temmuzda yüzde 9 civarına düşüyor ve konut kredisi alımında yükseliş görülüyor. Fakat sonrasında oranlar yükselse de konut kredisi alımında düşüş gözükmüyor. Konut kredisi faiz oranları ile konut satış fiyatlarındaki değişimi gösteren grafik ise aşağıdadır.
Grafikten anlaşılacağı üzere pandemi başlangıcına kadar kredi faiz oranları ve konut satış fiyatlarındaki artış ters ilişkilidir. Yani faiz artarken fiyatlar düşmektedir. Fakat pandemi sonrası bir ilişki kurmak güç. Yalnızca 2020’nin ikinci yarısındaki artış ile konut fiyatlarındaki artış durağanlaşmıştır. Daha sonra faizlerde çok artış olmaması karşın konut fiyatları 2021 yılının sonunda zirve yapmıştır. Faizler yıllık yüzde 17-18 civarı kalırken konut fiyatı artışı Ekim’de yüzde 6, Kasım’da yüzde 9, Aralık’ta yüzde 8 ve ocakta yüzde 13 olmuştur.
Hanehalkı sayısındaki değişim
Hanehalkı sayısındaki artış da konut talebini etkilemekte dolayısıyla konut satış fiyatını da etkilemektedir. TÜİK’ten aldığımız verilere göre de hane sayısı yıllık yüzde 2 ve 3 arası değiştiğini görüyoruz. Bununda artışlara çok büyük bir etkisinin olmadığını söylemek mümkün.
Konut satış sayıları, enflasyon ve dolar kuru
Buraya kadar konut talebindeki ve arzındaki değişimleri inceledik. Bunlara ek olarak konut fiyatlarındaki değişimi daha iyi anlamak için enflasyon, dolar kuru ve enflasyon beklentisi de incelenebilir.
Grafik incelendiğinde dolar kuru yükseldikten sonraki aylarda hem TÜFE’deki aylık artışın hem de konut satış fiyatlarındaki artışın yükseldiğini görmek mümkün. Fakat bu grafiğe göre dolar kuru düştüğünde yükselen fiyatlar düşüş göstermiyor. Örneğin 2020 nisanda dolar kuru yüzde 8 yükselirken 2020 mayıs ayında konut satış fiyatları yüzde 6,59 yükseliyor. 2020 haziranda ise dolar kuru yüzde 2 düşerken konut fiyatları yüzde 2,65 artmıştır. Son aylarda ise hem dolar kuru, hem konut satış fiyatı, hem de TÜFE önceki aylara nazaran ciddi anlamda yükselmiş ve henüz düşüş eğilim göstermemektedir. Konut satış fiyatlarının artışına bahsettiğimiz diğer etmenlerin etkisi olsa da dolar kurundaki ve enflasyondaki yükselişin konut fiyatlarına kayda değer biçimde etki ettiğini söylemek mümkün.
Önceki yazımızda kira ücretlerinin ve konut satış fiyatlarındaki artışı konu almıştık. Bu yazımızda ve bir sonraki yazımızda bu artışı etkileyen sebepleri inceleyeceğiz. Ekonomistlerin neredeyse hepsinin kabul ettiği arz ve talep kanuna göre diğer koşullar değişmediğinde bir malın fiyatını o mala olan arz ve talep belirler. Biz de arz ve talepteki değişimlere bakacağız. Bu yazımızda konut arzındaki değişimi inceleyeceğiz.
İnşaat maliyetindeki değişim
TÜİK her ay inşaat işlerindeki maliyeti endeksi yayınlıyor. İnşaat maliyetindeki değişim de konut fiyatlarını etkileyebileceği söylenebilir. Bu endekse göre ikamet amaçlı binaların inşaat maliyetlerindeki değişimi de aşağıda görebilirsiniz.
İnşaat maliyetleri 2021 yılının son aylarında bir hayli yükselmiştir. 2021 Aralık’ta ve 2022 Ocak’ta bir önceki aya oranla ikamet amaçlı binaların inşaatlarının maliyetleri yüzde 15 artmıştır. Bu artışın konut satış fiyatlarını da arttırması beklenebilir. İnşaat maliyetlerindeki değişim ve konut satış fiyatlarındaki değişimi aşağıda görebilirsiniz.
İnşaat maliyetlerini ve konut fiyatlarını karşılaştırdığımızda son aylarda iki veride de önemli derecede artış görülüyor. Konut fiyatları 2021 Aralık’ta bir önceki aya oranla yüzde 8 ve 2022 Ocak’ta yüzde 13 artmıştır. Fakat daha önceki aylarda inşaat maliyetlerindeki sert çıkışlara rağmen konut fiyatlarının aynı derecede artmadığını görüyoruz.
Yapı izin istatistikleri
Arzdaki değişime bakmak için konut sayılarındaki değişime bakmak ideal olacaktır. Fakat, TÜİK’in ya da Merkez Bankası’nın böyle bir güncel verisi yok. Bunun yerine yapı izin istatistikleri incelenebilir. Aşağıda aylara göre ikamet amaçlı yapı ruhsatı verilen yapı sayısını görmek mümkün.
Yapı ruhsatı sayısını ve inşaat maliyetlerini karşılaştırdığımızda ise son aylarda ikisinde de artış olduğunu görüyoruz. Kasım ayında 10104 yapı ruhsatı alınırken Aralık ayında 16723 ruhsat alınmıştır. İnşaat maliyetleri ise Kasım 2021’de yüzde 7,71 artarken Aralık 2021’de yüzde 15 artmıştır.
Konut Satışları ne kadar maliyet artışından ne kadar etkileniyor?
Konut fiyatlarını incelerken konut satışlarının sayısını da göz önüne almak gerekir.
Yukarıdaki grafik incelendiğinde 2019 yılının sonunda, 2020 yılının ortasında ve 2021 yılının sonunda konut satışlarını tepe yaptığını görüyoruz. Bu verilere göre 2021 yılının Aralık ayında 226 bin 503 konut satıldı. 2022 yılının Ocak ayında ise büyük bir düşüş yaşanıyor ve sonraki iki ayda ise satışlarda artış gözüyor.
Konut fiyatlarının artışı ve inşaat maliyetlerinin artışı ile konut satış sayısı arasındaki ilişkiyi incelediğimizde ise şaşırtıcı bir sonuç ile karşılaşıyoruz. Özelikle son dönemde hem konut satış sayısında hem maliyet artışında hem de konut fiyatlarının artışında bir yükselme görüyoruz. Kasım ayında 178 bin 814 konut satışı gerçekleşirken konut fiyatlarında yüzde 9 ve inşaat maliyetlerinde de yüzde 9 artış gözüküyor. Aralık ayında ise 226 bin 503 konut satıldığını, konut fiyatlarında yüzde 8 artış ve inşaat maliyetlerinde yüzde 14 artış olduğu anlaşılıyor. Ocak’ta ise konut satışı 88 bin 306’ya düşerken konut fiyatları yüzde 15 artıyor, inşaat maliyetleri ise 13 artıyor. Burada konut satış sayısının artmasından sonra konut fiyatlarının arttığını görüyoruz. Bu da talebin arttığını ve maliyetlere ek olarak talebinde fiyatları arttırdığını gösteriyor. Gelecek yazımızda talepteki değişimi inceleyeceğiz.
Sosyal medyada son birkaç yıldır sık sık gündeme gelen eleştirilerden birisi konut fiyatlarının hızla artışı. Sosyal medya kullanıcıları, fiyat artışından kaynaklı ev sahibi olamadıklarını veya uygun ücretli kiralık ev bulamadıklarını söylüyorlar. Bu sorun pek çok akademisyen tarafından konuşuldu ve konuşulmaya devam ediyor. Biz de Doğrula olarak konut fiyatlarının artışının nedenlerini incelemek istedik. Yazı dizimizin ilk bölümde konut satış fiyatı ve kira ücretlerindeki değişimi göstereceğiz.
Konut fiyatları ne kadar arttı?
Öncelikle konut fiyatlarının ne kadar arttığını göstereceğiz. Bunu göstermek için birkaç kaynak kullandık. Bu kaynaklardan Türkiye’nin ve üç büyük şehirdeki konut satış fiyatlarının aylık yüzde kaç arttığını göstermek istedik. Bunların ilki Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası;
Merkez Bankası verileri haricinde Endeksa isimli platformun da verileri incelenebilir.
Merkez Bankası’na ve Endeksa’ya ek olarak Sahibinden Emlak Endeksi’nin Endeksi’nin verilerine baktık.
Bu grafikleri incelediğimizde 2021 yılının sonun 2022 yılının başında konut satış fiyatlarının artışında çok hızlı bir yükselme görüyoruz. Daha önceki senelerde böyle bir artış görülmüyor. Hatta son aylardaki konut fiyatlarındaki artışın geçen senelere göre 4-5 kat daha fazla olduğunu gözlemliyoruz.
Kiralardaki fiyat artışı
Konut satışlarında fiyat değişimini gördük. TÜİK verilerine göre 2020 yılı için Türkiye’de ev sahipliği oranı yüzde 57,8 iken kiracı oranı yüzde 26,2’dir. Bu oran kiralardaki artışın da göz önüne alınması gerektiğini gösteriyor. Kiradaki değişimi görmek için TÜİK başta olmak üzere birkaç kaynağa daha bakabiliriz.
Daha önce de kullandığımız Endeksa’yı kiralık konut fiyatlarındaki değişimleri görmek için kullanabiliriz.
Sahibinden Emlak Endeksi’nde ise üç büyük ilin kiralardaki değişimi aşağıdaki gibidir.
Kira verilerini incelediğimizde ise 2021 ortasında başlayan kira enflasyonunda artış eğilimi 2022 yılında çok yükseldiğini görüyoruz. Yine geçen senelere göre 4-5 kat artış olduğunu görmek mümkün.
Sıradaki yazılarımızda Türkiye’deki arz ve talepteki değişimleri inceleyeceğiz.
Bu yazımızda her ayın 3’ünde gündem olan enflasyon oranlarını konu aldık. Doğrula olarak da bir ürün sepeti oluşturup bir aylık fiyat değişimini ölçtük. Öncelikle temel kavramlar olarak enflasyonu ve TÜFE’yi açıklamak istiyoruz. Martta Doğrula Sepeti’nde fiyatların değişimini bulduk.
Temel kavramlar
Enflasyon:Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’na göre enflasyon fiyatların genel seviyesindeki değişimdir. Toptan eşya fiyat endeksleri, tüketici fiyat endeksleri, üretici fiyat endeksleri ve özel kapsamlı TÜFE göstergeleri gibi çeşitli endeksler aracılığı ile ölçülmektedir.
TÜFE: Tüketici tarafından satın alınan mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki değişimleri ölçen endekstir. TÜFE hesaplanırken örnek bir kitlenin mal ve hizmete ne kadar para harcadığı bulunarak TÜFE hesaplamasında mal ve hizmetlerin ağırlığı belirlenir. Her ay mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki değişim ölçülür ve ağırlıkları ile çarpılır. Çıkan sonuç TÜFE’dir.
Enflasyon neden önemlidir?
Öncelikle enflasyonun olması demek tüketicilerinin aynı para ile daha az mal ve hizmet alması demektir. Ayrıca, reel faiz enflasyon oranı ile doğrudan bağlantılı olduğu için nominal faiz oranının belirlenmesinde de enflasyon göz önünde bulundurulur.
Türkiye’de enflasyon
Her ayın 3’ünde TÜİK enflasyon oranlarını açıklamaktadır. Başta Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası olmak üzere pek çok kamu ve özel kuruluş TÜİK’in enflasyon oranlarına göre karar vermektedir.
Enflasyon oranını paylaşan diğer kuruluş ENA Grup
TÜİK’in yanında Enflasyon Araştırma Grubu(ENAGrup) da Türkiye’deki tüketici enflasyonunu ölçmektedir. Sosyal medyada TÜİK’in yanında bu grubun da enflasyon oranı paylaşılmaktadır. ENAGrup’un enflasyon oranları ile TÜİK’in enflasyon oranları birbirinden farklı çıkmakta ve bu sebeple de sosyal medya kullanıcıları TÜİK oranlarından şüphe duymaktadır. Çoğunlukla ENAGrup’un tüketici enflasyon oranı daha yüksek çıkmaktadır.
TÜİK ve ENA Grup enflasyon oranları
TÜİK’e göre Tüketici Fiyat Endeksi yıllık bazda yüzde 61,14 artarken aylık bazda yüzde 5,46 arttı. Gıda enflasyonu ise yüzde 4,73’dür.
ENA Grup’ta ise TÜFE yıllık bazda yüzde 142,63 arttığını hesaplarken aylık bazda yüzde 11,63 arttığını hesaplamıştır. Gıda enflasyonunu ise aylık bazda 15,8’dir.
Doğrula aylık fiyat artışı hesaplaması
Doğrula olarak bizde aylık olarak bazı tüketici ürünlerindeki fiyat değişimini ölçmek istedik. Metodolojimiz ve aldığımız fiyatların kaynaklarını da paylaşarak size ürün sepetimizdeki ürünlerin Kasım ayındaki fiyat değişimini gösteriyoruz.
Doğrula Sepeti’mizin ocak ayındaki fiyat artışı
Doğrula sepetinin fiyatındaki bir aylık (Mart Ayı) artış yüzde 13,88 dir. Gıda sepetinin fiyat artışı ise yüzde 18,07’dir.
Sepetimizdeki fiyatlarda fiyatı en çok artan 20 ürünü ise aşağıda verdik.
ENA Grup ve TÜİK ile bizim sepetimiz arasındaki farkın sebeplerinden ikisi bizim sepetimizde daha az ürün olması ve aldığımız fiyatların kaynaklarının farklı olmasıdır. Aşağıdaki Excel dosyasında ürünlerin ortalama fiyatlarını, fiyat artışını artışını, ürünlerin sepetteki ağırlıkların, alt sepet gruplarının ve tüm sepetin fiyat değişimini bulabilirsiniz.
Fiyat değişimini incelerken 145 ürün grubunu baz aldık. TÜİK’ten aldığımız enflasyon sepetindeki bazı ürünleri çıkardık ve bazılarının ağırlıklarını değiştirdik. Amacımız bir ailenin bir ayda temel olarak tüketebileceği ürünlerdeki fiyat değişimini ölçmekti. Bu sebeple temel olmayan gıda ürünlerini ve kıyafet, otomobil gibi her ay alınması gerekmeyen ürünleri çıkardık.
Hangi kaynakları kullandık?
İncelememizi yaparken sadece web sitelerini kullandık. Gıda ürünlerinin, kişisel bakım malzemelerinin, temizlik malzemelerinin ve gıda sarf malzemelerinin fiyatlarını dört marketin online alışveriş sitesinden aldık. Bu marketler Migros, A101, Carrefour ve Şok’tur. Bu marketler ülkenin en yaygın olan marketlerindendir. BİM’in internet sitesinde fiyatlar yazmadığı için BİM’i incelemedik.
145 ürün grubunun her birinin bir kaç kaynaktan aldığımız fiyatlarının ortalamasını bulduk. Belirtmek isteriz ki fiyatlarını aldığımız ürünlerin gramajı birbirine çok yakındır. TÜİK’ten aldığımız sepetin ürünlerinin ağırlıklarında bazı değişimlere gittik. Bu ağırlıklara karar verirken Türkiye’deki bir kişinin bir ayda tükettiği ürün miktarını baz aldık. Aşağıda ürünlerin sepetteki ağırlıklarını bulabilirsiniz.
Aralık ve Kasım ayı için elimizdeki ortalama fiyatlar ile ürünlerin ağırlıklarını çarptık ve bu ağırlıkları toplayarak sepet fiyatını bulduk. Sonunda elimizdeki iki ayın sepet fiyatı vardı. Sonra, Aralık ayının sepet fiyatından Kasım ayının sepet fiyatını çıkardık ve çıkanı Kasım ayının sepet fiyatına bölüp 100 ile çarptık. Sonuçta elimizdeki sepetin fiyatının bir ayda yüzde kaç arttığını bulduk. Bu işlem ile tüketici fiyat endeksini bulmuş olduk.
Yrd. Doç. Dr. Oktay Kızılkaya’nın hazırladığı slayttan alınmış Tüketici Fiyat Endeksi örneği
Metodolojimiz ile alakalı eleştirilerinizi ve önerilerinizi bekliyoruz. Eleştirilerinizi veya önerilerinizi e-mail yoluyla erselalemdar@doğrula.org adresine yada Doğrula’nın sosyal medya adreslerine gönderebilirsiniz.
Son haftalarda askeri operasyonlara varan Ukrayna-Rusya krizi neredeyse tüm dünyayı etkiliyor. Türkiye’nin de üye olduğu NATO Ukrayna tarafında yer alıyor. Avrupa ülkeleri ve ABD Rusya’ya karşı yaptırımlar uyguluyor ve Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı askeri operasyonları sonlandırması istiyorlar. Fakat Rusya’nın ve NATO’nun ilişkileri daha ciddi boyutlara ulaşabileceği düşünülüyor.
Türkiye ve Rusya-Ukrayna Krizi
Türkiye ise hem coğrafi konumundan dolayı hem de NATO üyeliğinden dolayı bu krizden en çok etkilenebilecek ülkelerden biri. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 28 Şubat’ta yaptığı açıklamasında “Ne Ukrayna’dan Ne Rusya’dan Vazgeçeriz” dedi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda ise Türkiye Rusya’yı kınama kararı tasarısına lehte oy verdi. 7 Mart 2022’de Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ise 10 Mart 2022 tarihinde Antalya’da Rusya ve Ukrayna Dışişleri Bakanları ile üçlü formatta toplantı yapılacağını duyurdu.
Rusya ve Türkiye’nin ticari ilişkileri
Bu süreçte Türkiye tarafsız kalmaya çalışsa da Türk kamuoyunda Türk-Rus ilişkilerinin kötüye gitmesinden endişe duyulduğunu gördük. Özellikle Türkiye ve Rusya ticaretinin kötüye gittiği taktirde Türkiye’nin çok ciddi sınamalarla karşı karşıya kalacağı söyleniyor. Biz de Doğrula olarak Türkiye ile Rusya’nın ticaretini ve birbirine bağımlılığını inceledik.
Türkiye’nin ticari ortağı Rusya
Türkiye’nin ve Rusya’nın çıkarları tarih boyunca bazen çakışırken bazen de paralel gitmiştir. Zamanla iki ülkenin de hem diplomatik hem de ticari gelişmiş ve Rusya Türkiye’nin önemli bir ticaret ortağı olmuştur. 2019 ve 2018 yıllarında Türkiye’nin en çok ithalat yaptığı ülke Rusya’ydı. 2020 yılında 17 milyar ABD doları ile Rusya Türkiye’nin en çok ithalat yaptığı üçüncü ülke olmuştur. 2021 yılında ise yaklaşık 29 milyar ABD doları ile Rusya ikinci sıraya yükseldi. İhracatta ise Rusya Türkiye’nin en çok ihracat yaptığı 10. ülkedir.
İthal edilen ve ihraç edilen mallar
TÜİK’in Dış Ticaret istatistiklerine baktığımızda HS2 sınıflamasına göre Türkiye’nin Rusya’ya ihracatının neredeyse beşte birinin “Yenilen meyveler ve sert kabuklu meyvelerden” oluştuğunu görüyoruz. Bunu ise “Kazanlar, makinalar, mekanik cihazlar ve aletler, nükleer reaktörler, bunların aksam ve parçaları”, “Motorlu kara taşıtları, traktörler, bisikletler, motosikletler ve diğer kara taşıtları, bunların aksam, parça, aksesuarı”, “Elektrikli makina ve cihazlar, ses kaydetme-verme, televizyon görüntü-ses kaydetme-verme cihazları, aksam-parça-aksesuarı” ve “Plastikler ve mamuller” izliyor. İthalatta ise Türkiye Rusya’dan aldığı ürünlerin neredeyse yarısını doğal gaz ve petrol oluşturuyor. Dolayısıyla Türkiye-Rusya ilişkilerinin kötüye gittiği takdirde bu ürünlerin ticaretinde sıkıntı yaşanabileceğini söylemek mümkün.
Türkiye’nin Rusya’ya bağımlılığı
2020 yılı verilerine göre Türkiye doğal gaz tüketiminin %99’dan fazlasını dışarıdan ithal ederek sağlıyor. Bu doğal gazın üçte biri sadece Rusya’dan, üçte biri Azerbaycan ve İran’dan ve diğer üçte biri de diğer ülkelerden alınıyor. Petrolde ise toplam talebin %90’nından fazlası ithalat ile sağlanıyor. 2020 yılında en çok (%29,09 ile) Irak’tan ve (%21,18 ile) Rusya’dan petrol ithal edilir. Hem doğal gazda hem de petrolde Rusya diğer ülkelere göre çokça önce çıkıyor. Bundan hareketle Türkiye’nin Rusya’ya doğalgaz ve petrol konusunda bağımlı olduğunu söylemek mümkün. “Yenilen meyveler ve sert kabuklu meyvelerde” ise yine en çok ihraç edilen ülke Rusya, onu izleyen Almanya ve İtalya ise Rusya’nın üçte ikisi kadar bu üründen ihraç ediyor.
Türkiye’nin doğalgaz ithal ettiği ülkelerTürkiye’nin petrol ithal ettiği ülkeler
Peki Rusya Türkiye’ye ne kadar bağımlı?
Türkiye ise Rusya’nın en çok ihraç yaptığı 5.ülke. Rusya’nın ihraç ettiği ürünlerin yarısını petrol ve doğal gaz türevi ürünler oluşturuyor. Bu ürünleri toplam ithalatında Türkiye %5 gibi bir orana sahip. Fakat Çin ve Belarus haricinde bu ürünleri ithal eden diğer ülkelerin neredeyse hepsi NATO ülkeleridir. Yani Rusya NATO ülkelerine doğalgaz ve petrol satışını durdurduğu taktirde ekonomisi ciddi derecede zarar görecektir. Ayrıca Rusya ithal ettiği tahılın ve sebzenin yaklaşık %16’sını Türkiye’den ithal ediyor.
Rusya’nın ihracat yaptığı ülkeler
Özetle
Bu ticaret verilerine baktığımızda Türkiye’nin Rusya’ya Rusya’nın Türkiye’ye olduğundan daha çok bağımlı olduğu görülüyor. Fakat Rusya’nın yaptırım uyguladığı taktirde tüm NATO üyelerine yaptırım uygulayacağını varsayarsak Rus ekonomisinin bu ihtimalde ciddi zarara uğrayacağını söyleyebiliriz.
Dünyada her gün binden fazla depremoluyor. Hem de çok uzun süredir… Depremle yıkılanuygarlıklardan, büyük sarsıntıları anlamlandırmaya çalışan ilkbilim insanlarına kadar uzun, tarihsel bir sürecin sonunda bilim ve teknoloji çağına geldik. Ne var ki modern insanının tarihin sözlü mirasıyla olan bağı kopmadı.
Şu anki teknoloji ne kadar gelişmiş olsa da deprem halen büyük bir afet olarak görülüyor. Hazırlanmak için yeterli vakit sağlayacak şekilde erken uyarı sistemimiz de bulunmuyor. Bu sebeple deprem olacağını doğadan gelecek işaretler ile anlama çabamız devam ediyor.
Bu yazımızda, deprem hakkında doğru bilinen 10 yanlışı inceledik.
Deprem öncesi hakkında yanlış bilinenler
Deprem öncesine dair yanlış bilinenler, büyük ölçüde gözleme dayalı sözlü kültür aktarımlarıdır. Günümüzün en işlevsel toplanma mekânlarından biri olan internet ortamında, gerek sosyal medya gerekse e-posta aracılığıyla depreme ilişkin çeşitli enformasyon ve uyarıları hızla yayılmakta. Çoğu yüzlerce yıllık kökene sahip deprem öncesi iddialarını inceledik.
1. Aşırı sıcak hava deprem getirmez
Depremin hava ile doğrudan bağlantılı olduğu inanışı Antik Yunan’a kadar dayanır. Anaksimandros (MÖ. 610 – MÖ. 546), yazın sıcaklardan dolayı kuruyan ve çatlayan toprağın, yağmurla birlikte ıslanmasıyla büyük miktarda havanın, yerin içine nüfuz ettiğini ve bu havanın toprağı şiddetle sarstığını ileri sürmüştür. (Şahin,: 7)
Aristoteles ise MÖ. 340 yılında yazdığı ‘Meteorologica’ adlı kitabında bu afetten bahseder. Ona göre, içinde ısı bulunan ve bundan dolayı doğal hayli kuru olan yerin, yağmurlarla ıslandıktan sonra hem kendi ısısı hem de güneşin ısısı sayesinde içinde pek çok esinti oluşur. Bu durum da depremleri meydana getirir. (akt. Öntürk, 2020: 8)
Görüldüğü üzere depremi, hava ile bağdaştırma fikri çok eskiye dayanır.
NASA geçtiğimiz yıllarda, depremin iklim ile bir ilgisi olup olmadığını araştırması için Jet Propulsion Laboratuvarı’ndan jeofizikçi Paul Lundgren‘i konuyu araştırması için görevlendirmiş.
Lundgren, Himalaya’yı merkez aldığı çalışmasını 2019 yılında tamamlamış. Bölgenin yaz aylarında yüksek miktarda yağış aldığını söyleyen araştırmacı, bunun yer kabuğundaki stres yüklerini artırdığını belirtmiş. Yine de buradan büyük depremler hakkında bir çıkarım yapmanın pek kolay olmadığının altını çizmiş.
NASA’nın verdiği görev ile araştırmasını tamamlayan Lundgren, tektonik olmayan zorlamaların faylar üzerinde ne kadar kritik bir etki yaratabileceğini ve depremin zamanına yönelik bilgi verebileceğine dair kesin bir sonuca ulaşamadığını belirtiyor. Lundgren, vardığı noktada iklim süreçlerinin büyük bir depremi tetiklemeyeceğini ekliyor.
Birden fazla kültür, depremi hava ile bağdaştırsa da ‘deprem havası’ şeklinde bilimsel bir terim yok. Kandilli Rasathanesi’nin deprem haritaları incelendiğinde depremlerin hava durumuna bağlı gerçekleşmediğini istatistiksel olarak görülebilir.
2. Gezegenlerin veya dolunayın hareketleri depreme neden olmaz
Gezegenler, Güneş ve Ay; antik medeniyetlerden günümüze, insanlığın merak ettiği varlıklar oldu. Bugün dahi, cevaplanamayan tüm sorular için gökyüzüne bakmaya devam ediliyor. Bizanslı astronom Nikephoras Gregoras 17 Ocak 1332 Konstantinopolis depremini anlatırken, meydana gelen Güneş ve Ay tutulmaları ile yıldırımları Tanrı’nın İmparator II. Andronikos Palaeologos’un (1282-1328) ölümünü haber vermesi olarak görmüştür. (Bakır,2005:6) Yani gök cisimlerinin depremi tetiklediğine dair inanç, oldukça eskiye dayanıyor.
Gökyüzüne ait bu cisimlerinin hareketlerinin depreme neden olacağına dair tarihi iddia, son yıllarda yeniden dolaşımagirdi. Bilim insanlarının tüm çalışmalarına rağmen buna net bir cevap veremediğini belirterek incelememize başlayabiliriz. ABD Jeoloji Araştırmaları Kurumu (USGS) gök cisimlerinin konumunun depreme sebep olduğu iddiasının bilimsel olarak doğrulanamadığını söylüyor.
USGS, son zamanlarda yapılan çalışmalarda gelgitler ile bazı deprem türleri arasında bağlantı kurulabildiğini belirtse de doğrudan etki konusunda nihai sonuç olmadığının altını çiziyor. Kurum, dolunayın ayın diğer evrelerinden daha farklı etkileri olduğunu ise doğrudan reddediyor.
USGS, gezegenlerin konumunun depreme sebep olduğunu gösteren bir çalışmanın bulunmadığını belirtiyor.
3. Depremin genellikle gece saatlerinde olduğunu söyleyemeyiz
Gezegen hareketlerinin doğrudan depreme sebep olduğuna dair bir net bir sonucun olmadığını söyledik. USGS, depremlerin sabah veya akşam meydana gelme olasılığının eşit olduğunu belirtiyor. Ayrıca gece ve gündüzün oluşumu doğrudan Dünya’nın Güneş etrafındaki dönüşü ile ilgili olduğu için bu iddia da yanlıştır.
Kandilli Rasathanesi’nin deprem haritası dokümanlarında yer verilen deprem saatleri de, depremin saat fark etmeksizin gerçekleşebildiğini gösteriyor.
Deprem anına dair yanlış bilinenler
Bazı işaretlerin depremden önce belirdiğine dair şehir efsanelerine değinmiştik. Tıpkı bunun gibi, depreme yakalanma esnasında da ‘uygulamamız gerektiği’ söylenen bazı eylemler var ancak bunlar insanlar tarafından doğru kabul edilen fakat sonuçları oldukça tehlikeli olabilecek durumlardır. Peki deprem anında ne yapmalıyız?
Afet Yönetimi Uzmanı Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu’na göre deprem sırasında en güvenilir yerlerin başında masanın altı geliyor.
Kadıoğlu; masanın altında, sırt pencereye bakacak şekilde durmanın en güvenilir yollardan olduğunu söylüyor.
4. Hayat üçgeni sizi her zaman korumaz
Hayat üçgeni, bir e-postanın yayılmaya başlaması ile yayılmaya başlamıştı. Zamanla bu yanlış bilginin inandırıcılığı o kadar arttı ki ana haberlerde, bu yöntemin nasıl uygulanacağı tekrar tekrar anlatılır hale geldi.
Hayat üçgeni, ağır eşyalar ile bina kolonları arasında oluşacak boşluk sayesinde hayatta kalma fikrine dayanır.
Gelgelelim bu yöntem, güvenilirliği kanıtlanmamış bir teoriden ibaret. Doug Copp isimli bir arama kurtarma uzmanı tarafından ortaya atılan teori, olası depremlerde binaların yukarıdan aşağıya nizami bir şekilde yıkılması idealine dayandığı için güvenilir değildir. Deprem fotoğraflarına göz attığınızda farklı şekilde yıkımlar olduğunu kolaylıkla görebilirsiniz.
Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, 2013 yılında Milliyet’te yazdığı köşe yazısında hayat üçgeninin çoğu yıkımda işe yaramayacağını söyledi:
Asla deprem anında tamamen yıkılıp yassı kadayıf olacak binalara göre kural konulmaz; depreme maruz kalan binalar arasında yassı kadayıf olan bina yüzdesi 3’ü geçmez, yassı kadayıf şeklini alan binalar tüm binaları temsil etmez, yani doğru örnek değildirler. Yıkılan binalar yan yattığı zaman üçgen beşgen kalmaz, insanları devrilen, savrulan eşyaların yanına yatırarak tehlikeye atmak ve onları savunmasız bırakmak kabul edilemez… (…) Binalarda yapısal olmayan risklerden korunmanın bilimsel/evrensel olarak kabul edilen tek davranış şekli “Çök-Kapan-Tutun”dur.
Uzmanlar, yaşam üçgeninin yıkılma ihtimali olan binalarda işe yaramayacağını dilegetiriyor. Evrim Ağacı‘nın aktardığına göre hayat üçgeni, Witpress isimli akademik dergi yayınında paylaşılan bir çalışmada incelenmiş. Bu pozisyon, internet siteleri ve kulaktan dolma bilgilerle yayılan bir uydurma olarak tanımlanmış. Çalışmayı birlikte yürüten bilim insanları, böylesine doğrulanmamış hatalı bir eylemin benimsenmesinin, insanları bir deprem sırasında daha büyük risk altına sokabileceğini belirtmiş.
5. Kapının yanında durmak güvenli değil
Deprem esnasında kapının yanında durmak genel kanının aksına güvenli değildir. Dokuz Eylül Üniversitesi Psikoloji Bölümü Sosyal Bilimler Enstitüsü bünyesinde yayımlanan deprem önlemleri konulu makalesi, iddianın ortak bilinçteki yerini göstermiş. Araştırmaya katılan 115 kişinin % 41,7’si, deprem esnasında kapı kirişinin altında duracağını söylemiş.
Deprem anında alınması gereken en güvenilir pozisyonların başında çök-kapan-tutun yöntemi gelir fakat kapının yanında çök-kapan-tutun yöntemini uygulamak sizi güvende tutmaz. Burada ne başınızı koruyabilirsiniz ne de tutunacak bir alanınız olur. Aksine, savrulan eşyaların üzerinize düşmesi için elverişli bir konumda kalırsınız.
Çoğaltılacak tüm bu sebepler dolayısıyla deprem esnasında kapı yanlarını güvenli alan olarak seçmemeye dikkat etmelisiniz. Kapının kirişinde durmak yerine Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu’nun söylediği gibi masanın altında, sırtınız pencereye bakacak şekilde durmayı tercih etmelisiniz.
6. Merdiven ve asansörlere yönelmeyin
Dokuz Eylül Üniversitesinin bünyesinde yayımlanan makaleye göre (s.984), araştırmaya katılanların % 37,7’si merdivenlere, %6,6’sı ise asansöre yönelip çıkışa gitmeyi tercih ediyor.
AFAD ve AKUT deprem esnasında buralardan uzak durmak gerektiğini belirtiyor. AKUT’un Deprem Eğitimi El Kitabı’nda, merdivenlerin ve asansörlerin emniyetsiz yerler arasında olduğu belirtilmiş.
Deprem esnasında merdiven veya merdiven boşluğuna güvenmemek gerekir. Benzer şekilde, asansörde yakalananlar da en yakın katta inip çök-kapan-tutun pozisyonuna geçmeli (s.37).
Depreme merdivende yakalanmanız durumunda en yakın kata ulaşmalı ve burada çök-kapan-tutun pozisyonuna geçmelisiniz.
7. Deprem anında dışarı çıkmayın
AFAD‘a göre deprem anında yapılabilecek en mantıklı eylem, evde kalmak. AFAD, dışarı güvenli bir şekilde çıkmak için depremin bitmesini beklemek gerektiğini, sarsıntı sırasında binayı terk etmeye çalışmanın riskli olabileceğini belirtiyor.
ABD Jeoloji Araştırmaları Kurumu (USGS), deprem sırasında evdeysek burada kalmamız gerektiğini vurguluyor. Evde kalmalı, bir masanın altına girip çök-kapan-tutun pozisyonuna geçmeliyiz. Bunun yerine koridora doğru da hareket edilebileceğini belirtiyor. Önemli olan, pencerelerden, şöminelerden, ağır mobilya veya eşyalardan uzak durmak.
Deprem esnasında; düşme, kendinize zarar verme, düşen cam veya molozların çarpması tehlikesi mevcut. Bu sebeple öncelik, apartmanı dışarı çıkmak için apartmanı terk etmek olmamalı.
Deprem sonrası hakkında yanlış bilinenler
Deprem sonrası hakkında yanlış bilinenler, genellikle medya yoluyla yayılan sözde uzman görüşlerine dayanır. Gazeteler ve televizyon kanallarıyla halka ulaşan yanlış bilgilerden en yaygın olanlarına bakalım.
8. Artçı depremler büyük depremlerin habercisi değildir
Bu iddia neredeyse her depremden sonra gündeme gelir. Jeoloji profesörü Naci Görür, artçıların daha büyük depremlerin habercisi olmadığını söylüyor.
Artçı depremleri başka bir büyük depremin habercisi olarak yorumlamak doğru değildir. Bir yerde büyük bir deprem olursa ardından daha ufak çapta depremler olur. Bunların boyutu giderek küçülür ve daha sonra son bulur. Bazen bu artçı sarsıntılar 6 ay bazen ise 1 yıl sürer.
9. Küçük depremler enerjiyi azaltmaz
Kandilli Rasathanesi Müdürü Prof. Dr. Haluk Özener, 2017’deki Çanakkale depreminden sonra BÜ Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsünde düzenlenen deprem değerlendirme toplantısında kendisine yöneltilen gelen soruları yanıtlamış. “Daha önce 5 büyüklüğündeki depremlerin 7 şiddetindeki bir depremin enerjisini azalttığını söylemiştiniz. Bunların bölgedeki ve hatta İstanbul’daki bir depremin etkisini azalttığını söyleyebilir miyiz?” sorusuna verdiği cevapla bu söylentinin bilimsel bir karşılığı olmadığını belirtmiş.
(İkisi birbirinden bağımsız) demiştik. Yani Çanakkale’de olan depremlerle Marmara’da beklediğiniz depremin birbiri ile alakası olmadığını söylemiştik. İstanbul özelinde, özellikle söylemiştik. Depremlerin büyüklüklerinden bahsederek, enerjisinden bahsederek, bir beşli depremin 32 tane 5’lik depremin, bir tane 6’lık depreme karşılık geldiği 32×32’lik depremin bir tane 7’lik deprem enerjisini karşılayabileceğini söyledik. O kadar sıklıkta 5’lik deprem olmayacağı için, olan küçük depremlerin büyük bir depremi engellemesi bilimsel olarak mantıklı gelmiyor.
10. 7.0 depremin şiddeti değil büyüklüğüdür
Haber kanallarının depremden sonra şu iki terim arasında yanıldığına şahit oluruz: Depremin şiddeti ve depremin büyüklüğü. Sıklıkla karıştırılan iki kelimenin birbiriyle yakından ilişkisi olduğu doğru olsa da anlamları tamamen farklıdır.
Depremin büyüklüğü:
Büyüklük, fayın kırılması sonucu açığa çıkan enerjinin ölçümüdür. Ölçümün yapıldığı yere bağlı değildir ve magnitüd ölçüsü ile hesaplanır. AFAD’a göre bugüne kadar ölçülen en yüksek deprem büyüklüğü, 8.9 (31 Ocak 1906 Colombiya-Ekvator ve 2 Mart 1933 Sanriku-Japonya depremleri) magnitüddür.
Örneğin Kandilli Rasathanesi, 17 Ağustos 1999 depreminin büyüklüğünü 7.8, şiddetini ise yıkıcı bir deprem olduğu için X olarak hesaplamıştır.
Depremin şiddeti:
Şiddet, depremin etkilerinin niteliksel açıklamasıdır. Büyüklüğe nazaran daha özneldir. Roma rakamları ile gösterilir (IV-XII).
Depremin şiddeti, gözlenen etkilere göre hazırlanan ‘şiddet cetvelleri’ne göre değerlendirilir. Bu cetveller, depremin etkisinde kalan canlı ve cansız her şeyin depreme gösterdiği tepkiye göre hazırlanmıştır.
Bir deprem oluştuğunda, bu depremin herhangi bir noktadaki şiddetini belirlemek için, o bölgede meydana gelen etkiler gözlenir. Şiddet cetvelindeki derecelere göre değerlendirilir. V ve daha küçük şiddetteki depremler yapılarda hasar meydana getirmez.
Deprem şiddeti ve büyüklüğü arasındaki denkliği gösteren tablo Görsel Kaynağı
Deprem büyüklüğü işe şiddeti arasındaki denkliği gösteren yukarıdaki tabloya göre 6.6 büyüklüğündeki bir deprem, IX şiddetindedir.
Prof. Dr. Ramazan Özey, modern kuramlara göre depremi tanımlarken bu afetin yer içinde fay olarak adlandırılan kırıklar üzerinde birikmiş enerjinin aniden boşalması sonucunda meydana geldiğini söyler. Enerji boşalması ile yer kabuğunun katmanları kırılıp yer değiştirir. Bu yer değiştirme hareketinin neden olduğu karmaşık, elastik dalga hareketleri de ‘deprem’ olarak isimlendirilir.
Yani depremin sebebi tamamen yerküreyi oluşturan levhaların hareketleridir. Diğer faktörlerin afet üzerindeki etkisi bilimsel olarak tespit edilememiştir.