fbpx

Mahareti kahinde değil Twitter’da arayın

Manipülasyon, sosyal medyanın doğrudan veya dolaylı şekilde maruz kaldığımız etkilerinden biri. Kullanıcılar yaptıkları paylaşımların içeriğiyle duygu ve düşüncelerimizi manipüle ederek takipçi, beğeni ve popülarite artırma yoluna gidebiliyor. Önemli olaylara, ünlülerin ölüm zamanlarına, doğal afetlere, seçim veya karşılaşmaların sonuçlarına dair geleceğe yönelik tahminlerde bulunma son zamanlarda sıklıkla karşılaştığımız manipülasyon yöntemleri arasında yer alıyor. Üstelik bu tür manipülasyonlar rasyonaliteden uzak olduğu için ya korkularımızı tetikliyor, ya şaşırtıyor, ya umudumuzun artmasına ya da kaybolmasına neden oluyor. Diğer bir deyişle, direkt olarak duygularımıza hitap ediyor.

İngiltere Kraliçesi Elizabeth’in vefat etmesiyle kraliyet ailesi, kraliçe ve yeni kral ile ilgili yayılan pek çok paylaşım, benzer etkileri yaratacak ‘tahmin oyunları’ içeriyordu. Çeşitli Twitter hesaplarının geçmiş zamanlarda II. Elizabeth’in ölüm tarihini tahmin ettiği paylaşımlar epey ilgi gördü. Çünkü paylaşımlarda belirtilen tarih doğruydu. Peki bu nasıl mümkün olabiliyor?

Sosyal medyada Kraliçe Elizabeth’in ölümüyle ilgili yayılan bilhassa yabancı kaynaklı paylaşımlara baktığımızda pek çok Twitter hesabı tarafından Elizabeth’in ölüm tarihiyle ilgili tahminler veya kehanetler yapıldığını görüyoruz.

Kaynak

‘İngiltere Kraliçesi 8 Eylül’de ölecek. Bu tarihin onun etrafında dolaştığını görüyorum. Büyüye inanmamaya devam edin, göreceksiniz.’

Kaynak

‘Kraliçe II. Elizabeth 8 Eylül 2022’de ölecek.’

Kaynak

‘Kraliçe II. Elizabeth’in önümüzdeki 25 gün içinde öleceğini hissediyorum, bugün de olabilir.’

Kaynak

‘Güncelleme: Kraliçe 8 Eylül 2022’de ölecek. Kral Charles 28 Mart 2026’da ölecek.’

Kaynak

‘Kraliçe II. Elizabeth’in gelecek ay içinde öleceğini tahmin ediyorum.’

Bu şekilde paylaşım yapan hesaplardan bazıları tarihini tahmin etkileri olay gerçekleştiğinde tweetleri silip hesaplarını kapatarak, diğerleri ise kazandıkları popülariteyi yeni paylaşımlarında kullanarak devam ediyor. Örneğin yukarıdaki örnekler içerisinde bulunan @Logan_Smith526 tarafından paylaşılan tweet’e artık ulaşılamıyor ve hesap korumaya alınmış. Ancak @aidemleoxide hesabı sahip olduğu beğeni potansiyeliyle paylaşım yapmaya, hatta başka olaylar için ileriye dönük tarih bilgisi paylaşmaya devam ediyor.

Kaynak

’17 Mart 2062’de Dünya tamamen alevler içinde kalacak.’

Üstelik bu şekilde paylaşım yaparak fazlaca etkileşim alan hesaplar yanıltıcı içeriği çoğu zaman yalnızca kendi ülkelerine değil, dünya geneline yayıyorlar. Böylelikle ‘beğeni potansiyellerini’ ve takipçi sayılarını artırıyorlar.

Kaynak

Birden fazla tarih kullanma taktiği

Paylaşımını kaldırıp hesabını gizli moda alarak erişilmez olan @Logan_Smith526 isimli hesabın arşivde yer alan paylaşımlarına göz gezdirdiğimizde, Kraliçe Elizabeth’in ölümüyle ilgili başka bir tarih paylaşımı daha dikkat çekiyor. 10 Ocak 2022’de yapılan paylaşımda ‘kraliçenin 13 Şubat’ta, ikinci yarısı hafif yağışlı olacak temiz bir günün öğleden sonrasının ilk saatlerinde öleceği’, hatta ‘haftanın geri kalanının güneşli olacağı’ belirtiliyor.

Kaynak

@Logan_Smith526 tarafından 10 Ocak ve 7 Haziran’da paylaşılan tweetleri birlikte değerlendirdiğimizde, kullanıcının 10 Ocak’ta Kraliçe Elizabeth’in ölümüne dair kehanette bulunduğunu ancak daha sonra yanıldığını anlayarak yeniden tarih verdiğini düşünebiliriz. Fakat bu değerlendirme bizi başka bir ihtimale daha götürüyor: büyük olaylar için birden fazla tarih verip olay gerçekleştiğinde yalnızca doğru tarihi bırakarak diğer paylaşımları silmek.

Benzer durumlar daha önce de pek çok kez yaşanmış. Örneğin 26 Ocak 2020’de hayatını kaybeden Kobe Bryant’ın ölüm şekliyle ilgili 13 Kasım 2012’de paylaşım yapan hesap, Kobe gerçekten o şekilde hayatını kaybettiği için epey popüler olmuştu. Hatta hesap sahibi Kobe 26 Ocak 2020’de vefat ettiğinde eski paylaşımına cevap olarak özür dilemişti.

Kaynak

YouTube üzerinden paylaştığı videolarla bu gibi kehanetlere imza atan bir hesap da geçtiğimiz yıllarda sosyal medya kullanıcılarının dikkatini çekmiş. Kanalda 2020’de hayatını kaybeden ünlülere dair videolar ve içeriklerinde kişilerin ölüm tarihleri bulunuyor. Ancak videolar 2017 senesinden beri paylaşılıyor. Yani birileri ünlü isimlerin ölüm tarihini önceden biliyor, paylaşıyor ve bunu bir ‘tarikat’ adı altında yapıyor.

Kaynak

2020 Vision isimli bu kanalın yöntemi, videoları geleceğe dönük 10 yıllık süreci gün gün kapsayacak şekilde hazırlamak ve olaylar gerçekleştiğinde doğrusu hariç tüm günleri videodan çıkarmak. Zira YouTube video düzenleme uygulaması videonun içerisinden kesitlerin silinmesine olanak tanıyor. Dolayısıyla Twitter’da geriye dönük paylaşımları silerek veya YouTube’da daha önce paylaşılan videoların içerisinden yanlış tarihleri çıkararak ‘tahmin oyunu’ oynamak mümkün.

Sosyal medya kullanıcıları bu oyunu ünlülerin ölüm tarihleri, doğal afetler, gerçekleşmek üzere olan karşılaşma veya seçimlerin sonuçları gibi çeşitli konularda yapabiliyor. Bunu yaparken amaçları çoğunlukla ilerleyen dönemlerdeki takipçi ve beğeni potansiyellerini artırmak veya reklam yapmak. Ancak bu paylaşımların sosyal medya kullanıcılarının korku ve benzeri olumsuz duygularına, umutlarına veya düşüncelerine etki ettiğini unutmamak; dolayısıyla sosyal medyada paylaşım yaparken, beğenirken veya onları yayarken son derece dikkatli olmak gerekiyor.

Çevrimiçi internet araçlarıyla doğrulama nasıl yapılır?

Sosyal medyada paylaşılan ve hızla etkileşim alan bir haber, ister dijital medya okuryazarı olsun ister olmasın birçok kullanıcı tarafından herhangi bir ön inceleme yapılmaksızın ‘gerçek’ olarak kabul ediliyor. Bu da yanlış bilgi kirliliğini doğrudan besleyen bir durum haline geliyor. Biz bir doğrulama kuruluşu olarak gündemde denk geldiğimiz ya da siz okuyuculardan gelen şüpheli haber ihbarlarını değerlendirmeye alıyor, metodolojimize göre doğruluyor ve sizlerle paylaşıyoruz. Ne var ki bizler her an her bilgiyi inceleyebilecek üstün bir yazılıma sahip değiliz. Burada iş başa düşüyor… Doğrula olarak bazı yazılarımızda, şüpheli bir içeriğin hangi çevrimiçi araçlarla nasıl doğrulanabileceğinden bahsetmiştik. Bu doğrulama metotlarına yine YouTube kanalımızda bulundan DoğruLab atölyemizden ulaşabilirsiniz.

Bugünkü yazımızda doğrulama yaparken sıklıkla kullandığımız bazı çevrimiçi internet araçlarını sizin için derledik.

Görsel ve videonun kaynağını bulmak: “Tersine Arama Yöntemi”

Görsel ve video içerikleri, sosyal medyada en sık karşımıza çıkan paylaşım türü denilebilir. Yanlış bilgi yayılım oranlarına baktığımızda görsel verilerin kullanıldığı hatalı paylaşımların dezenformasyon pastasında aslan payını oluşturduğunu görüyoruz.

Görsel içerikli paylaşımları doğrularken elimizdeki en etkili yol: Tersine görsel arama yöntemi. Oldukça basit bir doğrulama yöntemi olan tersine görsel aramada Google Görseller ve Yandex Görseller ile yüzde yüz olmasa da büyük oranda sonuç veriyor. Tersine arama yöntemini, görseli Google veya Yandex’in veri tabana ekleyerek ya da Google’ın mağazasında ücretsiz bir eklenti olan ‘RevEye Reverse Image Search‘ ile aratarak kullanabilirsiniz.

Aynı yol, videonun kaynağını bulmak için de işe yarıyor. Videonun içinden aldığınız bir ekran görüntüsünü de aynı yöntemle doğrulayabilirsiniz. Ekranın belli bir bölgesinden ekran görüntüsü almak için ‘LightShot‘ isimli programı kurabilir ya da online bir araç olan ‘InVid üzerinden video içi görüntüleri seçebilirsiniz.

Aşağıdaki videomuzda tersine görsel ve video arama yönteminin nasıl kullanılabileceğini basitçe anlattık:

Doğrulamanın ikinci basamağı; “Konum doğrulama”

Video ve görselin arka planını nasıl araştırabiliriz bundan kısaca bahsettik. Bilgiyi doğrulamak kimi zaman bu kadar basit olmuyor, görüntülerin yanı sıra, iddiada verilen konum bilgisi de oldukça önemli. Bunun için de elbette bazı basit ipuçları var. Elde edilen bilgilerde verilen konumun doğru olup olmadığını araştırmak için kullanılabilecek en iyi yazılım hangisi denildiğinde, yine Google’a ait olan ‘Haritalar’ özelliği karşımıza çıkıyor. Google, daha önce uydu verileriyle modellenen ‘Earth’ programını yayınlamış ve daha sonra birçok yerin görünümünü uzaktan izleyebileceğimiz ‘Street view (sokak görünümü)’ özelliğini piyasaya sürmüştü. Bugün hemen her yerde sokak görünümüne Google Haritalar üzerinden ulaşılabiliyor.

Elde edilen bilgilerle Google Haritalar‘dan ilgili konum izlenip doğrulanabilir.

Bu videomuzda konum doğrulamanın ipuçlarından bahsetmiştik:

‘Sahte’ resmi belgeleri tespit etmek

Kasıtlı olarak yanlış bilgilendirme (dezenformasyon) amaçlı paylaşım yapan hesaplar, insanlara yanlış bilgiyi kabul ettirmek için yalnızca dijital ortamda oynanmış görüntüler sunmuyor. Resmi mercii diliyle tıpkı gerçekmiş gibi yazılan sahte raporlar ve belgeler de dezenformasyonu destekleyen kötücül araçların başında geliyor. Sahte belge yaymak, kamuyu yanlış bilgilendirmenin yanı sıra şantaj, siyasi itibar suikastı gibi medyada infial yaratabilecek birçok duruma zemin hazırlıyor.

Neyse ki resmi belgelerin doğrulamasını yapmanın oldukça birkaç basit adımı var. Öncelikle Resmi Yazışmalarda Uygulanacak Usul ve Esaslar Yönetmeliği’nde yer alan resmi dil ve yazım kurallarına uyup uymadığına bakılmalıdır. Belgenin günlük yazışma ya da gizli belge niteliği taşıması da, doğrulama yaparken dikkat edilmesi gereken bir başka unsur.

Bu gibi belgeler, E-Devlet’te bulunan ‘Elektronik Belge Yönetim Sistemi Evrak Doğrulama’ hizmetinden belgenin numarası girilerek ya da karekodu taratılarak doğrulanabilir.

Resmi belgelerin nasıl doğrulanabileceğini anlattığımız YouTube videomuz:

Doğrulamayı kaynaklandırmak: “İnternet Arşivi”

Şüpheli bilgiyi doğrulamanın önündeki en önemli engellerden biri de bazı bilgilerin silinmesi ya da yok edilmesi durumunda kaynaklandıramamak. “İnternete yüklenen hiçbir şey silinmez” sözü tamamen olmasa da kısmen doğru denilebilir. Bir internet içeriğinin silinmesi ya da ulaşılamaması ihtimalinde devreye internet arşivi giriyor. 1996’dan bu yana birçok sayfanın dijital olarak kaydedilmiş haline Wayback Machine üzerinden ulaşılabilir. Yıl, ay, gün ve saate kadar hangi sayfanın ne zaman arşive alındığını inceleyebilir, gerekli gördüğünüz ve silinebileceğinden endişelendiğiniz sayfaları kendiniz de arşivleyebilirsiniz.

Doğrulama yaparken kullandığımız internet araçlarından bazılarını sizin için derledik. Şüphesiz, teknolojinin dijital haberciliğe olumlu anlamda katkısı olduğu bir gerçek. Ne var ki bu olumlu katkıların yanı sıra yanlış bilgiyi yaymak amaçlı faaliyet gösteren birçok bireysel kullanıcı ya da örgütlenmeye de denk geliyoruz. İşbu sebeple bahsedilen bilgi doğrulama araçları, bir dijital medya okuryazarının yanlış bilgilerle dolu karanlıkta önünü aydınlatan bir el feneri görevi görüyor.

Sokak hayvanları için çözüm üretmeden bilinmesi gerekenler

Dünyada 600 milyon, ülkemizde ise 10 milyon kadar sokak hayvanı olduğu tahmin ediliyor. World Animal Protection International’ın 2008 verilerine göre dünya üzerinde yaklaşık 600 milyon köpek bulunmakta ve bu köpeklerin 480 milyonu sahipsiz. Derneğin verilerine göre her yıl 59.000 kişinin ölümüne neden olan kuduzun yayılmasını durdurmak için yılda 10 milyon köpek zehirleniyor, taşlanıyor ve elektrik verilerek öldürülüyor .  

5199 sayılı Hayvan Koruma Kanunu’na göre sahipsiz hayvanın tanımı şu şekilde:

“Barınacak yeri olmayan veya sahibinin ya da koruyucusunun ev ve arazisinin sınırları dışında bulunan ve herhangi bir sahip veya koruyucunun doğrudan denetimi altında bulunmayan evcil hayvanlar (kırsalda ve sokaklarda başıboş yaşayanlar).”

2018 verilerine göre İstanbul’da; 162 bin 970 kedi, 128 bin 900 köpek olmak üzere 291 bin 870 sokak hayvanı olduğu öngörülüyor.

Hayvanların kontrol dışı üremesi, sahipli olanların terk edilmesi ve/veya yavrularının çevreye bırakılması gibi sebepler sahipsiz hayvanların mevcudunu giderek artırıyor.

İngiltere, Almanya, Hollanda gibi Avrupa ülkelerinin birçoğunda, sanayileşmenin ardından gelen iç göçlerle sokağa atılan hayvanların sayısı problem olacak kadar artmış. Hükümetler, yıllar içinde geliştirdikleri çözümler ile sorunu yok denecek kadar az seviyeye indirgemişler. Bu yazımızda hayvan sorununu çözen ülkelerin kullandıkları metotları sunup hayvanların sokaklarda özgür olup olmadığını inceleyeceğiz.

Türkiye’de hayvan hakları ne durumda ?

Türkiye, sokak hayvanları ile ilgili problemi çözmek için 2004 yılında 5199 sayılı Hayvan Koruma Kanunu kabul etmiştir.

Bu kanunun ardından 2006 yılında Hayvanların Korunmasına Dair Uygulama Yönetmeliği çıkarılmıştır. Bu düzenlemeler, sokak hayvanlarının sorumluluğunu belediyelere veriyor. Ne var ki sorun hayvan derneklerinin de kamunun da içini rahatlatacak çözüme ulaşmaya yetmedi. Daha net ve belirgin mevzuatlara ihtiyaç var.

2022 verilerine göre Türkiye’de 10 milyon sokak hayvanı bulunuyor. Bu da nüfusun %8’i kadar olduklarını gösterir.

2021 yılından bu yana hayvan hakları ile ilgili 25 adet yazılı soru önergesi verildi

TBMM’nin sitesinde yer alan “Yazılı Soru Önergeleri” kısmında “hayvan hakları”, “sokak köpekleri”, “köpek” ve “sokak hayvanları” anahtar kelimelerini arattık. İnceleme sonuçlarımıza göre 2021 yılından bu yana (Mayıs 2022) hayvan hakları ile ilgili toplam 23 yazılı soru önergesi verilmiş.

Soru önergelerinin konu başlıkları şu şekilde:

  • Barınak koşullarının iyileştirilmesi,
  • Hayvan haklarının korunması için yürütülen çalışmalar,
  • Gaziantep Hayvanat Bahçesine ve hayvan hakları yasasının ne zaman çıkarılacağı,
  • Hayvan hakları konusundaki kanun önerisi çalışmaları,
  • Türkiye’deki kobay üretim merkezleri ile hayvanlar üzerinde deney yapan merkezlere ve hayvan haklarına ilişkin,
  • Hayvan haklarına yönelik yasal düzenleme çalışmaları,
  • Hayvan haklarının korunması konusunda yapılan çalışmalara ve at yarışlarının yasaklanması talebine ilişkin,
  • Sahipsiz sokak köpeklerine yönelik alınacak önlemlere ilişkin,
  • Türkiye geneli ve Kocaeli özelinde sokak köpekleri için uygulanan düzenlemelere ilişkin,
  • Kedi ve köpek satışının durdurulması talebine ilişkin,
  • Kedi ve köpek mamalarındaki KDV oranının düşürülmesi önerisine ilişkin, (i)
  • Sahipsiz sokak köpeklerine yönelik alınacak önlemlere ilişkin,
  • Kedi ve köpek mamalarına uygulanan KDV oranının düşürülmesi talebine ilişkin, (ii)
  • Yasa dışı köpek dövüşlerinin engellenmesine ilişkin,
  • Kedi ve köpek mamalarından alınan KDV oranına ilişkin, (iii)
  • Sokak hayvanlarının toplanmasına ilişkin,
  • Van’ın Erciş ilçesinde sokak hayvanlarının ölü bulunduğu iddiasına ilişkin,
  • Bakanlığın desteklediği sokak hayvanlarına yönelik barınak yapımı projelerine ilişkin,
  • Sokak hayvanları rehabilitasyon ve bakım merkezlerinin denetimine ilişkin,
  • Toplatılan sokak hayvanlarının bakımına ve sahiplendirilmesine ilişkin,
  • Bingöl’ün Kiğı ilçesindeki eski su tesisatının değiştirilmesi ile sokak hayvanlarının durumlarına ilişkin,
  • Pandemide sokak hayvanlarının korunmasına yönelik çalışmalara ve hayvan barınaklarına ilişkin.

Soru önergelerinin 9’u CHP’, 7’si HDP,  4’ü İP, 1’i MHP, 1’i Saadet Partisi tarafından, 1 tanesi ise Bağımsız Milletvekili İsmail Koncuk tarafından verildi.

Sokak köpekleri sorunu ile ilgili taraflar

  1. Belediyeler
  2. Hükümet
  3. Sivil toplum kuruluşları
  4. Siyasi partiler
  5. Medya
  6. Toplum
  7. Dolaylı veya doğrudan saldırıya uğrayan insanlar

Sokak köpekleri ile ilgili sorunlardan etkilenen tarafları bu şekilde sıralayabiliriz. Çözüm üretme noktasında ise taraf sayısı ikiye düşürülebilir. Bir taraf köpeklerin kusursuz olduğunu varsayarken diğer taraf ise bu canlıları şeytanlaştırmakta.

Köpeklerin sokakta özgürce yaşadığı iddiası

Hayvan hakları savunucuları, sokak köpeklerinin kamuya açık alanların gerçek sahibi olduğunu mütemadiyen vurguluyor. Ancak gelin görün ki sahipsiz köpeklerin sokaktaki yaşamları “özgürlük” mü “sefalet” mi asıl tartışmaya açılması gereken konulardan biri bu.

Sahipsiz köpekler,

  • Sokaklarda işkencelere maruz kalıyorken,
  • Barınmak için uygun ortama sahip değilken,
  • Trafik kazaları sonucu yaralanıp ölebiliyorken,
  • Aç ve susuz kalabiliyorken,
  • Zararlı yiyecekler yiyip zehirlenebiliyorken,
  • İnsanlardan ve de daha güçlü köpeklerden zarar görmeye bu kadar açıkken,
  • Hastalanıp bunu birbirlerine bulaştırarak acı çekip ölürken bu tercih edilmeyen “özgürlüğün” ne ölçüde savunulması gerektiğinin sonuna soru işareti ekliyor.

Hayvanlar hastalıklara çok açık bir şekilde zorlu bir hayat mücadelesinin öznesi oluyor.

Köpeklerin denetimsiz besinlerle beslenmesi, kötü niyetli zehirleme girişimlerinin yanı sıra olası hastalıklara yol açmaya da sebebiyet verebiliyor. Bu yiyeceklerin takibi yapılamıyor. Söz konusu hayvanlar olduğunda, eşit şekilde dağıtım yapılamıyor. Aksine alan kavgaları dolayısıyla köpeklerin birbirlerine saldırdığı görülüyor. Küçük köpekler için bu süreci atlatmak daha da zor oluyor.

Sahipsiz köpeklerin insanlara zarar vermesi gerçekliği

Başıboş köpekler olarak da anılan sahipsiz hayvanların insanlara zarar vermesi, birçok haberde kendini gösteriyor. Evet, hayvanlardan da insanlara zarar gelebiliyor. Hem de bunun için karşı tarafın kışkırtması gerekmiyor.

Yapılan araştırmalar, hayvanların dürtüsel bir şekilde yırtıcılığa sahip olduklarını ortaya koyuyor. Nitekim Avrupa’da sokakta hayvanların yaşamasına izin verilmiyor; sokaklar, hayvanların evi olarak romantize edilmiyor.

Areda Survey‘in 1800 kişi ile yaptığı anketin sonuçlarına göre insanların % 53,7’si sokak hayvanlarını tehlikeli bulmuyorken % 41,3’ü ise tehlikeli buluyor.

Anket katılımcılarının %32,9’luk kesimi kendisinin veya yakınının saldırıya uğramadığı belirtiyor. Aynı soruya %33,9’luk kısım yakının köpek saldırısına uğradığını %24’lük kesim ise kendisinin uğradığını belirtiyor. %8,9 ise hem kendisinin hem de yakınlarının sokak köpeği saldırısına uğradığını söylemiş.

Anket içindeki bir diğer soruda ise saldırgan köpeklerin barınaklara bırakılması hakkındaki düşüncelerinin ne olduğu soruluyor. % 40,5’lik kısım insanlara saldıran köpeklerin barınaklara bırakılması gerektiğini düşünürken yüzde 35,6’sı ise hayvanların rehabilite edilmesi gerektiğini savundu. % 16,4’lük dilimde ise saldırgan hayvanların uyutulması gerektiğini söyleyenler yer aldı. %7,5 ise “kısırlaştırılmalı” dedi.

Sokak hayvanlarının toplanıp barınağa bırakılıp bırakılmaması ile ilgili görüş bildirenlerin ise % 51’i sokak hayvanlarının  doğal hallerine bırakılması gerektiğini düşünüyor.

Sahipsiz köpekler, ısırık darbeleri ile kalıcı sakatlıklara ve de ölümlere doğrudan neden oldukları gibi kaçma kovalama esnasında trafik kazalarına sebebiyet verebiliyor.

Çevre ve gürültü kirliliğine neden olmaları da yine hepimizin şahit olduğu sorunlardan birkaçı.

Avrupa Birliği ülkeleri sahipsiz köpek sorununu nasıl çözdü? 

Hayvan refahı, en geniş anlamıyla şu şekilde tanımlanabilir“Çiftlik, pet, egzotik, laboratuvar ve vahşi hayvanların bakımı, beslenmesi, barındırılması, yetiştirilmesi, nakliyesi, kesimi, tedavisi ya da bilimsel araştırmalarda kullanımı sırasında ağrı, acı ve ızdıraptan uzak, sağlık, mutluluk ve iyilik hallerinin sağlanması”.

İngiltere hükümeti bünyesinde 1993 yılında oluşturulan Hayvan Refahı Komitesi hayvanlara verilmesi gereken 5 özgürlüğü şu şekilde sıralamıştır (Anon-2, 1993):

  1.  Hayvanların açlık, susuzluk vb. şeklinde ihtiyaçlarından yoksun bırakılmaması,
  2.  Hayvanların bulundukları çevre şartlarından rahatsız olmamaları,
  3.  Hayvanların acı ve ağrıya neden olan çarpma, yaralanma ve hastalıklardan korunması,
  4.  Hayvanların normal davranışlarını sergileyebilmesi
  5.  Hayvanların korku ve strese neden olan olaylardan korunması.

World Animal Protection’a göre İngiltere, Avusturya, Hollanda, İsviçre, İtalya, Danimarka ve İsveç’te sokak hayvanı sorunu yok denecek kadar az. Bu ülkelerde hayvan refahı son derece iyi durumda.

Kaynak

Bu ülkelerde sahipsiz köpekler toplanıp bakımevlerine yerleştiriliyor. Ayrıca köpeklerin sokağa atılmasının önüne geçmek için zorunlu kayıt sistemleri bulunuyor. Kayıt sistemi gereği köpeklere yerleştirilen mikroçip ve dövmeler, onların kimlikleri yerine geçiyor. Böylece sahipleri, köpeklerini terk edemiyor.

İngiltere’de 1878 yılında yürürlüğe konulan kanunla sahipsiz köpeklerin kayıt altına alınma zorunluluğu getirilmiş ancak uygulama kısmında etkinliğin sağlanamaması üzerine kayıt sistemi 1988 yılında kaldırılmış. 2005 yılında çıkarılan kanunla ise sahipsiz köpeklerin toplanmasının sorumluluğu yerel otoritelere verilmiştir. Yerel otoriteler tarafından toplanan köpekler 7 gün boyunca bakımevlerinde tutulur. Bu süre içerisinde sahiplendirilemeyenler hayvan refahı kuruluşlarına gönderilir ya da uyutma işlemi uygulanır. Ülkede sahipsiz köpeklerin sayısını kontrol altına almak için kısırlaştırma yöntemi de uygulanmakta (Kırışık ve Öztürk,2021: 364).

Uyutma işlemi, AB üye ülkelerinde yaygın bir uygulama olup bu politikayı uygulamayan ülkeler de mevcut. Yunanistan, Almanya ve İtalya’da sahipsiz köpeklere uyutma işlemi uygulanmaz. (Dodurka, 2016: 15).

Almanya’da sahipsiz köpekler toplanarak bakımevlerine yerleştirilir. Bakımevlerinde gerekli sağlık kontrolleri, aşıları ve bakımları yapılan köpeklerin sahiplenilmesi sağlanır. Sahiplendirilen köpekler sahiplerine teslim edilir, sahiplendirilemeyen köpeklere ise bakımevlerinde bakılır. Almanya’da hayvan bakımevleri koşulları da oldukça iyi durumda. Bakımevlerinde hayvanların %80’i en fazla 6 ay içinde sahiplendirilmektedir.

Almanya’da bakımevlerinin %25’i belediye, %75’i ise hayvansever bağışçıların ekonomik destekleri ile işletilmektedir. Bu bakımdan derneklerin ve iş insanlarının da desteğinin alınması düşünülebilir.

Slovenya’da ise köpeklere ilk kuduz aşıları yapılırken mikroçip uygulanarak kayıt yapılır.  Başıboş sahipsiz köpekler 8 gün içerisinde çiplenerek aşılanır ve 30 gün içerisinde kısırlaştırılır. Sokakta bulunan köpeğin sahibi bulununca tüm masrafları ödemekle yükümlüdür. Bu nedenlerle Slovenya’da sahipsiz hayvan sorunu yok denecek kadar azdır. Sokak hayvanları ile ilgili başarılı bir idare sağlayan Slovenya’da:

  • Hayvanlara kötü muamelenin önlenmesi,
  • Hayvanların korunması,
  • Sahipli hayvanların terk edilmesinin yasaklanması gibi konularda yasal düzenlemeler bulunur ve zorunlu kayıt sistemleri kullanılır.

Mikroçip uygulaması ile terk edilmiş bir hayvanın tespiti sonrası bu hayvanın sahibine geri döndürülmesi sağlanır. Diğer yandan hayvan barınakları da sahipsiz olarak bulunan hayvanları barındırmak zorundadır. Bu şekilde alınan hayvanlar veteriner hekimlerce muayene edilir, gerekirse tedavi uygulanır ve aşıları yapılır. Bu hayvanlar gebelik durumu gibi nedenlerle 90 güne kadar barındırılabilirler. Büyük oranda dişi hayvanlar kısırlaştırılır. Ulusal anlamda kısırlaştırma desteklemeleri bulunmayan Slovenya’da bu sorumluluk daha çok belediyeler tarafından yılda genellikle 2 kez olmak üzere kısırlaştırma programları ile yürütülmektedir. Kırsal kesimde veteriner hekimlere ait gezici kliniklerle önceden duyurulan kuduz aşılamaları ve kısırlaştırma çalışmaları yapılmaktadır.

İsveç’te sokaklarda başıboş görülen köpekler derhal gönüllüler ve polis tarafından ya da hayvan refahı gözlemcileri tarafından uzaklaştırılırlar. Polis, bulduğu köpeği bir gün muhafaza edip daha sonra yasalar gereği barınaklara teslim eder İsveç’te konu ile ilgili yasalara toplum tarafından yüksek düzeyde uyum söz konusudur. Köpekler için
yüksek düzeyde yatırımlar yapılmakta ve değer verilmektedir (Kırışık ve Öztürk,2021: 363).

Yine Belçika, Danimarka, Hollanda gibi ülkelerde yasalar ciddi şekilde uygulandığından sahipsiz hayvan sorunu yok. Avrupa Birliği Üye Devletleri, hayvan sahipleri ya da bakıcılarının kendi bakımları altında olan hayvanların refahını temin etmeleri için ve söz konusu hayvanların gereksiz yere ağrı, acı çekmemeleri ve yaralanmamaları için belirli standartlar getirmişlerdir. Örnek ülkelerde uygulanan bilimsel popülasyon yönetimi ve köpek refahı uygulamaları esas alınarak sorunun daha da büyümesi engellenebilir. (Kırışık ve Öztürk,2021: 381).

Sokak köpeklerinin göçmen edebiyatındaki yeri 

Behiye Arabacıoğlu’nun “Göç Eden Kültür” makalesinde Türk göçmenlerin edebi eserlerine taşıdıkları öğelerden bahseder. Almanya’ya göç eden Emine Sevgi Özdamar’ın “Seltsame Sterne Starren Zur Erde” (Tuhaf Yıldızlar Yer Yüzünü Dikizliyor) adlı eserinde Türk kültürüne ait izler sıralanırken sokak satıcılarının ve ezan sesinin yanında “köpek sesleri” de gelir. Kitaba göre bunların hiçbiri Berlin’de yoktur.

“İstanbul’da gece otobüsleri deniz kenarı boyunca ıssız caddelerde ilerlerdi, bazen köpekler otobüslerin arkasından koşardı. Burada hiç köpek görünmüyor.” (Özdamar, agk, çeviri: B. Arabacıoğlu)

Özdamar, otobüslerin peşinden koşan köpekleri hatırlatır ve Berlin’de hiç başıboş köpeğin olmadığını belirtir.

Türkiye’de Hayvanları Koruma Kanunu 5199 (2004)

5199 Madde 4B 

Evcil hayvanlar, türüne özgü hayat şartları içinde yaşama özgürlüğüne sahiptir. Sahipsiz hayvanların da, sahipli hayvanlar gibi yaşamları desteklenmelidir.

Yönetmelik, her hayvanın eşit doğduğunu ve sahipsiz köpeklerin de sahipli köpekler gibi desteklenmelerinin gerekli olduğunu söylerken bu konudaki sorumluluğu birden fazla kuruma dağıtmış. Yönetmeliğe göre; sahipsiz hayvanların korunması, bakılması ve gözetilme görevi konusunda il çevre ve şehircilik müdürlükleri, belediyeler, il hayvan koruma kurulu, geçici özel bakımevleri, sorumlu veteriner hekim, hayvan sahipleri ve yerel hayvan koruma görevlisi görevlendirilmiş.

5199’da hayvan sahipleri, evcil hayvanları dolayısıyla gelecek herhangi bir şikayetten doğrudan sorumlu tutulmuştur. Ancak sokak hayvanları ile ilgili olaylarda kimin sorumlu tutulacağı belirtilmemiş.

5199 Madde 6

Hayvanları Koruma Kanunu’nun 6. maddesine göre sahipsiz veya güçten düşmüş hayvanların en hızlı şekilde yerel yönetimlerce kurulan veya izin verilen hayvan bakımevlerine götürülmesi zorunludur. Bu hayvanların öncelikle söz konusu merkezlerde oluşturulacak müşahede yerlerinde tutulması sağlanır. Müşahede yerlerinde kısırlaştırılan, aşılanan ve rehabilite edilen hayvanların kaydedildikten sonra öncelikle alındıkları ortama bırakılmaları esastır. (5199, Md.6).

Hayvanları Koruma Kanunu’nda yerel idareler ve bakanlıkların da sorumlu olduğu belirtilse de yalnızca belediyelere ilişkin hükümler bulunmaktadır. Bu da sahipsiz hayvanlarla ilgili her davada faturanın belediyelere kesilmesine sebep olmaktadır.

Hayvan hakları tartışmasındaki yanlış kanılar

1- Hayvan saldırılarının sebebi, tamamıyla insanlar değil

Hayvan haklarına yönelik tartışmalar, insan – hayvan ilişkisini yeniden düzenleme ve insan üstünlüğüne son verme iddialarını taşıyor. Ayrıca insanın dünyaya, canlılara, cansızlara, doğaya sürekli zarar veren, acımasız ve kötü bir varlık olduğu fikri sıkça vurgulanıyor. Bu yaklaşım, insanlar arasında ayrım yapmamakta, masum ve suçsuz bütün insanları da bir kötülük objesi olarak yaftalamakta.

Başta çocuklar olmak üzere sahipsiz köpeklerin saldırısı yüzünden ölen, fiziki ve de ruhi olarak kalıcı şekilde zarar gören çok sayıda insan var.

Köpek sahiplenen ve köpeğini tasmalı, kayışlı olarak kurallara uygun bir şekilde dolaştırmak için sokağa çıkaran hayvanseverler, sahipsiz köpeklerin kendi köpeklerine saldırması nedeniyle ciddi sorunlar yaşıyor.

Köpekler -doğası gereği- bir sürü oluşturunca, belli bir bölgeyi sahiplenince, karnı acıkınca veya kuduz olunca içgüdüsel olarak saldırma moduna geçmektedir. İnsanlar, kediler, koyunlar, tavuklar ve diğer hayvanlar onlara bir şey yapmasa dahi saldırabiliyorlar. Bu nedenlerle, sahipsiz köpeklerin sokaklardan toplanarak sıhhi ve güvenli ortamlarda barınmaları sağlanmalı. (Ateş, 2021; Cansen, 2019; Gökatalay, 2021; Uğur, 2021; Yılmaz, 2019; Yiğit, 2021).

2- Hayvan hakları tüm sokak hayvanlarını kapsamıyor, hiyerarşik bir yapı var

Diğer yandan sokak hayvanları ile ilgili fikirler tüm hayvanları kapsamayıp kendi aralarında da bir değer hiyerarşisi kuruyor. Bu hiyerarşik konumlandırmada en üst sırada kedi ve köpekler geliyor. Horoz, tavşan, at gibi hayvanlar nispeten daha aşağıda gözetiliyor. Bu bağlamda hayvan hakları denilirken, sadece subjektif değer yüklenilen bazı hayvanlar esas alınıp diğerleri hak kapsamı dışında tutuluyor.

3- Sokaklar, hayvanların evi değil kamu güvenliğinin temin edildiği ortak alanlar

Sokaklar, parklar, alışveriş, istirahat ve eğlence alanları gibi halka açık yerler toplumun ortak yaşam alanlarıdır. Dolayısıyla can ve mal endişesi olmaksızın günün her saatinde özgürce dolaşabilmeleri de kamu güvenliği kapsamındadır.

Çoğunlukla kedi ve köpeklerden oluşan evcil hayvanlar, sahiplerinin ölmesi veya terk edilme sonucu sahipsiz kalıyor. Doğa ile bağı kısmen koparılan ve doğal ortamda yaşama yetisini kaybeden bu hayvanlar yerleşim yerlerinin içinde ve civarında zor koşullarda yaşam mücadelesi vermektedirler. (Tamzok, Kük ve Çobanoğlu, 248: 2013)

4- Köpekleri kısırlaştırıp sokakta beslemeye devam etmek çözüm değil 

Hayvanları Koruma Kanununa göre, toplanan sahipsiz köpekler bakımevlerinde aşılanarak kısırlaştırılmakta ve sahiplendirilemeyen köpekler alındıkları ortama geri bırakılmakta.

Ne var ki bu sistem, sorunun çözülmesi için yeterli değil. Konu üzerine çalışan birçok akademik, sahipsiz köpekleri tehlikeli sokak koşullarına terk eden Hayvanları Koruma Kanunu ve uygulama yönetmeliğinin ilgili maddelerinin değiştirilmesini öneriyor (Erdem, 2021).

Bu şekilde diğer hayvanlar da köpek saldırılarından korunabilmeli.

5- Yakala – kısırlaştır – bırak (YKB) politikasının işlevi azalıyor

Sahipsiz köpek sayısı, artık kontrol edilebilecek düzeyin çok daha üzerinde olduğu için yakala – kısırlaştır – aldığın yere bırak politikasının işlevi ideal seviyeye ulaşamıyor.

Ayrıca YKB politikası; köpeklerin açlık, susuzluk, hastalık, soğuk, sıcak, trafik kazaları, köpekler arası saldırılar, diğer hayvanlardan, araçlardan ve insanlardan kaynaklanan tehlikeler gibi çok zor koşullar altında kaldığı sokak habitatına geri bırakılması anlamına geliyor. Bu durum ise köpeklerin refahından çok zararına yol açıyor (Aydoğdu ve Meral, 2019: 2131).

Hayvan Hakları Federasyonu ne diyor?

Hayvan Hakları Federasyonu (HAYTAP) da kendi sitesinden yayınladığı açıklamada kendilerinin de sokakta sahipsiz hayvan istemediklerini vurguladı. İdealin, tüm hayvanların sahiplendirilmesi olduğunu belirtti.

HAYTAP’ın açıklamasından öne çıkan maddeler şu şekilde sıralanabilir:

  • Ama insanlarımız sahiplenmek bir yana ellerindeki hayvanları doğurtup sokaklara bırakıyorlar. 
  • Sokaktaki hayvanı sahiplenmek yerine pet shop’lardan hayvan satın almayı tercih ediyor.
  • Köylerdeki vatandaş yavruları torbalara doldurup kent merkezlerine bırakıyorlar. 
  • Kısırlaştırma görevini belediyeler, il tarım müdürlükleri yapmıyor. Umurlarında da değil. Kısırlaştırma istasyonlarını kliniklerini hiç zorunlu olmadığımız halde tüm ülkede bizler Haytap olarak açmak zorunda kalıyoruz. Üzerine de bu kamu hizmetini yaptığımız için milyarlarca da vergi veriyoruz. Bu devletin kurumların bu işten maaş alanların ayıbıdır.
  • Okullarda bile hayvanlarla nasıl beraber yaşanacağına dair bir eğitim verilmiyor. MEB mevzuatına bir türlü girmiyor.

Veteriner Görüşü: Veteriner Hekim Necati Bozkurt

Veteriner Hekim Necati Bozkurt’un Evrensel’den Eylem Nazlıer’e verdiği röportajı inceledik. Bozkurt, sokak hayvanları sorununun giderek arttığını ve bu alanın artık hayvanlar için uygun olmadığını söyledi

İnsanların desteği olmadan bir kedinin, köpeğin sokakta yaşama şansı düşük. İnsanlar besledikleri zaman kedi ve köpekler hayatta kalıyorlar. Beslemedikleri zaman aç kalıyorlar. Onun için açlıktan, hastalıktan, trafik kazalarından,  ormanlık alanlarda, sokaklarda ölen kedi köpek sayısı maalesef çok fazla” diye konuştu.

Temmuzda Doğrula Sepetinde fiyatlar 5,84% arttı

Bu yazımızda her ayın 3’ünde gündem olan enflasyon oranlarını konu aldık. Doğrula olarak da bir ürün sepeti oluşturup bir aylık fiyat değişimini ölçtük. Öncelikle temel kavramlar olarak enflasyonu ve TÜFE’yi açıklamak istiyoruz. Temmuzda Doğrula Sepetinde fiyatların değişimini bulduk.

Temel kavramlar

Enflasyon: Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’na göre enflasyon fiyatların genel seviyesindeki değişimdir. Toptan eşya fiyat endeksleri, tüketici fiyat endeksleri, üretici fiyat endeksleri ve özel kapsamlı TÜFE göstergeleri gibi çeşitli endeksler aracılığı ile ölçülmektedir.

TÜFE: Tüketici tarafından satın alınan mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki değişimleri ölçen endekstir. TÜFE hesaplanırken örnek bir kitlenin mal ve hizmete ne kadar para harcadığı bulunarak TÜFE hesaplamasında mal ve hizmetlerin ağırlığı belirlenir. Her ay mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki değişim ölçülür ve ağırlıkları ile çarpılır. Çıkan sonuç TÜFE’dir.

Enflasyon neden önemlidir?

Öncelikle enflasyonun olması demek tüketicilerinin aynı para ile daha az mal ve hizmet alması demektir. Ayrıca, reel faiz enflasyon oranı ile doğrudan bağlantılı olduğu için nominal faiz oranının belirlenmesinde de enflasyon göz önünde bulundurulur.

Türkiye’de enflasyon

Her ayın 3’ünde TÜİK enflasyon oranlarını açıklamaktadır. Başta Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası olmak üzere pek çok kamu ve özel kuruluş TÜİK’in enflasyon oranlarına göre karar vermektedir.

Enflasyon oranını paylaşan diğer kuruluş ENA Grup

TÜİK’in yanında Enflasyon Araştırma Grubu(ENAGrup) da Türkiye’deki tüketici enflasyonunu ölçmektedir. Sosyal medyada TÜİK’in yanında bu grubun da enflasyon oranı paylaşılmaktadır. ENAGrup’un enflasyon oranları ile TÜİK’in enflasyon oranları birbirinden farklı çıkmakta ve bu sebeple de sosyal medya kullanıcıları TÜİK oranlarından şüphe duymaktadır. Çoğunlukla ENAGrup’un tüketici enflasyon oranı daha yüksek çıkmaktadır.

TÜİK ve ENA Grup enflasyon oranları

TÜİK’e göre Tüketici Fiyat Endeksi yıllık bazda yüzde 79,6 artarken aylık bazda yüzde 2,37 arttı. Gıda enflasyonu ise yüzde 3,15’dur.

ENA Grup’ta ise TÜFE yıllık bazda yüzde 176,04 arttığını hesaplarken aylık bazda yüzde 5,03 arttığını hesaplamıştır. Gıda enflasyonunu ise aylık bazda 9,92’dir.

Doğrula aylık fiyat artışı hesaplaması

Doğrula olarak bizde aylık olarak bazı tüketici ürünlerindeki fiyat değişimini ölçmek istedik. Metodolojimiz ve aldığımız fiyatların kaynaklarını da paylaşarak size ürün sepetimizdeki ürünlerin Temmuz ayındaki fiyat değişimini gösteriyoruz.

Doğrula Sepeti’mizin Temmuz ayındaki fiyat artışı

Doğrula sepetinin fiyatındaki bir aylık (Temmuz Ayı) artış yüzde 5,84’tür. Gıda sepetinin fiyat artışı ise yüzde 5,47’dir.

Geçmişten günümüze ÖSYM ve oluşan güvensizlik iklimi

‘Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi’ (ÖSYM), kurulduğu 1973 yılından bu yana ülke çapında yükseköğretim, kamu personel alımı ve yabancı dil yeterliliği gibi önemli sınavları yürütüyor. Bu sınavlardan biri olan Kamu Personeli Seçme Sınavı, geçtiğimiz günlerde gerçekleşti. Soruların bir yayınevi tarafından sınav öncesi basıldığına dair iddialar sonrası soruşturma başlatıldı ve 2022 KPSS iptal edildi. ÖSYM’yi bugünlerde gerçekleşen iddialar perspektifinde değil, kurulduğu günden bu yana kurum özelinde oluşan güvensizlik iklimini dikkate alarak incelemek gerekiyor. Geçmişten günümüze meydana gelen ve kronik bir hastalık haline gelen ‘şaibeli sınavlar’ gösteriyorki: ÖSYM’de köklü bir sistemsel değişiklik gerekiyor.

Sınav ve yerleştirmelerin tek bir merkez kontrolünde yapılmaya başlandığı 1974 yılından günümüze dek olan süreci, ÖSYM başkanları özelinde sizler için inceledik:

1974 – 1988: Prof. Dr. Altan Günalp dönemi

ÖSYM’nin kuruluşunda önemli bir role sahip olan Prof. Dr. Altan Günalp vefatına kadar bu kurumda başkanlık yaptı. Bu dönemde ÖSYM yetki ve sorumluluk çerçevesinde sadece üniversite giriş sınavları bulunmaktaydı. Türkiye’de tek merkezden ve geniş çapta yapılacak ilk sınavlar için sistemi birçok kez değiştirse de güvenlik açığı kapatamadığını gözlemliyoruz.

Başkanlık yaptığı ilk beş yıl ÜSS (Üniversitelerarası Seçme Sınavı) adı altında tek bir sınav uygulanıyordu. 1973 yılında yapılan ilk sınavda sorular, baskı sırasında çalındı. Sınav öncesinde Özel Murat Dershanesi öğrencilerinin, sınav sorularının üzerinde çalıştıkları ihbarının ardından yapılan incelemede soruların aynı olduğu tespit edildi.

kaynak

1976 yılında aynı sistemde yapılan Üniversite Seçme Sınavı’nda ise sınava giren adayların üzerinde cevap anahtarı bulundu. Ek olarak, TMMOB’un arşivinde bulunan bir belgede bu yıla kadar sınavlarda güvenlik görevlileri gerektirecek olayların yaşandığı çıkarımı yapılabilmektedir.

kaynak

Günalp’ın döneminin sonlarına doğru ÖSS ve ÖYS sınavlarından oluşan iki aşamalı bir sisteme geçildi ve sınavın ikinci aşaması farklı yükseköğretim programlarına göre yeniden düzenlendi. 1988’te vefatından sonra Günalp’in başkan yardımcılığını yapan Prof. Dr. Fethi Toker görevi devraldı.

1988-1993 ve 1996-2002: Prof. Dr. Fethi Toker dönemi

1983 yılından beri ÖSYM’de başkan yardımcılığı yapan Prof. Dr. Fethi Toker’in başkanlık dönemi ikiye ayrılmaktadır. Göreve başladıktan 5 yıl sonra, kendi isteğiyle ayrılır ve 1993-1995 yılları arasında kuruma danışman olarak hizmet vermeye devam eder. Bu yıllarda Prof. Dr. Atilla Özmen görevi üstlendi. 1996 yılında Toker tekrar göreve başladı ve 2002’de emekli oldu. İlk başkanlık dönemi sakin geçen Toker’in göreve geri döndüğü ikinci dönemde yıllarca konuşulacak bir sınav iptali gerçekleşti.

1999’da sınav sisteminde tekrar bir değişiklik yapıldı ve Öğrenci Seçme Sınavı (ÖSS) adı altında tek basamaklı bir sınav haline getirildi. 2 Mayıs 1999 tarihinde yapılması planlanan bu sınavda birçok farklı sorunla karşılaşıldı. İlki, soru kitapçıklarının dağıtımını yapacak depodan iki soru kitapçığının çalınması oldu. Ardından bazı adayların yerine, giriş ve kimlik belgesindeki fotoğrafları değiştirilmesi suretiyle başka kişilerin sınava girdiği anlaşıldı. Böylece, sınav iptal oldu. 6 Haziran 1999 tarihinde yapılan ikinci sınav sonrasında hata sayısının ÖSYM’nin açıkladığından çok daha fazla olduğu ortaya çıktı.  Bu dönemde puan değerlendirmesinde yapılan hatalarla birlikte ÖSYM’ye karşı tepkiler çığ gibi büyüdü. 2002 yılında Toker emekliye ayrıldıktan sonra 2 yıl süreyle Prof. Dr. M. Savaş Küçükyavuz başkanlık yaptı.

2004-2010: Prof. Dr. Ahmet Ünal Yarımağan dönemi

2004 yılında Prof. Dr. Ahmet Ünal Yarımağan’ın göreve başladı. İki yıl içerisinde sınav sisteminde tekrar değişikliğe gidildi ve adı aynı kalsa da sorularda değişiklik yapıldı. 2009-2010 yıllarında yapılan iki farklı sınavda kopya çekildiğinin anlaşılması üzerine Yarımağan istifa etti.

13 Eylül 2009 günü yapılan Polis Akademisi Polis Meslek Yüksekokulları Öğrenci Adaylığı Sınavı’ndan (PMYO) bir buçuk saat sonra ÖSYM’ye elektronik posta ile sorular gönderildi. ÖSYM yaptığı basın açıklamasında sınavda çıkan soruların KPSS deneme sınavı adı altında özel olarak seçilen öğrencilere dershaneler tarafından iletildiğine dair bir haber aldıkları belirtildi. ÖSYM, sınavı iptal etti. 1 Kasım 2009’da yenilediği Polis Meslek Yüksek Okulları Öğrenci Adaylığı Sınavı’yla (PMYO) ilgili soruşturma başlatıldı.

Yarımağan’ı istifaya iten sınav ise,  17 Eylül 2010 tarihinde yapılan KPSS sınavı oldu. Sınav sonuçlarına göre 500’den fazla aday, KPSS Eğitim Bilimleri sınavında 120’de 120 net çıkarmıştı. Savcılığın kopya çekildiğini tespit etmesi ve adayların ‘birçoğunun karı-koca, akraba ve aynı mahallede oturan kişiler’ olması büyük tepki topladı ve sınav iptal edildi.

Sınavın Genel Yetenek ve Genel Kültür bölümünün iptal edilmemesi üzerine, bu bölümdeki sınav soru ve cevaplarının yüzlerce adaya servis edildiği ve  sınavın bu kısımlarının da iptali istemiyle Ankara İdare Mahkemesi’ne dava açıldı. Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin davayı reddedince konu Danıştay’a taşındı. Danıştay 12. Dairesi, mahkeme kararını bozdu. Bozma üzerine dosyayı tekrar görüşen Ankara 1. İdare Mahkemesi, 2010 KPSS’nin Genel Yetenek ve Genel Kültür kısımlarını oy birliğiyle iptal etti.

Üst üste yaşanan sınav iptallerinin ardından Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 2004-2010 yılları arasında yaşanan kopya skandalları kapsamında soruşturma başlattı. Bilirkişi Heyeti’nin raporunda, bu dönemde ÖSYM yönetiminin ihaleleri aynı şirkete verdiği, sınav soru kitapçıklarının anlaşmalı şirkete bastırıldığı, taşımanın aynı firma üzerinden yapıldığı vurgulandı.

2010-2015: Prof. Dr. Ali Demir dönemi

Demir’in başkanlık pozisyonunda görev aldığı 2010-2015 yılları birçok farklı skandalla gündeme geldi. 2010 yılında yaşanan sınav iptalleri sonrası savcılık, soruşturma kapsamında soruların yer aldığı 6 bilgisayarın disklerinin kopyasını aldı ve ÖSYM arşivine el koydu. Ardından ÖSYM’nin yeniden yapılandırılmasına karar verildi. Başkanlığının ilk yıllarında Demir, güvenlik önlemlerini arttıracağına dair basın açıklamaları yaptı. Kişiye özel sınav kitapçıklarının kapalı matbaada basılması gibi fikirlerini paylaştı.

Bu dönemde üniversite giriş sınavları, Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) ve Lisans Yerleştirme Sınavı (LYS) olarak iki aşamalı hale getirilmişti. Bu sistemde ilk defa 2011 yılının 27 Mart günü ilk aşama olan YGS, 18 Haziran günü ise LYS sınavı yapıldı. YGS sınavının ardından birçok farklı güvenlik ihlaliyle ilgili mahkeme süreçleri başladı. Bunların arasında adayların hatalı test, cevap anahtarlarının kaybolması, geçmiş senelerle aynı soruların sorulması, kopya gibi birçok iddia bulunmaktaydı. Bunlara karşılık, sınav iptal olmadı. YGS kitapçığının bir kopyasının kamuoyuna sunulmasının ardından kitapçıktaki soruların şifre ile çözülebildiği belirlendi. ÖSYM, hatanın sadece medyaya dağıtılan kitapçıkta olduğuna dair bir basın açıklaması yayınlarken ÖSYM Başkanı Demir, ‘basına verilen kitapçık biraz acemice hazırlandı,’ açıklaması yaptı. Ancak birçok uzman görüşünün, Danıştay’a taşınan davaların ve itirazların ardından ÖSYM, 1.7 milyon sınav kitapçığındaki yanıt seçeneklerinin şifreye yol açacak şekilde hatalı kurgulandığını kabul etti. Ancak şifre olsa da kopya çeken kimsenin tespit edilemediği belirtilerek sınav iptal edilmedi.

Aynı yılın 29 Mayıs günü yapılan Tıpta Uzmanlık Eğitimi Giriş Sınavı (TUS) ile 3 Temmuz’ günü yapılan Yurtdışı Yükseköğretim Diplomaları Denkliği İçin Seviye Tespit Sınavı’ndaki soruların önceki yıl ile aynı olduğu ortaya çıktı.

2012 yılında gerçekleşen KPSS sınavı sırasında, sorular iki farklı kaynak tarafından internette paylaşıldı. Sınavla ilgili soruşturma açıldı. Ankara Başsavcılığı’nın talebi üzerine yapılan istatiksel analizler sonucunda, FETÖ’nün 2002-2013 yılları arasında tüm ÖSYM sınav sorularını çaldığı ortaya konuldu.

Demir, görev süresi bitince başkanlığı bıraktı.

2015-2017: Prof. Dr. Ömer Demir dönemi

kaynak

2015 yılında Ali Demir’in görev süresinin bitmesiyle yerini Ömer Demir almıştır. Üniversiteye geçiş yerleştirme sonuçlarında üst üste hata yapılmasının ardından “İlgili personelin kasıt taşımayan dikkatsizlikleri sonucu ortaya çıkan yerleştirme hatası nedeniyle ÖSYM’nin kurum olarak tartışılmasının önüne geçmek maksadıyla görevden ayrılma talebimi ilgili makama bugün itibarıyla sunmuş bulunmaktayım” diyerek 2017 yılında istifa etmiştir.

Bu dönemde sınavlarla ilgili skandal bir haber yayınlanmasa da ilerleyen dönemlerde tekrar açılan soruşturmalarda bu yıllarda yapılan sınavların da sorularının çalındığı tespit edildi.

2018-2022: Prof. Dr. Halis Aygün dönemi

kaynak

Demir’in istifasından Prof. Dr. Halis Aygün’ün atanmasına kadar geçen 1 yıllık süreçte şu anki Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Mahmut Özer başkanlık yapmıştır. Aygün, 2018’de göreve başladı ve geçtiğimiz günlerde gerçekleşen KPSS sınavlarında bir yayınevi tarafından soruların önceden yayınlandığı iddialarının ardından görevden alındı.

Aygün’ün görevden alınmasının ardından Prof. Dr. Bayram Ali Ersoy atanmıştır.

 

KPSS sorularının, bir yayınevinin daha önce basılmış soru kitaplarında yer aldığı iddiası

 Bulgularımız

  • KPSS 2022’de çıkan 20’den fazla sorunun, bir yayınevinin deneme ve soru bankası kitaplarında daha önce yayımlandığı iddia edildi.
  • İlgili yayınevinin, açık kaynaklardan erişebildiğimiz 15 adet deneme kitabı ve 1000’den fazla sorusunu inceledik. 5 saate yakın, YouTube’da yayınlanmış soru çözüm videolarını izledik.
  • KPSS ve yayınevi sorularını karşılaştırdığımızda, 9 sorunun içerik ve kurgu bakımından benzediğini gördük.
  • Sosyal medyada yayılımı olan ve yayınevine ait olduğu iddia edilen bazı sorulara da ulaşamadık.

2 Ağustos 2022 öğle saatlerinde sosyal medyada yayılan bir iddia, kısa sürede ülkenin gündemine yerleşti. Kullanıcılar, “Yediiklim Yayınları” olduğu belirtilen bir yayıncılık kuruluşunun bastığı KPSS deneme setinde yer alan bazı soruların, 31 Ağustos 2022’de gerçekleşen KPSS sınav soruları ile tıpatıp aynı olduğunu ifade etti. Resmi Twitter hesabından konuyla ilgili açıklama yapan ÖSYM, sınavın güvenli bir biçimde gerçekleştiğini, yapılan incelemeler sonucunda iddiaların asılsız olduğunu açıklamıştı. Bu açıklamanın ardından önce Cumhurbaşkanı resmi Twitter hesabından konunun Devlet Denetleme kurumu tarafından inceleneceği söylendi, sonra gece saatlerinde Resmi Gazete’de açıklanan kararla, ÖSYM Başkanı Halis Aygün’ün görevden alındığı öğrenildi.

Hangi sorulardan bahsediliyor?

Sosyal medyada birçok kullanıcının, kendilerine ait deneme sınavlarının fotoğraf ve videolarını çekip paylaştığını görüyoruz. Bahse konu soruların bazılarına, Yediiklim Yayınları’nın eğitim setlerinin dijital kopyalarını inceleyerek ulaşabildik. Eğitim setlerinde Yediiklim’in KPSS 2022 Genel Yetenek ve Genel Kültür Türkiye Geneli Deneme Sınavlarına (1-15),  KPSS 2022- ÖSYM Ne Sorar ve Ahmet Hoca ile Yalnız Değilsin-Mini Deneme 5 videosu kaynaklarını inceledik.

  • Paylaşımda olan bu görsellerin hepsinde “yediiklim” yazan sorular ile KPSS’de çıkan soruların birebir aynı olduğunu görüyoruz. Fakat, bu soruların bir çoğunu incelediğimiz açık kaynaklarda bulamadık. Soruların Yediiklim’in başka bir kaynağında olup olmadığını bilemiyoruz.
  • Paylaşımda olan iddia görsellerinden en yaygını, sınavın ‘genel kültür’ bölümünde yer alan Türkiye’deki köprülerle alakalı olan soru. Söz konusu KPSS sorusunun, Yediiklim Yayınlarının daha önce yayınladığı deneme sınavında yer alan soru ile ‘birebir’ aynı olduğu iddia edilmiş. ÖSYM’nin aday işlemleri sitesinde ilgili soruyu ulaştığımızda deneme sınavındaki sorunun, KPSS’deki soruyla birebir aynı olmadığını ancak büyük oranda benzerlik gösterdiğini görüyoruz. 
  • Deneme Kaynağı: Yediiklim – KPSS 2022 – Genel Yetenek & Genel Kültür Türkiye Geneli Deneme Sınavı -12
  • İddia edilen bir diğer soru ise KPSS’nin Genel Kültür bölümünde yer alan “Türk-Yunan ilişkileri” ile ilgili olan soru. Bu sorunun biçiminin ve aşağıda yer alan şıkların KPSS’deki ilgili soruyla birebir aynı olmasa da benzer olduğunu görüyoruz.

Deneme Kaynağı: Yediiklim – KPSS 2022 – ÖSYM Ne Sorar – Test 54

İddialarda bir görselde yer alan bir KPSS sorusuna benzer bir matematik sorusu Yediiklim- KPSS GY & GK Türkiye Geneli Deneme Sınavı- 14’te yer alıyor.

Deneme kaynağı: Yediiklim- KPSS 2022 Genel Yetenek & Genel Kültür Türkiye Geneli Deneme Sınavı – 14

  • Sınavın Genel Kültür bölümünde yer alan Türkiye’de yetişen tarım ürünleri ile alakalı soru da Yediiklim’in deneme kitapçığında yer aldığı iddia edilmişti. Yine ilgili deneme incelediğinde de sorunun KPSS’de yer alan soruya benzer formatta olduğu anlaşılıyor.

Deneme Kaynağı: İddia edilen sorunun hangi deneme testinden alındığı bilgisi yok.

  • Genel Kültür bölümünde yer alan bir başka sorunun da KPSS’deki sorunun aynısı olduğu iddia edilmiş fakat soru aynı bilgiyi istese de, sunuş şekli ve şıkların farklı olduğu görülüyor.

Deneme Kaynağı: Yediiklim – KPSS 2022 – ÖSYM Ne Sorar

  • Aynı kullanıcı, KPSS’nin Genel Kültür bölümünün “güncel bilgiler” bölümünde yer alan “James Webb Uzay Teleskobu” ile alakalı sorduğu sorunun daha önce bu denemelerde yer aldığını iddia etmişti. İlgili kitapçığı bulduğumuzda, cevap aynı olsa da sorunun farklı olduğunu görüyoruz. James Webb Teleskobu’ndan alınan görsel veriler, son zamanlarda dünya gündeminde çokça yer aldığı düşünüldüğünde, bu sorunun KPSS’de güncel bilgi olarak sorulmasını tahmin etmek çok da güç değil.

Deneme Kaynağı: Yediiklim – KPSS 2022 – Genel Yetenek & Genel Kültür Türkiye Geneli Deneme Sınavı – 10

  • Turizm ile alakalı sorulan KPSS sorusunun da, Yediiklim Yayınları’nın YouTube kanalında deneme çözüm videosu içerisinde yayımlandığı iddia edilmişti. Video incelendiğinde, ilgili sorunun, Türkiye Geneli Deneme Sınavı 6. kitapçıkta yer aldığı anlaşılıyor. İşbu sorunun da sunuş şekli ve şıkların farklılık yönünden KPSS’de sorulan soruyla birebir aynı olmadığı görülüyor.

Deneme Kaynağı: Yediiklim Türkiye Geneli Deneme Sınavı – 6

  • Sosyal medya kullanıcıları bunların yanı sıra, iki adet sorunun Yediiklim Yayınları’nın YouTube kanalında paylaşılan “Ahmet Hoca ile Yalnız Değilsin – Mini Deneme 5” başlıklı videoda gösterildiğini belirtmişti. Videoda gösterilen sorular incelendiğinde, soruların KPSS Genel Kültür bölümünde yer alan sorulara alınmak istenen cevap yönünden benzer olduğu anlaşılıyor. Bu iki soru da tıpkı diğer sorular gibi birebir aynı olmasa da, sunuş yönünden benzer diyebiliriz.

Yediiklim Yayınları ne diyor?

  • Yediiklim ve KPSS soruları üzerinden yayılan iddiaların başında Yediiklim Tarih Editörü Ahmet Uğur Karakuza’nın YouTube’da anlatılan ders videoları ve TG kodlu denemeleri geliyor.
  • Ahmet Uğur Karakuza, gelen yorumlar üzerine Instagram’dan 2 canlı yayın yaptı. Ayrıca aynı gün (2 Ağustos 2022), Benim Hocam Yayınevi’nin kurucularından Tarih öğretmeni Ramazan Yetgin’in de Instagram’da yaptığı canlı yayına katıldı.
  • Karakuza, birebir aynı olan sorularla ilgili; ÖSYM sınavlarında çıkan soruların telif haklarının Yediiklim’e ait olduğunu söyleyip yayınevinin bu sebeple pazartesi (1 Ağustos 2022) günü soruları çözülmek üzere kendisine gönderdiğini belirtiyor. Tarih öğretmeni, çıkmış sorulara yakın soruları yakalayan tüm hocaların bunları paylaştığını söylüyor. Kendi hatasının ise aynı işlemi, yayınevinin “Çıkmış Sorular” kitabını henüz yayımlanmadığı halde paylaşarak yapması olduğunu belirtiyor.
  • KPSS 2022’dekiler ile çok benzer olan soruları ise haziran ayında, pahalı test kitapların maddi yükünü azaltmak için hazırladığı “Yalnız Değilsin” video serisinin ilkinde söylediğini belirtiyor.

ÖSYM soruları nasıl hazırlıyor?

ÖSYM’nin soru hazırlığı ‘Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun (6114)’ ile belirlenen yönetmelik çerçevesinde gerçekleşiyor. Bu yönetmeliğe göre, soru yazarları ve bilimsel denetmenler belirlenirken kişilerin hem yurt içi/yurt dışı bilimsel yayın ya da tezlerine hem de ÖSYM sınavlarına yönelik çalışma yapan etüt merkezi, yayınevi veya dershanelerle ilişkisine bakılıyor.

Soru hazırlama aşamasında en önemli kriter ise gizlilik. Yani kişi, soru hazırlama sürecinin hangi bölümünde yer alırsa alsın yönetmelikle belirlenen gizlilik ve güvenlik kurallarına uymak zorunda. Bu nedenle görevlilerin kimlikleri hiçbir şekilde paylaşılmıyor. Öte yandan ÖSYM adına hazırlanan soruların başka hiçbir yerde kullanılmaması şartı bulunuyor.

Sorular hazırlanırken söz konusu sınavın niteliği, kapsamı, seviyesi, aday kitlesi ve varsa kurum ile imzalanan sınav protokolü dikkate alınıyor. Hazırlanan her soruda soru yazarının kimlik numarası, sorunun alanı, zorluk derecesi, seviyesi, konusu, alt konusu ve benzeri kriterleri kapsayan etiketler yer alıyor.

Bu aşamada tüm sorular ön bilimsel denetime tabi tutuluyor. Denetimden geçen sorular alan uzmanı tarafından düzenleniyor ve taslak soru havuzuna atılıyor. Taslak havuzdaki sorular nihai bilimsel denetimden geçiriliyor. Eğer bu denetimde soruyla ilgili bir sorun yaşanırsa soru havuza alınmıyor, tekrar inceleniyor ya da atıl soru havuzunda arşivleniyor.

Son olarak dil denetiminden de geçen sorular tasnifli şekilde ve tüm bilgileriyle beraber soru havuzuna atılıyor. Havuzdan soru seçilmesi ve sisteme erişim, yalnızca Başkan tarafından görevlendirilen ÖSYM çalışanı tarafından ‘kriptolu’ cihazlarla sağlanıyor. Kitapçıkların basımı ise, kullanılan matbaanın dış dünya ile iletişiminin tamamen kesildiği ve söz konusu sınavın bitmesiyle sona eren ‘kapalı dönem’de gerçekleşiyor.

Dezenformasyonun ürküten yüzü: Deepfake ve Cheapfake nedir?

Teknoloji  hayatımızın her detayında var. ‘Olmazsa olmazımız’  desek abartmış olmayız. Ortamlarda teknolojinin geldiği noktaya dikkat çekmek için dile gelen, “ya bu uçak nasıl uçuyor” geyiği de bayatladı. Artık, silah kullanan robotların gerçekliğini, yapay zekanın sınırlarını konuşuyoruz. Şuraya hemen bir parantez açalım, silah kullanan robotlarla ilgili bazı videolar kurgudan ibaret. Mesela daha önce doğruladığımız bu içeriği inceleyebilirsiniz. Yapay zekaya gelecek olursak:

İnsan bilincine her geçen gün daha fazla yaklaşan yapay zeka, tamamıyla belli bir algoritma mühendisliği prensibiyle çalışıyor ve makine öğrenme yoluyla kendini gerçeğe en yakın olacak şekilde yeniden programlayabiliyor. Yapay zekanın ilerleyişiyle ortaya çıkan bir dijital yüz maskeleme yöntemi olan deepfake ve cheapfake bir süredir insanların ilgisini çekmekte. Bu teknikle yıllar önce hayatını kaybeden ünlü figürlerin yüzlerinden alınan görsel veri setleriyle hazırlanan hareketli canlandırmalarda, onları tıpkı bugün gerçekmiş gibi ekranda konuşurken, gülerken ya da ağlarken izleyebiliyoruz.

Örneğin Amerikalı aktris Audrey Hepburn’ün ölümünden 21 yıl sonra deepfake yöntemi ile üretilen reklamını gerçekten ayırt edebilmek neredeyse imkansız diyebiliriz.

Hızlı ve Öfkeli serisinin başrollerinde oynayan ABD’li oyuncu Paul Walker 2013 yılında geçirdiği bir trafik kazası sonucu hayatını kaybetmişti. Walker, serinin 7. filmi çekildiği sıralarda hayatta olmasa da, CGI teknolojisiyle yüzü yeniden canlandırılmıştı. Bu da, kusursuz derecede gerçekçi ‘deepfake’ yöntemi sayesinde başarılmıştı.

Ne var ki bu deepfake ve cheapfake teknikleri de, kimi zaman diğer teknolojik yenilikler gibi suistimale açık birer enstrüman olabiliyor. Bu dijital maskeleme yöntemlerinin, siyasi itibar suikastı, şantaj, karalama politikası veya şaka amaçlı kullanılması olası.

Örneğin eski ABD Başkanları Donald Trump ve Barack Obama’nın şaka amaçlı hazırlanan deepfake videoları sosyal medyada çokça paylaşılmış, hatta haber bültenlerine konu olmuştu.

Deepfake ile cheapfake arasındaki fark nedir?

Yüz maskeleme teknolojisinin suistimal edilebilir oluşundan ve özellikle yakın gelecekte yanlış bilgi yayılımına ne denli etki edebileceğinden bahsetmiştik. Öncelikle deepfake ile cheapfake arasında kavramsal olarak çok da fark olmadığını belirtelim.

Deepfake isminden de anlaşılacağı üzere daha derin ve etkili bir maskeleme yoludur. Kişi, söz konusu görüntülerin sahte oluşunu, dikkatle incelemediği müddetçe anlayamaz. Ne var ki, bazı deepfake videoları o kadar profesyonelce hazırlanmıştır ki, bazen gerçekten ayırt etmek imkansıza yakın hale gelir. Videoya konu olan kişi tarafından teyit edilmediği sürece anlaşılamaz.

Tom Cruise’un yüzü kullanılarak yapılmış gerçekçi bir deepfake örneği:

Öte yandan cheapfake, görece basit maskeleme tekniği ile hazırlanmış görüntülerdir. Bu tip videoların sahte olduğunu anlamak için görüntülere ciddi anlamda odaklanmak gerekmez. Kişi, bu videoları, herhangi bir uzmanlık gerekmeksizin ilk bakışta ‘kolaylıkla’ anlayabilir.

Örneğin Donald Trump’ın yüzünün çocuklar üzerinde kullanılarak hazırlandığı bu absürt videoyu cheapfake’e örnek olarak gösterebiliriz.

Deepfake ve cheapfake nasıl anlaşılır?

Bu gibi dijital hileleri anlamak her zaman kolay olmasa da bazı tekniklerle sahte olduğu tespit edilebiliyor. Bunun için öncelikle videodaki kişinin yüzündeki hareketlere, mimiklere, ağız, burun ve gözlerin birbiriyle olan uyumuna, ten rengi tonuna, kısacası ne kadar ‘doğal bir insan yüzüne’ benzediğine odaklanmak gerekiyor. Videonun gerçekten uzak, bambaşka bir amaçla üretildiğini ve dolayısıyla yeniden seslendirmek gerektiğini düşünecek olursak, videodaki kurmaca sesin, kişinin gerçek sesine tıpatıp benzemesi gerekir. Yapay zeka, insan sesini taklit etmekte, henüz insan yüzünü canlandırmakta olduğu kadar yetenekli değil. Dolayısıyla videodaki yüzün, ses ile senkronize bir şekilde akması gerekir ancak bu genellikle başarılı sonuçlar ortaya koymaz.

İlk bakışta dikkat edilmesi gereken noktaları şu maddelerle özetleyebiliriz:

  • Ağız ve burun arasındaki uyuma dikkat edilmeli. Videoda konuşan kişinin ağzı, mimiksiz, yapay bir şekilde hareket ediyorsa yüzünün sonradan maskelenmiş olma ihtimali epey yüksek denilebilir.
  • Duruşun yapaylığı da tipik bir maskeleme videosunu ele veren detaylardan biridir. Videodaki kişinin, kafası ve yüzü hareket ederken, vücudunun tek bir yöne dönük, ‘sabit’ olarak durması videonun gerçek olmadığına dair bir ipucu verebilir.
  • Gözlerin alakasız bir yöne odaklanması ya da hiç göz kırpmama gibi durumlar da dikkat edilmesi gereken şüpheli noktalardan birisidir.
  • Ses kişiye özel ve ‘doğal’dır. Duru olmayan (robotik) bir ses tonu da videonun sahte olma ihtimalini güçlendirir.

Deepfake ve cheapfake’i tespit etmek için bazı çevrimiçi araçlar da mevcut. Örneğin, Deepware.ai ile YouTube veya diğer video oynatma platformları üzerindeki videoların URL adresini ekleyerek taratabilirsiniz. Diğer kullanıcıların sistemde daha önce taratmış olduğu videolardan görece daha hızlı ve tutarlı sonuçlar alabilirsiniz. Ancak unutulmamalıdır ki, Deepware veya muadili yazılımlar hali hazırda orta düzeyde tespit edebilme gücüne sahip olsa da, yapay zekanın geliştirdiği kusursuza yakın taklit performansı günden güne tespit edilmesi zor bir hal alıyor. Bu da teknolojinin nazar boncuğu diyelim.

Time Dergisi’nin kapakları nasıl doğrulanır?

Ana akım medyanın günümüzde dijitale geçişiyle beraber, birçok gazetenin ve derginin de matbu sistemi  geride bırakarak sanal ortama taşındığını görüyoruz. İş bu dijitalleşme sürecinin elbette dezavantajlı noktaları da var. Bunlardan biri: telif hakkı başta olmak üzere birçok ihlale sebep olan “izinsiz veri kullanımı.”

Ne var ki, işin kopyalanma ya da değiştirilme boyutu yalnızca telif haklarından doğan sorunlarla sınırlı kalmıyor. Değiştirilen veya üzerinde oynanan birçok verinin, yanlış bilgiyi yaymak için adeta bir enstrüman olarak kullanması ise hem yayıncının marka itibarı için sorun yaratıyor hem de sosyal medya okuyucularının yanlış bilgiye inanmasına neden oluyor.

Bu konudan özellikle dünya çapında prestije sahip Time Dergisinin muzdarip olduğunu söyleyebiliriz. 2020 yılında dünyayı  kasıp kavuran küresel Covid-19 pandemisi ile birlikte ‘altın çağını’ yaşayan komplo teorisyenleri, kendi tasarladıkları kapaklara bu dergilerin ismini iliştirerek ya da var olan kapaklar üzerinde dijital oynamalar yaparak insanları manipüle etme girişiminde bulunuyorlar.

Doğrula olarak birçok sahte Time kapağını analiz etmiştik. Bu yazımızda bu kapak tasarımları hangi tekniklerle, nasıl doğrulanır bundan bahsedeceğiz.

Time’ın kapakları her dönemin gündeminde

İlk sayısını 1923’te çıkaran New York merkezli Time dergisi, iki haftada bir çıkardığı sayılarıyla genellikle toplumsal meselelere değinen ve bu doğrultuda problem çözümleri, eylem planları ve kitlesel aktivizm gibi dünya genelini doğrudan ilgilendiren hareketleri ve bu hareketlere önderlik eden kişilerin fotoğrafını yayınlar. Time, kapağında yer verdiği kişilerle ilgili bilinen sorunlara ışık tutarak bir dizi slogancı manşeti ön sayfasına iliştirir.

Time’ın, gerek medya ve yayıncılık, gerekse habercilik kuruluşları arasında ağır toplardan biri olarak görülmesinin elbette tarihe öncüllük etmiş ve ‘kilometre taşı’ diyebileceğimiz bir çok olaya şahitlik edip bunları arşive almış olmasının başlı başına etkisi olduğu söylenebilir. Gelgelelim Time’ın medyada bu kadar bilinir oluşunun aslan payını, kapağında yer verdiği önemli figürler ve kuruluşundan bu yana her yılın  sonunda açıkladığı “Yılın Kişisi” sayısıdır.

Daha önce de bahsettiğimiz üzere, dezenformasyon amaçlı üzerinde oynanmış ya da konuyla bağlantılı olmayan görseller, “Time’ın yeni sayısının kapağı” açıklamasıyla servis edilmişti.

Bu sahte kapaklardan bazıları:

Sahte Time kapağı (solda), Gerçek Time kapağı (sağda)

24 Şubat 2022 de başlayan Rusya – Ukrayna askeri ve diplomatik krizi ile ilgili Time: “Tarihin Dönüşü. Putin, Avrupa’nın Rüyalarını Nasıl Çökertti” manşetini kullanmıştı. Bu sayı yayımlandıktan sonra başta Twitter olmak üzere birçok sosyal medya platformunda bir görsel hızla yayılım göstermişti. İlgili görselde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i, Adolf Hitler’e benzeten bir tasarım kullanılmış ve “Time dergisi, Putin’i Hitler’e benzetti” benzeri açıklamalarla paylaşılmıştı.

Doğrula olarak bu görselin Time’ın güncel kapak tasarımı olmadığını, bir dijital sanatçı tarafından düzenlendiğini ilgili analiz yazımızda belirtmiştik

Zelenski’nin yer aldığı sahte Time kapağı

Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski ile ilgili de daha önce sahte bir Time kapağı paylaşılmıştı. Kapaktaki iddiaya göre Rus tanklarının üzerinde “Z” ve “V” harfinin bulunmasından dolayı Volodimir Zelenski, isminin baş harflerini kullanmayı sözde reddetmişti. Bu absürt iddianın yanı sıra, Time’ın logosundaki “M” harfinin Zelenski’ye şeytan görünümü vermek için bilerek arkasına gelecek şekilde yerleştirildiği de öne sürüldü.

Nitekim basit bir arşiv taramasıyla, Time’ın ilgili tarihte böyle bir kapak kullanmadığını doğrulamıştık.

Time’ın güncel sayıları nasıl doğrulanır?

Birçok sahte görsel, orijinalmiş gibi yayılmakta. Öncelikle şüpheli olduğu düşünülen Time kapağının sağ üst kısmında bulunan tarihe dikkat etmek önemli. Tarihin gün/ay/yıl değil, “ay/gün/yıl” formatında olması gerekmektedir.  Çünkü dergi, ABD’nin ulusal tarih kodu ile verilmek zorundadır. Tarih detayı ilk bakışta fark edilen ufak bir bilgi gibi görünse de, Kemal Kılıçdaroğlu’nun Time dergisinde yer aldığı iddiasını bu yöntemle tespit etmiştik. Bunun yanı sıra kapak sayfasının sağ alt bölümünde derginin web adresi, yani “time.com” yazması gerekmektedir.

Time’ın yayın arşivine 1920’lerden günümüze ulaşılabilir

Time dergisinin, ilk günden bu yana çıkardığı her sayı web adresinde mevcut. “The TIME Vault” isimli arşivde 1923,  yani ilk sayıdan günümüze bütün sayılarının kapaklarına ve içeriklerine bu arşivden ulaşılabilir.

Örneğin Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923’te yayınlanan ünlü Time kapağı da bu arşivde görülebilir. Kapağın üstünde bulunan “Browse Issue” seçeneğinden derginin bu sayısının dijital dokümanına ulaşılabilir.

Türkiye’de çalışma saatleri kısalıyor mu?

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin “Uzaktan Çalışmada İş Sağlığı ve Güvenliği Çerçevesi: Sağlıklı ve Üretken Uzaktan Çalışma” adlı panelde çalışma saatleri hakkında konuştu. Bakan Bilgin konuşmasında geçmişte 8 saatten uzun olan çalışma saatlerinin azaldığını belirterek çalışma saatleri konusunda şunları söyledi:
“8 saati biz normal olarak algılamaya başladık. Oysa yeni teknolojiler, insanın emeğini ikame eden yeni bilgiler üretim sürecine girdikten sonra 8 saat mesai artık eski alışkanlığımızın bir parçası olarak duruyor diye düşünmemiz, eleştirmemiz lazım. Bugün birçok ülkede 8 saatin aşağıya çekilmesine dönük çalışmalar var. Geçtiğimiz günlerde İngiltere’de bu konuda pilot bir uygulama başlatıldı. Bunlar yaygınlaşacak. Muhtemelen 25 yıl sonra 6 veya daha az saat fiziki çalışma, onun dışında uzaktan çalışmanın da olduğu çalışma biçimleri devreye girecek. Bu kaçınılmaz. Teknoloji emeği ikame ettikçe, teknoloji üretim sürecinin mekanla bağını kopardıkça bu değişmeler kaçınılmaz olarak ortaya çıkacaktır.”

Dünyadaki çalışma saatleri
Sanayi devrimi ile birlikte çalışma saatleri giderek arttı. 19. yüzyılın sonlarında ise ortalama haftalık 60 saate kadar ulaştı. Sonrasında çalışma saatleri giderek düştü. Zamanla hem ülkelerin kendileri hem de uluslararası anlaşmalar ve örgütler çalışma saatlerin limit getirdi.
1932’de ABD’de “Adil Çalışma Standartları Yasası” getirildi. Buna göre haftalık çalışma saati 40 saat ile sınırlandırıldı ve 40 saatten fazlası için 4 saatlik mesai sınırı getirildi. 1935’te “Kırk Saatlik Hafta Sözleşmesi” imzalandı. Sözleşmeyi 15 ülke imzalasa da sonrasında Uluslararası Çalışma Örgütü bu sözleşmeyi uymayı öneren “Çalışma Saatlerinin Azaltılmasına İlişkin Önerge”yi yayınladı. 2003’te ise Avrupa Birliği çalışma saatini haftalık ortalama 48 saat ile sınırlandıran direktif yayınlandı.

Our World in Data’dan aldığımız veriye göre 1870 yıllarında haftalık 60 saate yakın çalışma saatleri giderek düşüyor(Yıllık ortalama çalışma saati 52’ye bölünmüştür). 2017 yılında ise ortalama haftalık çalışma saatleri Almanya’da 26 saat,  Fransa’da 29 saat, Birleşik Krallık’ta 32 saat, Brezilya’da 33 saat, ABD’de 34 saat ve Türkiye’de 35 saattir. Özellikle dünya savaşları döneminde çalışma saatlerinin hızlıca düştüğünü görüyoruz.
Türkiye’deki çalışma saatleri

Türkiye’deki haftalık ortalama çalışma saatleri de yıldan yıla azalıyor. Fakat 2010 ile 2015 arası çalışma saatlerinin en yüksek olduğu OECD ülkesi Türkiye’ydi. 2015’ten sonra ise Türkiye Kolombiya’nın altına düşerek en yüksek çalışma saatlerine sahip ikinci ülke oldu. 2003 yılında çıkarılan yönetmeliğe göre haftalık çalışma saati 45 saati geçemez. Günlük çalışma süresi ise 11 saati geçemez. Bu yönetmeliğe rağmen 2010 yılında ortalama çalışma saati haftalık 50,8 iken 2020 yılında 45,6 oldu.

Türkiye’de de çalışma saatleri gittikçe düşüyor. OECD verisine göre haftalık ortalama çalışma saati 2006 yılında 52,6 iken 2020 yılında 45,6’ya düştü.

Uluslararası Çalışma Örgütü’nün standardı

Uluslararası Çalışma Örgütü standart olarak haftalık 48 ile 40 saat arası çalışmayı belirledi. Organizasyon hükümetlerden de aşama aşama haftalık çalışma saatini 40’a kadar düşürmesini bekliyor. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün verilerine göre 2020 yılında Türkiye’de çalışanların yüzde 24,4’ü 48 saatin üzerinde çalışıyor. Avrupa ülkeleri ile karşılaştırdığımızda bu oran çok yüksek.

Çalışma saatleri ve verimliliği

Çalışma saatleri azalmasının önündeki engellerden biri üretimin azalması. Fakat, çalışma saatlerinin artması her zaman üretimi artırmayabilir. Çalışma saatleri ile çalışanların verimliliği incelendiğinde, ülkeler arasında daha çok çalışma saati azaldıkça çalışma verimi artıyor. Ayrıca, çalışma saatinin düşük olduğu ülkelere baktığımızda daha çok gelişmiş ülkeler olduğunu görüyoruz. Örneğin, Avrupa Birliği ülkelerinin çoğunda çalışma saatleri 40 saatten azken Kenya, Pakistan, Moğalistan, Lübnan, Mısır, Malezya gibi ülkelerde ise çalışma saati 44 saatten fazladır.

 

Teknolojinin çalışma hayatına olan etkisi arttıkça hem çalışma saatlerinde hem de çalışma koşullarında köklü değişimlere sebep olacağı söyleyebiliriz. Bu verilere bakarak çalışma saatlerinin uzunluğundan çok çalışmanın veriminin daha ön plana çıkacağı bir gelecek öngörülebilir.

 

Haziranda Doğrula Sepetinde fiyatlar 6,23% arttı

Bu yazımızda her ayın 3’ünde gündem olan enflasyon oranlarını konu aldık. Doğrula olarak da bir ürün sepeti oluşturup bir aylık fiyat değişimini ölçtük. Öncelikle temel kavramlar olarak enflasyonu ve TÜFE’yi açıklamak istiyoruz. Haziran’da Doğrula Sepeti’nde fiyatların değişimini bulduk.

Temel kavramlar

Enflasyon: Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’na göre enflasyon fiyatların genel seviyesindeki değişimdir. Toptan eşya fiyat endeksleri, tüketici fiyat endeksleri, üretici fiyat endeksleri ve özel kapsamlı TÜFE göstergeleri gibi çeşitli endeksler aracılığı ile ölçülmektedir.
TÜFE: Tüketici tarafından satın alınan mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki değişimleri ölçen endekstir. TÜFE hesaplanırken örnek bir kitlenin mal ve hizmete ne kadar para harcadığı bulunarak TÜFE hesaplamasında mal ve hizmetlerin ağırlığı belirlenir. Her ay mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki değişim ölçülür ve ağırlıkları ile çarpılır. Çıkan sonuç TÜFE’dir.

Enflasyon neden önemlidir?

Öncelikle enflasyonun olması demek tüketicilerinin aynı para ile daha az mal ve hizmet alması demektir. Ayrıca, reel faiz enflasyon oranı ile doğrudan bağlantılı olduğu için nominal faiz oranının belirlenmesinde de enflasyon göz önünde bulundurulur.

Türkiye’de enflasyon

Her ayın 3’ünde TÜİK enflasyon oranlarını açıklamaktadır. Başta Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası olmak üzere pek çok kamu ve özel kuruluş TÜİK’in enflasyon oranlarına göre karar vermektedir.

Enflasyon oranını paylaşan diğer kuruluş ENA Grup

TÜİK’in yanında Enflasyon Araştırma Grubu(ENAGrup) da Türkiye’deki tüketici enflasyonunu ölçmektedir. Sosyal medyada TÜİK’in yanında bu grubun da enflasyon oranı paylaşılmaktadır. ENAGrup’un enflasyon oranları ile TÜİK’in enflasyon oranları birbirinden farklı çıkmakta ve bu sebeple de sosyal medya kullanıcıları TÜİK oranlarından şüphe duymaktadır. Çoğunlukla ENAGrup’un tüketici enflasyon oranı daha yüksek çıkmaktadır.

TÜİK ve ENA Grup enflasyon oranları

TÜİK’e göre Tüketici Fiyat Endeksi yıllık bazda yüzde 78,61 artarken aylık bazda yüzde 4,95 arttı. Gıda enflasyonu ise yüzde 2,09’dur.

ENA Grup’ta ise TÜFE yıllık bazda yüzde 175,55 arttığını hesaplarken aylık bazda yüzde 8,31 arttığını hesaplamıştır. Gıda enflasyonunu ise aylık bazda 6,19’dur.

Doğrula aylık fiyat artışı hesaplaması

Doğrula olarak bizde aylık olarak bazı tüketici ürünlerindeki fiyat değişimini ölçmek istedik. Metodolojimiz ve aldığımız fiyatların kaynaklarını da paylaşarak size ürün sepetimizdeki ürünlerin Haziran ayındaki fiyat değişimini gösteriyoruz.

Doğrula Sepeti’mizin Haziran ayındaki fiyat artışı

Doğrula sepetinin fiyatındaki bir aylık (Haziran Ayı) artış yüzde 6,23’dür. Gıda sepetinin fiyat artışı ise yüzde 5,21’dir.