fbpx

PCR testi kimlere, nerelerde zorunlu?

Covid-19 salgınının yeni döneminde aşı olmayanlara getirilen PCR testi zorunluluğuyla kimlerin nerelere test yaptırarak gidebileceği konusunda çeşitli bilgiler mevcut. Biz de yanlış bilgilerin önüne geçmek adına sizler için PCR testinin kimler için nerelerde zorunlu olup olmadığı konusunda bir araştırma yaptık. İçişleri Bakanlığı’nın 81 İl için yayınladığı genelgeye referansla 6 Eylül tarihinde yürürlüğe giren uygulamaları sizler için derledik. İki doz aşısını olmayan ve hastalığı geçirmemiş vatandaşlar için PCR zorunluluğu hangi alanları kapsıyor?

Kaynak

Okulların açılmasıyla birlikte aşı olmayan öğretmenler haftada 2 gün PCR testi yaptıracak

6 Eylül itibariyle yalnızca öğretmenlerden değil aşı olmayan işçilerden de aynı şekilde haftada 2 kez olmak üzere PCR testi istenecek. Bu uygulama öğretmenlerle birlikte okul çalışanlarını da kapsıyor. Sonuçlar okul yönetimi tarafından kayıt altında tutulacak.

Kaynak

Konserler, sinema salonları ve tiyatrolarda PCR zorunluluğu bulunuyor

Konser, sinema ve tiyatro gibi toplu alanlarda aşı zorunluluğu, aşı olmayanlar için ise PCR testi zorunluluğu getirildi. 6 Eylül itibariyle toplu faaliyetlere katılım için negatif sonuçlu PCR testi istenecek.

PCR testi 48 saat önce yapılmış olmalı

Toplu alanlarda aranan PCR şartı ile birlikte önemli bir detay olarak testin 48 saat içinde yapılmış olması gerektiği bilgisi yer alıyor.

Kaynak

Şehirler arası otobüs, uçak ya da trenle seyahatte de PCR testi aranacak

İki doz aşısını olmayanlar ve hastalığı geçirmeyenler için otobüs, uçak ve trenle yapılan şehirler arası yolculuklarda 48 saat önce yapılmış olan PCR testi zorunluluğu bulunuyor. Şehir içi seyahatlerde ise HES kodu yeterli oluyor.

18 yaş ve üzeri vatandaşlar için uygulanacak

Bahsi geçen uygulamalar 18 yaş üzeri vatandaşları kapsıyor. Bu oldukça önemli bir detay.

Tek doz aşı olmuş kişilerden de PCR isteniyor

Aşı sürecini tamamlamış ya da hastalığı 6 ay içinde geçirmiş olan kişiler PCR zorunluluğundan muaf. Fakat tek doz aşı olmuş vatandaşlar süreci tamamlamadığı için PCR zorunluluğu onları da kapsıyor. Covid-19 geçirmiş kişiler ise 6. ayında PCR testi zorunluluğuna tabi tutulacak.

 

Metro sembolünde yaygın harf hangisi?

Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu 6 Eylül 2021’de Twitter’da metro ile ilgili bir paylaşımda bulundu. Paylaşımda İstanbul metrosunun sembolünün değiştiğini açıkladı. İstanbul metrosunun güncel sembolünde mavi-kırmızı renklerle birlikte ortada “M” harfi yer almaktadır. Karaismailoğlu’nun tweetindeki sembolde ise “U” harfi yer almakta ve sembol daha çok bordoya yakın bir renkten oluşmaktadır.

Metronun şu anki sembolü
Karaismailoğlu’nun paylaştığı sembol

Paylaşıma gelen eleştiriler

Karaismailoğlu’nun bu paylaşımı gündemde yer aldı ve çokça konuşuldu. İBB Sözcüsü Murat Ongun konuyla alakalı yine Twitter’da bir paylaşım yaptı. Paylaşımında İstanbul’daki metronun simgesinin 1992’den beri M olduğunu ve öyle kalacağını söyledi. Pek çok hesap da simgenin değiştirilmesini eleştirdi. Eleştirilerin bazılarında dünyada da bu işaretin “M” olduğu, sadece Almanya’da “U” olduğu söylendi.

Doğrula olarak diğer ülkelerde yer alan 25 şehrin metro sembollerini inceledik

İncelememizde Berlin ve Viyana’da sembollerde “U” kullanıldığını, İngiltere’de ise sembolün “Underground” olarak gösterildiğini bulduk. “U” ve “Underground” yer altındaki tren yolu anlamında kullanılmaktadır. Oslo ve Stockholm’de ise “T” harfi kullanılmakta ve bu harf yer altı tüneli geçişi (tüplü geçiş) olarak kullanılmaktadır. Diğer şehirlerin sembollerinde ise bazı istisnalar hariç metro kelimesinin baş harfi olan “M” harfi kullanılmaktadır. İncelediğimiz 25 şehri aşağıda görebilirsiniz.

Metro’nun SembolüSembolün AnlamıŞehir
Tokyo MetrosuTokyo/Japonya
Tren RaylarıDelhi/Hindistan
Metro İstasyonuŞangay/Çin
MetroSao Paulo/Brezilya
MetroMeksiko/Meksika
MetroKahire/Mısır
Pekin yüksek hızlı elektrikli taşıtPekin/Çin
Yer altı tren yoluBerlin/Almanya
MetroParis/Fransa
Londra Yeraltı MetrosuLondra/İngiltere
MetroMoskova/Rusya
Metro duraklarına göre harf veya rakamNew York/ABD
MetroLos Angeles/ABD
MetroSydney/Avustralya

MetroBarselona/İspanya
MetroRoma/İtalya
MetroWashington D.C. /ABD
Hafif TaşımaTel Aviv/İsrail
Atina/Yunanistan
Yeraltı Tren İstasyonuViyana/Avusturya
Tünel geçişi (Tüplü geçiş)Oslo/Norveç
Tünnel Geçişi(Tüplü geçiş)Stockholm/İsveç
MetroSeul/Güney Kore
Yeraltı geçişiGlasgow/İskoçya
Yeraltı geçişiBuenos Aires/Arjantin

Covid-19 enfeksiyonunun ve BioNTech aşısının yan etkileri

Covid-19 aşısının yan etkilerinin incelendiği kapsamlı bir yeni çalışma yayınlandı

25 Ağustos 2021’de BioNTech Covid-19 aşısının yan etkilerinin incelendiği bir çalışma yayınlandı. Daha önceki aşının yan etkilerinin incelendiği çalışmalarda kapsam daha sınırlıydı. Bu çalışma ise öncekilere nazaran çok daha kapsamlı. Araştırmacılar çalışmanın verilerini İsrail’deki en büyük sağlık kuruluşu olan Clalit Sağlık Servisi’nden aldı.

Araştırmanın metodolojisi

Çalışma 20 Aralık 2020 ve 24 Mayıs 2021 arasındaki aşılananları incelemektedir. Aynı zamanda kontrol grubundaki aşılanan sayısı kadar aşılanmayan kişiler de incelendi. Bunun nedeni ortaya çıkan etkiler ile aşı arasında bir ilişkisi aranmaktadır. Ortaya çıkan yan etkilere aşıdan 42 gün sonrasına kadar bakılmaktadır. Araştırmaya hafif yan etkiler, ateş, aşı yerinde ağrı ve kırgınlık gibi, dahil edilmedi. Aynı zamanda 42 günde ölçülemeyecek yan etkiler de araştırmaya dahil edilmedi. Araştırmada aynı zamanda Covid-19 enfeksiyonu geçiren kişilerde de bu yan etkiler incelendi. Ortalama olarak aşılı olan grupta 884 bin 828 kişi, aşı olmayan kontrol grubunda ise yine 884 bin 828 kişi yer almaktadır. Ortalama olarak Covid-19 enfeksiyonu geçiren grupta ise 173 bin 106 kişi, Covid-19 enfeksiyonu geçirmeyen kontrol grubunda ise yine 173 bin 106 kişi yer aldı.

Araştırmanın sonuçları

Araştırmanın sonuçlarında önemli olan kısımlar aşı olan grupta daha çok aşı olmayan grupta daha az görülen etkiler, Covid-19 enfeksiyonu geçirenlerde daha çok geçirmeyenlerde daha az görülen etkiler ve bu iki verinin karşılaştırılmasıdır. İncelenen etkiler ve bu gruplarda kaç kişide görüldüğü aşağıdaki tabloda verilmektedir. Bu tabloya göre apandist iltihabı, bell paralizi, herpes zoster virüs enfeksiyonu (zona hastalığı), lenfadenopati (lenf şişmesi), uyuşma, baygınlık ve baş dönmesi etkilerine bakılabilir.

Aşının yan etkiler

Apandist iltihabı, aşılanan 900 bin 289 kişi içinde, 95 kişide görülürken aşılanmayan 900 bin 289 kişide ise 66 kişide görülmektedir.

Bell paralizi (bir çeşit geçici yüz felci) aşılanan 923 bin 692 kişi içinde 81 kişide görülürken aşılanmayan 923 bin 692 kişi içinde 59 kişide görülmektedir.

Herpes zoster virüs enfeksiyonu (zona hastalığı), aşılanan 888 bin 647 kişi içinde 283 kişide görülürken, aşılanmayan 888 bin 647 kişi içinde 204 kişide görülmektedir.

Lenfadenopati (lenf şişmesi) aşılanan 823 bin 6 kişi içinde 660 kişide görülürken aşılanmayan 823 bin 6 kişi içinde 279 kişide görülmektedir.

Miyokardit aşılanan 938 bin 812 kişi içinde 21 kişide görülürken aşılanmayan 938 bin 812 kişi içinde 6 kişide görülmektedir.

Uyuşma aşılanan 827 bin 478 içinde 552 kişide görülürken aşılanmayan 827 bin 478 içinde 496 kişide görülmektedir.

Baygınlık aşılanan 858 bin 68 kişi içinde 326 kişide görülürken 858 bin 68 kişi içinde 267 kişide görülmektedir.

Son olarak baş dönmesi ise aşılanan 773 kişi 263 kişi içinde 433 kişide görülürken aşılanmayan 773 kişi 263 kişi içinde 395 kişide görülmektedir.


İşaretli olan yan etkiler aşı olanlarda daha fazla görülmüştür.

Covid-19 enfeksiyonunun yan etkileri

Araştırmada Covid-19 enfeksiyonuna yakalanmış ve yakalanmamış kişilerde (kontrol grubu) görülen yan etkiler incelendi. Bunun sonucu ile yukarıdaki tabloda veriler karşılaştırılabilir.

Enfeksiyona yakalanmış 179 bin 18 kişi içinde 229 kişide akut böbrek hasarı meydana gelirken enfeksiyona yakalanmamış 179 bin 18 kişi içinde sadece 14 kişide akut böbrek hasarı meydana geldi.

Enfeksiyona yakalanmış 131 bin 963 kişi içinde 259 kişide anemi meydana gelirken enfeksiyona yakalanmamış 131 bin 963 kişi içinde sadece 143 kişide anemi meydana geldi.

Enfeksiyona yakalanmış 169 bin 220 kişi içinde 342 kişide ritim bozukluğu meydana gelirken enfeksiyona yakalanmamış 169 bin 220 kişi içinde sadece 85 kişide ritim bozukluğu meydana geldi.

Enfeksiyona yakalanmış 180 bin 995 kişi içinde 92 kişide derin ven trombozu meydana gelirken enfeksiyona yakalanmamış 180 bin 995 kişi içinde sadece 24 kişide derin ven trombozu meydana geldi.

Enfeksiyona yakalanmış 176 bin 200 kişi içinde 53 kişide kalp krizi meydana gelirken enfeksiyona yakalanmamış 176 bin 200 kişi içinde sadece 11 kişide kalp krizi meydana geldi.

Enfeksiyona yakalanmış 168 bin 207 kişi içinde 189 kişide bayılma yaşanırken enfeksiyona yakalanmamış 168 bin 207 kişi içinde sadece 83 kişide bayılma yaşandı.

Enfeksiyona yakalanmış 180 bin 222 kişi içinde 83 kişide trombopeni meydana gelirken enfeksiyona yakalanmamış 180 bin 222 kişi içinde sadece 19 kişide  trombopeni meydana geldi.

Enfeksiyona yakalanmış 183 bin 311 kişi içinde 111 kişide pulmoner emboli meydana gelirken enfeksiyona yakalanmamış 183 bin 311 kişi içinde sadece 9 kişide pulmoner emboli meydana geldi.

Bunların haricinde verilere göre enfeksiyon geçirenlerde 10 kat daha fazla lenfositopeni ve yaklaşık 20 kat daha fazla Miyokardit görüldü.

Mavi işaretliler aşı olanlarda daha fazla görülen yan etkiler, kırmızı işaretliler Covid-19 enfeksiyonu geçirenlerde görülen yan etkiler.

Mavi işaretliler aşı olanlarda daha fazla görülen yan etkiler, kırmızı işaretliler Covid-19 enfeksiyonu geçirenlerde görülen yan etkiler.

Bu verilere göz önüne alındığında BioNTech aşısı olmanın yan etkilerinin Covid-19 enfeksiyonuna yakalanmaktan çok daha az risk taşıdığını almaktayız. Araştırmaya buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.

IMF’nin SDR ‘si ve Stand-By ile karıştırılmamalı

Son zamanlarda sosyal medyada Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası rezervi hakkında pek çok paylaşım yapıldı. 26 Ağustos 2021’de de rezervlere eklendiği söylenen 6,3 milyar ABD doları hakkında da bazı yorumlar yapıldı. Bu yorumlar üzerine Hazine ve Maliye Bakanlığı bir açıklama yaptı. Bakanlık rezerve eklenen SDR için IMF ile herhangi bir anlaşma yapılmadığı belirtti. Doğrula olarak da SDR ve rezervler hakkında sizi bilgilendirmek istedik.

Merkez Bankası Rezervi

Devletler hemen diğer dövizlere dönüştürüp kullanabileceği bazı varlıkları saklar, yani rezerv ederler.  Bu rezerv ülkedeki mali otoriteler tarafından saklanır ve kontrol eder. Ülkemizdeki bu mali otorite Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’dır. Merkez Bankası zor durumlarda bu rezervi kaynak olarak kullanabilir. Bu rezervin içinde yabancı dövizler, altın, özel çekim hakları (Special Drawing Rights (SDR)) ve Uluslararası Para Fonu(International Monetary Fund (IMF)) rezerv pozisyonu vardır. Merkez Bankası bu rezervle bazı durumlarda dış borçları karşılayabilir, iç ve dış şokların istenmeyen etkilerini azaltabilir ve ülkenin güvenirliliğini arttırabilir.

IMF’nin Özel Çekim Hakları

Merkez bankaları istediği kura dönüştürebileceği dövizleri saklamak isterler. Bu sebeple merkez bankları çoğunlukla dolar(%59 oranında), sonrasında Euro (%20 oranında), daha sonra ise Sterlin ve Yen saklar. IMF ülkelerin rezerv ihtiyacını karşılamak Special Drawing Rights isminde bir uluslararası rezerv oluşturdu. SDR’nin de değeri Dolar’a, Euro’ya, Sterlin’e, Yen’e ve Yuan’a göre hesaplanır. SDR ile iki ülkenin merkez bankaları arasındaki döviz değişiminde kullanılır. Merkez bankaları sahip oldukları SDR’leri vererek döviz alabilirler. Bu dövizi veren merkez bankaları kullanımı yaygın olmayan kurları almak istemez. Bunun yerine SDR alırlar. Böylece kendi rezervleri sabit kalmış olur. Eskiden SDR altına sabitlenmişti. Fakat daha sonra değişime uğrayarak döviz kurları gibi oynak değere sahip oldu. Aynı zamanda SDR’lerini verdikten sonra SDR’lerini geri alırken faizini de ödemek zorundadır.

Ülkelerin SDR’leri

Dönem dönem SDR’ler oluşturulur ve IMF’ye üye ülkelere dağıtılır. SDR’ler şu ana kadar 5 kere dağıtıldı. 1970-72 arası bir kez, 1979-81 arası bir kez, 2009’da iki kez ve 2021’de bir kez dağıtıldı. Bu dağıtım SDR kotalarına göre yapılır.  Bu kotalarda ülkelerin SDR’ye katkısı baz alınarak dağıtılır. IMF’deki oy dağılımı da buna göre belirlenir.  Buna göre kota olarak en yüksek oran ABD’dedir (%17,43).  Ardından sırasıyla Japonya(%6,47), Çin(%6,4), Almanya (%5,59), Fransa(%4,23), Birleşik Krallık (%4,23) gelir. IMF’de oy oranı da bu kota oranlarına göre belirlenir.

2021 SDR dağıtımı ve Türkiye’nin SDR hakkı

Covid-19 salgını ile yavaşlayan dünya ekonomisine destek amaçlı IMF 23 Ağustos 2021’de yeniden SDR dağıtılır.  456,6 milyar SDR(650 milyar dolar) ülkeler yine kota oranına göre dağıtılır. Türkiye’nin kota oranı ise 0,98’dir. Buna göre de Türkiye’nin toplam kotası 4,658.6 milyon (6.637 milyon Dolar)SDR’dir. 650 milyar dolarlık kota dağıtımının yüzde 0,98’i (6,4 milyar dolar) de Türkiye brüt rezervine eklenecektir. Türkiye bu rezerv ile diğer üye ülkelerin merkez bankalarındaki parayı kullanabilecektir. Fakat daha sonra bu parayı faiziyle birlikte ödemesi gerekir.

 

İklim Değişikliği Raporu insan kaynaklı küresel ısınma için uyarıyor

Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) hazırladığı İklim Değişikliği 2021: Fiziksel Bilim Temeli’ raporu açıklandı. Bu yıl altıncısı yayımlanan raporun en son yayımlandığı yıldan (2014) bu yana bilim dünyası açısından dönüm noktası, atmosferdeki karbon gazı şu an olduğu gibi artmaya devam ederse 2030-2052 yılları arasında küresel ısınmanın 1,5 dereceye ulaşması yönündeki bilgidir. Raporda Türkiye’de son dönemde etkisi giderek artan yangın, sel gibi olayların iklim değişikliği ile ilişkisine değinilmiştir.  Küresel ısınmanın sebep olduğu iklim değişikliği ve beraberinde oluşan doğa olayları tüm dünyada etkisini gösterirken sizler için İklim Değişikliği Raporu’nun verdiği bilgileri derledik. Rapora buradan ulaşabilirsiniz.

İklim değişikliğinden kaynaklanan yangınlar ve seller arttı

Raporda yer alan bilgiler iklim değişikliğinin sebep olduğu hava olayları ile insan faaliyetlerinin ilişkisini ortaya koyuyor. İklim değişikliği ile beraber yaşanan doğa olaylarının artışı bunu gösteriyor. Rapora göre insan kaynaklı iklim değişikliği neticesinde tropik siklonların daha fazla ve daha yoğun yağışlara sebep olduğu düşünülüyor. Yaz aylarında meydana gelen sel ve yangınlar küresel ısınma sonucu iklim sisteminin değişimine işaret ediyor. Raporda yağış olaylarının sıklaşacağı öngörülüyor. Ek olarak yağış durumunda yüzeye düşen miktarda artış olacağı düşünülüyor. Raporda, 1950’li yıllardan bu yana doğa olaylarını bir arada yaşanma ihtimalinin arttığı belirtiliyor. Bu duruma insanların etkisinin olduğu ekleniyor.

Daha önce uzmanlar da yangınları ve selleri iklim değişikliğiyle ilişkilendirilmişti

Konur Alp Koçak’ın köşe yazısında konuya ilişkin belirttiği gibi doğal afetlerin yoğun olarak yaşanmasının en önemli sebeplerinden biri küresel iklim değişikliğidir. Dünyayı tehdit eden iklim değişikliği; çölleşme, kuraklık, asit yağmurları, doğal kaynakların tükenmesi, suların kirliliği gibi sorunlar doğal afetlere neden oluyor. Euronews’in haberine göre, iklim bilimciler küresel ısınmanın son dönemde gerçekleşen sıcak hava, sel ve orman yangınları gibi afetlere sebep olduğunu belirtiyor.

BBC’nin haberinde belirtildiği üzere, bilim dünyası olağan dışı hava olaylarının sebebinin küresel ısınma olduğu konusunda hem fikir olsa da, insan faaliyetlerinden kaynaklanan iklim değişikliğinin bu gibi doğal afetleri yoğunlaştırabileceği yönünde bulgular vardı.

İklim değişikliği insanlığın eseri

Raporda insan kaynaklı karbon gazı gezegenin değişmesine sebep olduğu bilgisi yer alıyor. Rapor, insan etkisinin iklimi en az 2 bin yılda görülmemiş bir oranda ısıttığının altını çiziyor. Rapor küresel ısınmanın kontrol alınmaması durumunda karanlık bir dünya resmediyor. Diğer taraftan küresel ısınma ve beraberinde oluşan iklim değişikliği insanlığın etkisiyle oluştuğundan, gelecekteki iklim koşullarının da şimdiki nesillerin elinde olduğunu ortaya koymuş oluyor.

Carbon Brief’te raporun öngörüleri grafikleştirildi

İklim bilimci yazar Dr. Zeke Hausfather tarafından Carbon Brief’te İklim değişikliği raporundaki bilgiler ve geleceğe yönelik öngörüler çizelge haline getirildi.

İklim değişikliğine yönelik beş adet projeksiyon yapıldı. Bu projeksiyonlar SSP olarak adlandırıldı. Bu projeksiyonlara yönelik IPCC raporu (AR6) ile Carbon Brief tahminleri doğrultusunda grafik oluşturuldu.

Noktalar merkezi tahminleri (mevcut olduğunda) temsil ederken, çubuklar olası aralığı temsil eder. Kaynak

Genel olarak, her biri için geniş bir belirsizlik aralığı olsa da, incelenen tüm modellerde 1.5 derecenin tahmini aşım yılı 2027-2035 yıllarını bulur. Rapora göre, insanlık tarafından bu konuya ilişkin önlem alınmadığı takdirde dünyanın en geç 2030’ların sonunda ya da 2040’ların ortalarında 1.5 dereceyi aşması muhtemeldir.

Uzmanlar ne diyor?

IPCC yazarlarından biri olan Prof. Dr. Murat Türkeş iklim değişikliği mücadelesinin kuvvetlendirilmesi gerektiğini belirtti. WWF Türkiye Genel Müdürü Aslı Pasinli iklimi geri döndürülemeyecek şekilde değiştirdiğimizden bahsederek son dönemlerde yaşadığımız orman yangınlarının bunun örneği olduğunu söyledi. 

Karbon piyasaları uzmanı Zeynep Pınar Öztürk’ün belirttiği gibi “İnsan faktörünün küresel ısınmada temel belirleyici olduğunun altı çizilen sunum boyunca, özellikle G20 ülkelerine sera gazı emisyonlarında hızlı, güçlü ve sürdürülebilir azaltımların yapılması için sık sık çağrıda bulunuldu. Bu çağrı sadece hükümetlere değil, yerel yönetimlere, özel sektöre ve vatandaşlaraydı”

Bilim, insanlığı önlem almaya davet ediyor

Raporda küresel ısınmanın neden olduğu iklim değişikliğinde insan faaliyetlerinin etkisinin oldukça büyük olduğu saptanmıştır. Öncelikle tarım (%40), fosil yakıtlar (%35) ve atık (%20) sektörleri insan faaliyetinden kaynaklanan emisyonların büyük kısmından sorumlu tutulmaktadır. Bu üç sektör metan emisyonlarından arındırılırsa önümüzdeki 20 yıl insan kaynaklı emisyonlar %45 oranında azalabilir.

Antonio Guterres da uyardı

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres geçtiğimiz günlerde raporu paylaşarak iklim değişikliği konusunda uyardı.

Kaynak

Guterres “Rapor insanlık için kırmızı alarmın çaldığı anlamına geliyor” şeklinde konuştu. Rapordaki kanıtların reddedilemeyecek nitelikte olduğunu ekledi.

Son dönemde yaşanan doğa olayları çevre ve iklim adına ders niteliğinde

Koçak’ın konuya ilişkin metninde belirttiği gibi, son dönemde yaşanan seller ve yangınlar iklim değişikliğiyle mücadele edilmezse ve ekosistem korunmazsa gelecekte ne gibi sorunlar yaşayacağımızın göstergesidir. İnsan faaliyetlerinden kaynaklanan iklim değişikliğiyle mücadele için bütün insanlık önlem almalıdır.

Pandemide doğan çocukların IQ seviyelerini ‘etkileşimsizlik’ düşürüyor

Dünya’yı etkisi altına alan covid-19 virüsü farklı varyantlarıyla karşımıza çıkarak küresel bir sorun olmaya devam ediyor. Pandemi sürecinin başından beri insanları kaygılandıran en önemli bilinmezlerden biri koronavirüsün insanlar üzerinde bırakacağı tahribatlar. Yetişkinlerde yoğun olarak görülen virüsün etkileri kolayca analiz edilebilirken Covid-19 virüsüne yakalanan çocukların sayısının azlığı ve belirsizliği çocuklar üzerindeki etkilerini tam olarak bilinmez kılıyor. Fakat yetişkinlerde IQ seviyelerinde koronavirüs kaynaklı gerileme olduğu iddia edilirken bu iddianın çocuklar için de sık sık gündeme gelmesi akıllarda şüphe uyandırıyor. Çocukların en başından beri risk grubuna dahil edilmediği, pandemi sürecinin çocuklarda IQ seviyesini düşürecek kadar uzun yaşanmadığı gibi gerekçelerle bu iddia sosyal medya kullanıcıları tarafından yoğun eleştiriler alıyor.

Koronavirüs hızla yayılmaya başladığından bu ana yetişkinler birinci derecede tehlikeli grupta yer alırken çocuklar risk gruplarından muaf tutuluyor. İngiliz ve ABD’li üniversitelerin yaptığı ortak bir çalışmada (Imperial College London, King’s College London, Chicago Üniversitesi) COVID-19’un beyinde oluşturabileceği olumsuz sonuçlar, daha doğrusu hasarlar incelenmiş, hastalığı geçiren ve iyileşenlerden bazılarının beyinlerinin neredeyse 10 yıl kadar yaşlanabileceği saptanmış. Aynı araştırmada hastalığı geçirenlerden bazılarının IQ seviyelerinin de düştüğü anlaşılmış. Fakat araştırma kapsamında ele alınan kişiler covid-19 geçirmiş yetişkinlerden oluşuyor. Durum böyleyken IQ seviyesindeki düşüşün çocuklarda da yaşandığı iddialarının doğruluğuna yönelik şüphe duymamak mümkün değil.

Fotoğraf kaynağı: www.akşam.com.tr

Ağırlık hissi uyandıran baş ağrılarının çocuklarda covid-19 belirtisi olabileceği düşünülüyor. Virüsün çocuklarda belirtilerinin belirsizliği kadar dünya genelinde toplam çocuk vaka oranı da belirsizliğini koruyor. Türkiye’de ise Sağlık Bakanlığı’nın geçmiş verilerine göre, 2 yaş altı çocuklar ise toplam vakaların yüzde 2 sine denk geliyor. Çocuk vaka oranları bu kadar az ve belirsizken, pandemi süreci henüz virüsün çocuklar üzerindeki etkilerinin belirlenebileceği kadar uzun yaşanmamışken, 0-2 yaş çocukların IQ verileri nasıl belirleniyor diye düşünmeden edemedik. ”ABD’de yapılan yeni bir araştırmaya göre, pandemi sırasında doğan çocuklar, önceki nesillere göre daha düşük IQ’ya sahip” iddiası durumu daha da detaylı incelememize sebep oldu. Gerçekler şaşırtıcı: pandemi sürecinde doğan çocukların IQ seviyelerinin düşmesindeki temel sebep virüs değil etkileşimsizlik.

ABD’de Brown Üniversitesi tarafından 672 çocukla gerçekleştirilen araştırma, korona virüs salgını döneminde dünyaya gelen neslin bilişsel ve zeka seviyelerine ilişkin yeni veriler ortaya koydu. Çalışma, 188’i Temmuz 2020’den sonra, 308’i Ocak 2019’dan önce, 176’sı ise Ocak 2019 ile Mart 2020 arasında doğan çocuklarla gerçekleştirildi. Araştırma sonuçlarına göre, 2020 ve 2021’de doğan bebeklerin IQ seviyelerinde önceki nesillere kıyasla büyük bir azalma görüldü.

Brown Üniversitesi‘nde Pediatri Doçenti Sean Deoni, pandemiden önceki on yılda, üç ay ile üç yaş arasındaki çocuklar için standart testlerdeki ortalama IQ puanı 100 civarındayken, pandemi sırasında doğan çocuklar için bu puanın 78’de kaldığını belirtti. Sputnik’in aktardığına göre durumun ciddiliğini vurgulayan Deoni, “Büyük bilişsel bozuklukların dışında genellikle böyle puanlar görmeyiz” dedi. IQ testinde düşük puan alan çocukların düşük sosyoekonomik ailelerde büyüyen çocuklar olduğu tespit edildi.
Bilim insanlarına göre, bu düşüklüğün arkasında yatan temel sebep ise etkileşim eksikliği. Araştırmada, zaten evde olan çocukların sosyal ve fiziksel alanlarının daraldığı belirtilirken, ebeveynlerin de stresli ve bitkin durumda olmalarının bu alanın daha da daralmasına neden olduğu sonucuna varıldı. Çalışmanın verilerinde net olmayan şey, bozuklukların geçici olup olmadığı. İstihdam ve okul kapanmaları kaldırıldığında, çocuklar pandemi öncesi oyun ve etkileşim seviyelerine geri döndüğünde, ailelerin finansal güvensizliği ve zihinsel sağlık sorunları azaldığında çocukların IQ seviyelerinin normalleşip normalleşmeyeceği.

Ormanların küllerinden doğması için ne kadar müdahale gerekli?

Afet anlarında önemli olan sahadaki krizi yönetebilmektir. Ancak, dijital ve geleneksel medyada yer alan bilgi kirliliği ve çeşitliliği bazen sahada yaşanan krizi daha da zorlaştırabiliyor. Öyle ki, yayılım dijital yayılım hızının had safhaya ulaştığı bugünlerde durum daha da vahim hale geliyor. Kısaca özet geçtiğimiz bu günceye ‘ağaçlandırma’ konusunu örnek olarak verelim ve detaylandıralım. Bilgi çeşitliliğinin çok fazla olduğu, birçok akademik ve siyasi camianın değindiği bir konu. Hal böyle olunca bir çok kurumda ağaçlandırma kampanyalarının startını verebiliyor ve milyonlarca fidan bağışı toplanıyor. Peki, yangından sonra ağaçlandırma ne zaman, nasıl yapılmalı? Dünyada geçerliliği olan yöntemler neler? Uzmanlar ne diyor? Akademide konu nasıl ele alınmış? Konu medyaya nasıl yansıyor?  Dogrula.org 10 soruya cevap aradı?

🔎Ağaçlandırma ne zaman yapılmalı?

Yılın her döneminde ağaçlandırma yapılamıyor ne yazık ki. Sağlıklı ağaçlandırma, yılın bazı dönemlerinde; Aralık ve Nisan ayları arasında yapılıyor. Ayrıca karlı, donuk halde ya da fazlasıyla kurak olan toprak üzerine dikim yapmak, ağaçların büyümemesine neden oluyor.

🔎Nasıl yapılmalı, geçerli yöntemler neler?

Fide olarak dikilmesi gereken ağaçların, en az bir yıl boyunca özel toprakta yetiştirilmesi gerekiyor. Bazı bitkiler, bulunduğu ekosistem içerisinde yetişiyor. Yani sıcak bölgelere ait olan bitkiler, soğuk ve zorlu hava koşullarına uyum sağlayamıyor.

🔎Ekologlar ne diyor?

Dikim esnasında ve erken gelişim aşamalarında ağaç yoğunluğunun dış müdahalelerle kontrol edilmesi, canlıların barınması için oluşan çalı ve alçak bitki örtüsünün oluşumunda bir stant görevi görmekte ve bazı doğal yaşam alanlarının gelişimini hızlandırmaktadır. Bazı bilim insanları, hayvanların mevsimsel yaşam döngüleri içerisinde tekrar kolonileşmesi için gerekli olan bitki türlerinin ekilmesi gerektiğini söylüyorlar. Örneğin, böcekler için en ufak bir bitki örtüsü olması yeterliyken, memeli canlılar için uzun çayırlar gerekiyor. Kuşların yuvalanması ve üreyebilmesi için ise uzun ağaçların kavukları yaşam döngülerinin olmazsa olmazı oluyor. Ağaçlandırma prosesi, hayvan türlerinin yiyecek arama, barınma gibi ihtiyaçlarını karşılamalı ve türlerini tehlikeye atmamalıdır.

🔎Geçerli stratejiler neler?

Geçtiğimiz günlerde ülkemizin çeşitli bölgelerinde oluşan yangınlar sonrasında, bazı çevreci vakıflar yeniden ağaçlandırma kampanyaları başlatmışlardı. Ancak kimi görüşten doğa bilimciler ve çevreciler, orman yangınları sonrası yapılan çalışmaları zararlı ya da bilinçsizce yapıldığını düşünerek faydasız olarak görüyorlar.

Akdeniz ikliminde bu tip orman yangınlarının doğal olduğu ve sürekli olarak belli bir döngüde gerçekleştiği, bilim insanlarının ortak paydada olduğu bir görüş. Bu yeniden ağaçlandırma hareketini eleştiren Prof. Dr. Çağatay Tavşanoğlu konu hakkında şöyle diyor:

Yangın sonrası için şunu söyleyebilirim: Ağaçlandırma sivil toplum kuruluşlarının, halkın kastettiği anlamıyla yapılınca felaket oluyor. Çünkü bunun için alanın sürülmesi gerekiyor. O alanın sadece ağaçlardan oluşmadığı, çok daha fazla türden oluşan bir ekosistem olduğunu düşünmemiz lazım. Ama sürüp ağaç dikersek biyoçeşitliliği kaybediyoruz. Sert, aşırı müdahaleler oldukça yanlış uygulamalar. Oranın kendini toparlama kapasitesini biliyor olmamız lazım. Kendilerini yenileyebiliyorlar. Böyle özellikleri var.

Bilinçsizce ağaçlandırmanın önemini vurgulayan Tavşanoğlu, şöyle ekliyor:

“Yanan ağaçları keserek dalları yere serebilir ve bu sayede erozyonu da önleyebilirsiniz. Çünkü bunu yaparsanız topraktaki erezyonu da engelliyorsunuz. Sonrasında illa destek vermek istiyorsanız, kızılçam tohumu ekebilirsiniz. Böylelikle bu alanı sürmediğiniz için diğer türlerle ağaçların birlikte büyümesini, ekosistemin yenilenmesini sağlayabilirsiniz. Bir miktar tohum desteğiyle bu alanlar yeniden orman haline büründürülebilir.”

🔎Neden kızılçam konuşuluyor?

Prof. Dr. Tavşanoğlu’nun ekimini tavsiye ettiği Kızılçam ağacı, toprağı canlandırma konusunda oldukça verimli. Kurak ve soğuk havalara karşın dirençli bir ağaç olup, fide olarak değil tohum olarak dikilmesi tavsiye olunmaktadır. Dallarındaki kozalak tohumlarıyla Kızılçam, her ekosisteme kolaylıkla adapte olabilen güçlü bir ağaçtır.

🔎Peki yeniden ağaçlandırmak yerine, ormanı kendi haline bırakmak ne kadar doğru ve verimli?

Orman yangını sonrasında, ormanın kendini kendini rehabilite etmesi olası. Ancak tam anlamıyla dış müdahalelerle yeniden ağaçlandırmanın zararlı ya da verimsiz olduğunu kesin olarak söylemek doğru değildir. Yangın sonrası ormanı ağaçlandırmak, bitki örtüsünün yeniden ortaya çıkması, biyoçeşitliliğin eski haline dönmesi ve yer altı içme suyunun temizlenme döngüsünü hızlandırıyor. Erozyonu engelliyor ve aynı zamanda sık olmayan, açık ormanların da yenilenmesini kolaylaştırıyor.

Ülkemizde yapılan bazı arazi yeşillendirme çalışmaları

Daha önce yangından tahrip olmuş ve ağaçlandırma çalışmaları ile tekrardan yeşile kavuşmuş birçok alan var. İzmir Bülbül Dağı 2006 yılında çıkan orman yangınında küle dönmüş, sonrasında tekrardan yeşillendirme çalışmalarıyla eski haline gelmiştir.

Mersin’in Büyükeceli beldesinde 2008 yılında yanan orman, geçtiğimiz on yılda ağaçlandırmalar sayesinde yeniden kazanılmıştır.

Orman Genel Müdürlüğünün yayınlamış olduğu verilerde, geçtiğimiz on yıldan bu yana büyük ölçüde yanmış olan ormanlarımızın, düzenli ve programlı ağaçlandırmalarla tekrar yeşile kavuştuğu, canlı yaşamının ise yeniden hayat bulduğu görülüyor

Sonuç olarak

Orman yangınında doğanın kendi kendini yenileyebilmesi daha organik bir döngü sağlasa da, planlı, programlı ve titizlikle yapılan suni ağaçlandırmanın da ekolojik yenilenmeye faydası olmaktadır.

‘Ateşle savaş’ strateji gerektiyor. Kritik hamle: havadan müdahale

Türkiye’nin pek çok yerinde aynı anda meydana gelen orman yangınları can yakarken, Sibirya, ABD ve Avrupa dahil dünyanın pek çok ülkesi yangınlarla başa çıkmaya çalışıyor. Uzmanlar, yangınların küresel ısınmadan kaynaklandığına dikkat çekiyor. Birçok ülke ve şimdi Türkiye’de de orman yangınlarını söndürebilmek için acil durum ilan edilmiş durumda. Dolayısıyla küresel olarak dünyayı etkisi altına almış bu sorun, sosyal medyanın da gündeminde. Türkiye’de hava ve kara ekiplerinin özveri ile çalışmasına rağmen yangına bir türlü son verilemiyor olması bu sürecin asıl şikayetçi olunan yanı. Afet yönetim stratejilerinin yanı sıra donanım ve teçhizat eksiliğine dair yapılan eleştiriler sosyal medyada hız kesmeden devam ederken paylaşımlardaki ortak kanaat şu; yangına maruz kalan ormanlık alanlara müdahale etmesi için görevlendirilen hava ekiplerinin yeterli sayıda olması halinde yangının son bulacağı. Elbette merak etmemek elde değil orman yangınlarını söndürmede kara ekipleri mi hava ekipleri mi etkin rol oynuyor?

Türkiye’de etkisini arttırarak devam eden orman yangınları sosyal medyada çeşitli paylaşımlar ile gündeme taşınıyor. Gündemin nabzını tutarken karşılaştığımız bir iddia araştırmamızın asıl çıkış noktası oldu.

Tweet’te yer alan ”..uçaklarla bitecek gibi değil. Bitse Rusya bitirirdi. Sibirya 3 aydır yanıyor uçakları bize gönderdiler” iddiası dikkat çekici. Genel kanı hava ekipmanlarının yeterli seviyede olması halinde yangınların son bulacağı yönünde iken aksi yönde bir paylaşım, orman yangınlarını söndürmede hava ekibi etkin bir rol oynuyor mu? sorusunu sordurdu bizlere. Öyleyse geçmişte ve günümüzde orman yangınlarının yoğun olarak yaşandığı bölgelerden birkaç örneğe değinerek ve uzman görüşlerine yer vererek orman yangını söndürme stratejilerini ele alalım.

Her orman yangını kötü değil

Orman yangınlarının ağır hasarlar bıraktığı ülkeler de halk kaygılanarak yangına bir an önce çözüm bulunmasını isterken araştırmalar gösteriyor ki; her orman yangını kötü değildir. Aslında, pek çok uzmanın iddia ettiği gibi, geçen yüzyılda neredeyse yeterince orman yangını bile olmadı. Son on yılda, dünya genelindeki tüm yangınların neredeyse yüzde birinin yanmasına izin verildi. Bu politika, iklim değişikliği ile uyum içinde ilerleyerek, büyük ve daha büyük ölçüde yıkıcı orman yangınlarını engellemek için bir reçete olarak görülüyor. Ekolojist ve orman araştırmacısı Stephen Pyne, bunun aynı zamanda uçakların yaygın kullanılmaması için de bir gerekçe olduğunu söylüyor. “Her yangının ertesi gün saat 10’da söndürülmesine dair evrensel bir politikamız olduğunda, uçakları yoğun bir şekilde kullanmak zorunda kalacaksınız” diyor. Ve bu oldukça pahalı olabilir.

Arizona Eyalet Üniversitesi’nde tarih profesörü ve orman yangınları üzerine çok sayıda kitabın yazarı olan Stephen Pyne, “Altmış yıldır, aktif yangından korunmanın işareti bir uçağın geciktirici düşürmesi veya bir helikopterin su düşürmesi olmuştur” diyor. Sözlerine ek olarak; ”çoğu durumda, halk bunu talep ediyor. Medya optikleri bir yana, itfaiye yetkilileri, halktan ve politika yapıcılardan, özellikle can ve mal riskindeyken, şiddetli bir orman yangınına ellerinden gelen her şeyi atmaları için baskı uyguluyorlar. Uçak ile yangın bölgesine su atmak, yetkililer ve itfaiyeciler tarafından gereğinin yeterince yapılmadığına dair şikayetlere karşı bir sigorta poliçesi işlevi görüyor” diyor.

Uçaklar ve helikopterler orman yangınlarını nadiren söndürüyor

1985 yılından bu yana Amerika Orman Servisi, Arazi Yönetimi Bürosu, Kızılderili İşleri Bürosu ve Ulusal Park Servisi ile birlikte, hem havada hem de yerde tüm yangın söndürme faaliyetlerine yapılan harcamaları toplu olarak dört kat artırdı. Ayrılan bütçe 533 milyon dolardan 2 milyar doların üzerine çıktı. Havadan yangınla mücadele, bu maliyetlerin önemli kısmını oluşturuyor. Hükümet Hesap Verebilirlik Ofisi tarafından hazırlanan 2009 tarihli bir rapora göre havacılık faaliyetleri tüm federal yangınla mücadele harcamalarının üçte birini oluşturuyor. Bu havacılık maliyetlerinin en büyük kaynağı, uçağın kendisi. Orman Servisi söz konusu olduğunda, uçaklar ve helikopterler çoğunlukla özel müteahhitlerden sağlanıyor. Araştırmalar gösteriyor ki yüksek fiyat etiketli uçaklar yangınlarda kesin çözüm sağlamadığı için masraflara değmiyor.

İlk olarak, mantıksız gibi görünse de araştırmalar bizi bir gerçeğe götürüyor: uçaklar ve helikopterler orman yangınlarını nadiren söndürüyor. Bir uçak ve sıvı yükü yerden (veya bir TV ekranından) ne kadar büyük görünürse görünsün, her ikisi de genellikle çok küçük ciddi bir yangını söndürme ihtimalleri çok belirsiz. Etkisi biraz kamp ateşine tükürmek gibi. Bunun yerine, bu uçakların asıl işi yer ekibine destek sağlamak. Büyük bir uçak bir orman yangını alanına kırmızı bir geciktirici bulutu bıraktığında, alevlerin etrafına aleve dayanıklı kimyasal bir kordon boyayarak bir ateş hattı oluşturmaya yardımcı olur. Benzer şekilde, bir helikopter veya küçük bir kepçe uçağı doğrudan bir ateşin üzerine su döktüğünde, bunu, itfaiyeciler bölgeyi yangın korumaları ile çevrelemek için alana gelmeden önce işleri birazda olsa kontrol altında tutmak için yapıyor. Bu nedenle, hava itfaiyecileri arasındaki geleneksel bilgelik, yangını sabit düzeyde tutmak ve kara itfaiyecilerine zaman kazandırmak. Yeni başlayan bir orman yangınının varlığının ilk değerli saatleri olan “ilk saldırıda” havacılık kaynaklarının kullanılması gerekiyor. Yani havadan yangına müdahale ateşin önlenemez şekilde yayılmaması için ilk saatlerde önemli.

Büyük bir yangında hava ekiplerinin etkinliğini belirlemek imkansız

Orman yangınlarını araştırma bilimcisi Matt Plucinski’nin 2000’li yılların sonlarında yayınlanan bir makalesinde, Avustralya’nın Commonwealth Bilimsel ve Endüstriyel Örgütü’ndeki çeşitli yangın söndürme çalışmalarında bulunarak uçakların ve helikopterlerin etkinliğini değerlendirdi. Elde ettiği sonuçlara göre, zamanlama her şeydir. Plucinski; “Araştırmamı tek bir cümleyle özetleyebilirdim ve bu, ‘küçük yangınları söndürmek büyük yangınlardan daha kolaydır'” diyor. Araştırmaya göre havadan itfaiyeciler, bir orman yangınına erken ulaşarak, küçük, yönetilebilir bir yangının büyük ve yönetilemez bir yangına dönüşmemesini sağlar. Bu açıdan, uçakların en önemli avantajı hızları ve uzak veya başka şekilde ulaşılması zor yangınlara erişme yetenekleri. Plucinski sözlerine ek olarak: ”Ancak saatler geçtikçe ve bir yangın yayılmaya devam ettikçe, ek uçak göndermenin değeri daha açık bir soru haline geliyor. Şiddetli, dönüm genişliğindeki yangın fırtınaları, üzerlerine kaç kova su döktüğünüzden bağımsız olarak öfkelenme eğiliminde. Bilimsel bir bakış açısıyla, bir uçağın veya helikopterin büyük bir yangında ne tür bir etkisi olduğunu belirlemek neredeyse imkansız. Politika gereği, Orman Hizmetleri bu kanıt yokluğuna rağmen ilk müdahale için en pahalı ve kıt olan, hava kaynaklarını kullanıyor ama ‘pratikte böyle değil” diyor.

2012 yılında, Orman Hizmetleri araştırma bilim adamlarından oluşan bir ekip, yaklaşık 20 yıl öncesine ait büyük geciktirici taşıyan hava tankerlerinin uçuş kayıtlarını gözden geçirdi. Sonuçlar tanker uçuşlarının yaklaşık% 50’sinin yangınlarda etkili olduğunu gösteriyor. Başka bir değişle Amerika Birleşik Devletleri’ndeki tüm hava tankeri uçuşlarının kabaca yarısının orman yangını bastırma üzerinde potansiyel olarak hiçbir etkisi olmadı. Bu sonuç karşında yüzlerce pilot ve uçuş ekibinin gereksiz yere riske atılarak, ulusal ormanlara milyonlarca galon potansiyel olarak zehirli alev geciktirici döküldüğü ve aynı zamanda federal hükümet için gereksiz yere büyük bir fatura ödendiği düşünülüyor.

California-Nevada sınırında yıllarca görev yapmış Emekli İtfaiye Uçuş Şefi Scott Vail’in 2001’de savaştığı Yıldız Ateşi, son derece etkili orman yangını yönetim tekniğinin bile sınırlarının çarpıcı bir örneğini sunuyor. İlk yangın ihbarlarına yanıt olarak, ilk müdahalenin bir parçası olarak erken yardım sağlamak üzere bir helikopter gönderildi. Vail ve ekibi, yangın belirli bir eşiğe ulaşana kadar ikinci bir hava bombardımanı turu yaptı. İlave uçağın artık etkili olmayacağını anlayınca geri çekildiler. Yangın bir şekilde yayıldı. Vail, bunun birçokları için öğrenmesi zor bir ders olduğunu ve Orman Hizmetleri için iletmesi zor bir mesaj olduğunu söylüyor. Vail’e göre; uçaklar ve helikopterler aşırı kullanılıyorsa, bunun nedeni vatandaşların sık sık ortaya çıkmalarını ve imkansızı gerçekleştirmelerini beklemesi. Vail: “Bu yangınların bazıları kontrol edilemez olacak” diyor. Ve ekliyor “yukarıda ne olduğu önemli değil.”

Yangınlarla ilgili 8 iddia analizi

Son günlerde ülke gündemine oturan orman yangınları hakkında sosyal medyada pek çok paylaşım yapıldı. Başta politikacılar olmak üzere birçok kişi ortaya yangınlarla ilgili bazı iddialar ortaya attı. Biz de bu iddiaların doğruluğunu araştırdık.

1. Türkiye’nin yangın söndürme uçak sayısı Yunanistan’a, Fransa’ya ve İtalya’ya göre azdır.

✔️DOĞRU

Temmuz ayının son günlerinde başlayan yangınlara müdahale eden uçak sayısı ile alakalı pek çok eleştiri gündeme gelmiştir. Bu eleştirilere göre Türkiye’nin yangına müdahale eden yalnızca 3 uçağı vardır. Bu eleştirilerde aynı zamanda bu sayıyı diğer ülkelerin yangın söndürme filosuyla karşılaştırmaktadır. Yangını söndürmekle görevli olan Orman Genel Müdürlüğü Türk Hava Kurumu’nun uçaklarını kullanmaktadır.  Türk Hava Kurumu’nun yayınladığı yazıya göre yangına karşı 2009 yılında CL-215 Bombardier tipi uçak alınmıştır. Bunun öncesinde de THK’nın envanterinde 11 adet M-18 Dromade tipi yangın söndürme uçağı vardır. Ayrıca 11 adette döner kanat helikopterin olduğu söylenmektedir.

Fakat bu rakamların güncel olmadığı tahmin edilmektedir.

Çünkü şu andaki yangınları söndürme amacıyla kullanılan hava aracı sayısı daha farklıdır. THK’nın 29 Temmuz 2021 tarihli paylaşımında yangına müdahale eden 3 adet Beriev-B-200 tipi 10.000 litre kapasiteli amfibik yangın söndürme uçağı, 15 adet M-8 2.500 litre kapasiteli genel maksat helikopteri ve 2 adet CH-47 Chinook 7.500 kapasiteli yangın söndürme helikopteri olduğunu açıklamıştır. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun ise 30 Temmuz 2021 tarihli paylaşımında yangına müdahale eden 3 uçağın, 9 İnsansız Hava Aracının ve 38 helikopterin olduğunu söylemiştir. Orman Genel Müdürlüğü’nün 2 Ağustos 2021 tarihli paylaşımında ise yangınlara 13 su atar uçak, 3 idari uçak, 9 İHA, 45 helikopter, 6 yönetim helikopteri ve 1 insanız helikopterin müdahalede bulunduğunu açıklamıştır.

Fahrettin Altun paylaşımı
Orman Genel Müdürlüğü paylaşımı

Bu sayıların artmasını yurtdışından gelen yardım uçaklarına bağlamaktayız. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamasına göre Rusya, Azerbaycan, Ukrayna ve İran’dan yangın söndürme uçakları gelmiş ve uçak sayıları artmıştır.

Diğer ülkelerin yangın söndürme uçak filosu ne durumda?

Diğer ülkelerin yangın söndürme uçak filosu ise Türkiye’ye göre daha geniştir. Fransa’nın yangınlara müdahale etmek için 26 uçağı vardır. Bunlardan 23’ü su bombardımanı uçağıdır. Bu uçaklardan 11’i  Canadair CL 415’tir. İtalya’nın ise yangınla mücadele filosunda 15 Canadair CL 415 uçağı ve 5 Erickson S64F helikopteri vardır. Yunanistan’ın ise 11 adet CL-215 uçağı ve 7 adet CL 415 uçağı vardır. Avustralya’da ise bu rakam bir hayli fazladır. Avustralya’nın yangınlara müdahale için 163 hava aracı vardır. Bunların çoğu yangın söndürme uçağıdır.

2. Yangın söndürmek özelleştirildi mi? Yangın söndürmek için ihaleye mi çıkılıyor?

❌YANLIŞ

Tarım ve Orman Bakanlığı’nın 31 Temmuz 2021 tarihli ve 1 Ağustos 2021 tarihli paylaşımlarına göre yangın söndürme işi Orman Genel Müdürlüğü’nündür. Yangın söndürme işi özelleştirilmemiştir ve yangın söndürme işi için ihaleye çıkılmamaktadır. Fakat yangın söndürme araçlarının kiralanması için ihaleye çıkılabilir.

3-4-5 Türkiye yangın konusunda diğer devletlerden yardım talep etti mi? Gelen yardımları reddetti mi?

✔️Türkiye AB’den yardım talep etti ve AB kabul etti. 
🔎YUNANİSTAN yardım gönderme talebinde bulundu, Türkiye reddetti. 
❌İSRAİL’in yardım etme talebinde bulunmadı. Türkiye reddetmedi.

Son zamanlarda çıkan en öne çıkan iddialardan bazıları ise Türkiye’nin yardım talep ettiği ve Türkiye’nin gelen bazı yardımları reddettiği ile alakalıdır. Anadolu Ajansı’nın haberine göre Türkiye Avrupa Birliği Sivil Koruma Mekanizmasını harekete geçirdi. Bu hareketin sonucu olarak da Avrupa Birliği destek amacıyla Hırvatistan’dan 1 ve İspanya’dan 2 Canadair uçağının (yangın söndürme uçağı) Türkiye’ye gönderilmesi için harekete geçti. AB Komisyonunun kriz yönetiminden sorumlu üyesi Janez Lenarcic ise Türkiye’ye daha fazla yardım etmek için hazır olduklarını açıkladı.

Yunanistan ise Türkiye’ye yardım talebinde bulundu. Türkiye ise bu yardıma henüz olumlu cevap vermedi. Bunlara ek olarak daha önce de belirtildiği gibi Rusya, Ukrayna, Azerbaycan ve İran Türkiye’nin yangınla mücadelesine destek için yangın söndürme uçakları yollamıştır. Nevşin Mengü İsrail’in Türkiye’ye yardım talebinde bulunduğunu ve Türkiye’nin bunu kabul etmediğini iddia etti. İsrail Dışişleri Sözcüsü Lior Haiat ise iddiayı reddetti ve yardım teklifinde bulunulmadığını, zaruri durumda yardım teklif edilebileceğini açıkladı. Katar ise Türkiye’ye yangınla mücadelesinde arama kurtarma çalışmalarına destek amacıyla bir takım göndermiştir.

6.  Samsun/Vezirköprü ve Ankara’da yangın çıktığı iddiası

❌YANLIŞ 

Samsun’un Vezirköprü ilçesinde yangın çıktığı iddiaları sosyal medyanın gündemindeydi. Konuya ilişkin birçok kullanıcı tarafından paylaşım yapıldı. Aynı zamanda Samsun-Vezirköprü ve Ankara’daki yangın iddiaları bazı basın organları tarafından da haberleştirildi.

Kaynak

Vezirköprü Belediye Başkanı da orman yangını iddiasında bulundu

Vezirköprü Belediye Başkanı İbrahim Sadık Edis, sosyal medya paylaşımında Vezirköprü ilçesindeki orman yangınının kontrol altına alındığını ve 7 hektarlık alanın zarar gördüğünü açıkladı. Çeşitli haber organları konuya ilişkin haberler yayımladı. Bafra Ajans ise haberinde Belediye Başkanı’nın açıklamasının üzerine Orman Bakanlığı’nın gerçeği ortaya çıkardığını belirtti.

Kaynak

Vezirköprü yangınına dair iddialar asılsız

Orman Genel Müdürlüğü (OGM) Vezirköprü’deki orman yangını iddialarının asılsız olduğunu açıkladı. OGM Twitter hesabından yaptığı açıklamada Vezirköprü’de orman yangını olmadığını, Bafra’da  0.3 hektar alanda çıkan örtü yangını olduğunu ve bu yangının da söndürüldüğünü belirtti.

Kaynak

Ankara’daki orman yangını iddiaları da asılsız çıktı

Gece saatlerinde Ankara’da orman yangını çıktığı ve ekiplerin ilgili bölgeye vaktinde gitmediği iddia edildiğini gördük. Fakat, sosyal medyada “Ankara Yanıyor” etiketiyle gündem olan orman yangını iddiasının da asılsız olduğu ortaya çıktı.  Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, “Ankara Yanıyor” etiketiyle yapılan paylaşımların provokatif bir yaklaşım olduğu ve iddiaların gerçeği yansıtmadığı belirtildi. 

Kaynak
Kaynak

7. AFAD Toplantıda sadece iki fotoğrafın sergilendiği iddiası 

❌YANLIŞ

Sosyal medyada yüksek takipçili bir hesabın yaptığı paylaşımda Manavgat’taki orman yangınından sonra yapılan afet toplantısından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve Atatürk’ün duvardaki fotoğrafları aktarıldı. Atatürk fotoğrafının Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bakarak yer alması tepki yarattı.

Kaynak
Kaynak

Fotoğrafta duvarın tamamı görüntülenmemiş

Sosyal medyada birçok hesap tarafından paylaşılan görselin tam hali yansıtılmamış. Fakat duvarın tamamı görüntülenmeden eksik yorumlanmış.

Kaynak
Kaynak

Malumatfuruş da konuya dair paylaşım yapmıştır. Ve, paylaşımında farklı açılardan çekilmiş toplantı fotoğrafları yer alıyor.

Kaynak
Kaynak

8. Yangınlar insansız hava aracı ile sabotaj amaçlı çıkarılmaktadır.

❌YANLIŞ

Türkiye’nin çok sayıda noktasında, günlerdir devam etmekte olan orman yangınlarının nasıl çıkarıldığına dair bilgiler henüz netleşmemişken; insansız hava aracı aracılığıyla ormana ateş püskürtüldüğüne ilişkin video görüntüleri gündem oldu.

 

Söz konusu görüntülerle; mevcut yangınlara, kundaklamanın sebep olduğu iddiası sosyal medyada endişe yaratırken Ankara Eski Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, bu videoyu Twitter hesabından paylaşanlar arasındaydı.

Paylaşımların ardından Emniyet Genel Müdürlüğü, yaptığı basın açıklamasıyla görüntülerin Türkiye ile ilgili olmadığını belirtti. EGM’nin bu açıklamasının ardından Melih Gökçek tweeti sildiğini duyurdu.

EGM’nin bu açıklamasının ardından Melih Gökçek tweeti sildiğini duyurdu.

İlgili videoyu daha önce Teyit.org, Politifact ve LeadStories adlı doğruluk kontrolü organizasyonları analiz etmiştir. Videonun ilk 21 Ağustos 2020 tarihinde paylaşıldığı anlıyoruz. Dahası, Teyit.org paylaşımı sayesinde Tire Meets Road adlı bir haber sitesinin 22.08.2020 tarihli haberinde bu görüntülerin yer aldığını ve bir helikopter kamerasına ait olduğunu öğreniyoruz. Kontrollü müdahaleyi içeren kayıtta, itfaiyeciler daha büyük yangınları kontrol altına almak için helikopterden alev toplarını atıyor. Yangının yayılmasını engelleyen bu yöntemi uygularken rüzgar yönü ve söndürülmeye çalışılan yangına ne derece yakın olduklarına ilişkin faktörleri göz önüne alarak planlı bir ağaç hattı seçiyorlar. Bu hatta kontrollü bir yangın çıkarıyorlar. Böylece daha büyük yangınların çıkmasını önlüyorlar.

Fotoğrafların Manavgat’taki yangına ait olduğu iddiası

Son günlerde Türkiye gündemine oturan başta Manavgat yangını olmak üzere başlayan pek çok yangına ait sosyal medyada pek çok görsel dolaşmaktadır. Fakat bu görsellerden bazıları eski tarihli ve başka yangınlara ait. Biz de yanlış bilgi yayılımını önlemek amacıyla bu yangınlara ait olmayan görselleri sizlerle paylaşmak istedik.

✔️Kaplumbağanın yangından dolayı yaşamını yitirdiği bu görsel İran’ın Pasargad şehrinde çıkan yangına aittir. Görsel ilk 2010 yılında paylaşılmıştır.
✔️Bu görseli de 2018 yılında National Geographic paylaşmıştır. Fotoğrafın 2013 yılında ABD’nin Kaliforniya eyaletinde çıkan yangında çekildiği söylenmektedir.
✔️Bu fotoğraf ise 2017 yılında paylaşılmış ve fotoğraf Manavgat’ta trafodan çıkan yangından dolayı yaşamını yitiren hayvanları göstermektedir.
✔️Bu fotoğraf ise 2020 yılında Avustralya’da çıkan yangında yaşamını yitiren kanguruya aittir.
✔️Bu görseli 2020 yılında teyit.org incelemiştir. Teyit.org’a göre bu fotoğraf 2018 yılında çıkan Los Angeles’ta Woolsey yangınındandır.
✔️Kaplumbağanın yer aldığı bu görseli de Doğruluk Payı incelemiş ve görselin 2015 yılında Cudi Dağı’nda çıkan yangına ait olduğunu bulmuştur.
✔️Yangından kurtarılan sansar görseli ise güncel bir fotoğraftır. Ancak sansar Manavgat yangınından değil, Adana Sarıçam ilçesinde başlayan bir yangından kurtarılmıştır.
✔️Bu görsel de 2018 yılında teyit.org tarafından incelenmiş ve görselin 2017 yılında Yunanistan Mikrochori’de çıkan yangına ait olduğu bulunmuştur.
✔️Bu fotoğraf da teyit.org tarafından incelenmiş ve fotoğrafın 2020 yılında yaşanan Avustralya yangını sırasında çekildiği belirlenmiştir.
✔️Bu görsel ise İran’da çıkan bir yangına ait. İlgili haber 2020’de yayınlanmıştır.

Daha önceki yangınlar hakkındaki iddialar üzerine bir çalışma yapmıştık. Buradan incelebilirsiniz.